05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

EKİM CUMA dizi TÜRK ASKERİ UZUN YILLAR BOYUNCA SAVAŞLAR ÇATIŞMALAR VE İŞGALLERLE HARMANLANMIŞ OLAN BU BÖLGEDE GÖREV YAPACAK C 11 Ateşten topraklar: Güney Lübnan teşkesin sağlanmasından sonra gözler Güney Lübnan’a çevrildi. BM Güvenlik Konseyi’nin 1701 No’lu kararı, Lübnan ordusu ve UNIFIL’e katılacak ülkelerden 15 biner askerin Güney Lübnan’a konuşlanmasını öngörüyordu. 1701 No’lu kararın işte bu maddesi tartışmaları beraberinde getirdi. Güney Lübnan, uzun yıllardan bu yana savaşlar, çatışmalar ve işgallerle harman olmuş ateşten topraklar olarak görülüyor. Türk askeri de işte bu ateşten topraklarda veya bu bölgenin yakınlarında konuşlanacak. Peki, Güney Lübnan’ı bu kadar hassas yapan özelliği ne? Bu sorunun yanıtını vermeden önce, bölgenin kısa bir tarihçesiyle stratejik konumuna ilişkin kısa bir özet vermekte yarar var. Güney Lübnan, bu küçük ülkenin İsrail sınırına komşu bölgesi. Sayda’dan sonra yaklaşık 1520 dakikalık bir sürede varılan Litani Nehri, Güney Lübnan’ın kuzey sınırını çiziyor. Aslında Litani Nehri, Lübnan’ın tam olarak doğubatı ekseninde ikiye bölmüyor. Litani, ülkenin kuzeydoğusundan başlayıp güneybatıya doğru bir parabol çizerek Akdeniz’e dökülüyor. Güney Lübnan’ın kuzey sınırı da, Litani Nehri’nin, Beyrut’tan Sur kentine uzanan yolun kesiştiği noktadan başlıyor. Bu noktadan Sur kentini de içine alacak biçimde güneyde İsrail’e, doğuda ise Suriye’ye kadar uzanan bölge Güney Lübnan olarak adlandırılıyor. Çok zengin bir tarihi olan bölge, haçlı ordularının Kudüs yolundaki en önemli geçiş alanlarından birisi olmuş. Sayda’da haçlıların karakol olarak yaptığı kalenin kalıntılarını şehrin limanının hemen yanı başında görmek olası. A ölgedekiler İsrail’in sıcak savaşın yanı sıra psikolojik savaş da yürüttüğüne inanıyor. Çünkü Güney Lübnan’a yönelik en ağır saldırı ateşkes kararından bir gün önce yapılmış. İsrail’in, Şiilerden arınmış bir bölge istediği, halkın toprakları bırakması için sivillerin hedef alındığı düşünülüyor. Ancak plan tutmamış, köylerinden kaçanlar, acılarıyla birlikte geri dönmüşler. bullah ile birlikte başlamadı. 1967 yılındaki Arapİsrail savaşı Lübnan açısından önemli bir dönüm noktası olmuştu. 1967 yılındaki ‘‘6 Gün Savaşı’’, Filistin davası için olumsuz sonuçları beraberinde getirdi. Batı Yakası ve Gazze, İsrail işgali altına girdi. Bu durum Filistin mücadelesinde önemli bir kayıp olarak ortaya çıktı. Filistin hareketi kendisi için yeni bir merkez aramaya başladı. Arayışlar uzun sürmedi. Filistin hareketi, Batı Yakası ve Gazze’den ayrılarak Lübnan’a yerleşti. 1968 yılında Lübnan hükümeti ile Filistinliler arasında yapılan anlaşma uyarınca, Filistin örgütlerine, Lübnan topraklarındaki kamplarında silah bulundurma yetkisi verildi. İşte bu aşamadan sonra bugüne kadar uzanan süreçte Güney Lübnan toprakları, İsrail için ‘‘önemli bir tehdit merkezi’’ olarak algılanageldi. İsrail’in Filistin kamplarına yönelik operasyonları, Lübnan’daki iç savaş, İsrail işgali, Güney Lübnan’ı yerle bir etti. İsrail’in çekilmesinden sonra ise bölgede Hizbullah doğdu ve giderek güç kazandı. İsrail için tehdit Filistinlilerden sonra Hizbullah olmuştu. İsrail için bu aşamada en önemli sorun, bölgedeki Hizbullah’ın silahsızlandırılması. Ancak, BM’nin 1701 No’lu kararının hemen ardından açıklama yapan Genel Sekreter Kofi Annan, böyle bir amaçlarının olmadığını söyledi. Benzer açıklama da Lübnan Başbakanı Fuad Sinyora’dan geldi. Aslına bakıldığında, bölgeye adım atan herkes Hizbullah’ın silahsızlandırılmasının olası olmadığını hemen anlayabiliyor. Diğer yandan İsrail için Hizbullah’ın silahsızlandırılması sorunların tamamen çözümü anlamına da gelmiyor. B Şii nüfusun bölgede yerleşik olması İsrail için başlı başına bir sorun. Çünkü bugün için silahsızlandırılmış olsalar bile yarın için bölgedeki Şiilerin yeniden silahlandırılmayacağı garantisini kimse vermiyor. Sınır komşusu Suriye, İsrail’e karşı bölgedeki Şiilere her açıdan önemli destek sağlıyor. Bölgedeki herkes, İsrail’in sıcak savaşın yanı sıra psikolojik savaş da yürüttüğüne inanıyor. Zaten Güney Lübnan’daki köylere yönelik en ağır saldırı, ateşkes kararı çıkmadan bir gün önce yapılmış. Amaç ise bölge halkının köylerini tamamen bırakarak kuzeye göç etmesi. İsrail’in Şiilerden arınmış bir bölge istediği bu yüzden halkın topraklarını bırakıp kaçması için sivilleri hedef aldığı düşünülüyor. Ama bu plan tutmamış. Çünkü savaş sırasında köylerinden kaçanlar, ateşkesin hemen ardından geri dönmüşler. MİLİSSİVİL AYRIMI YOK Tamamı Şii olan bölgede Hizbullah çok geniş ve sağlam bir tabana sahip. Küçük büyük bütün yerleşim merkezlerinde Hizbullah bayrakları ve Nasrallah’ın posterleri asılı. Milis kavramı da, tamamen bölge halkına dayanıyor. Yani, gündüz işinde gücünde olan öğretmen, öğrenci, çiftçi, esnaf özetle günlük yaşamını sürdüren bölge insanı, olası bir tehdit karşısında eline silahını alıp milis oluyor ve direnişe katılıyor. Sivilmilis ayrımının yapılması söz konusu bile olamıyor. Hemen herkes için Nasrallah bir kahraman. ‘‘İsrail’e karşı 33 gün direndiği için Nasrallah kahraman oldu’’ yorumları çok geçerli değil Şiiler için. Onlar Nasrallah’ın zaten bir kahraman olduğunu, sadece dünyanın bunu yeni öğrendiğini savunuyorlar. YARALAR SARILIYOR İsrail’in son olarak 33 gün süren saldırılarının ardından, Güney Lübnan şimdi yaralarını sarmaya çalışıyor. Bir deprem görüntüsünü andıran yerleşim merkezlerinde ağır iş makineleri sürekli enkaz kaldırma çalışması yürütüyor. Günlük yaşam yavaş yavaş normale dönmeye başlamış. Ancak kimsenin 1 yıl sonrası için umudu yok. İsrail’in bir bahane bularak yeniden saldıracağına inanılıyor. Peki ya Türk askerine bakış nasıl? Bölge insanı için Türkiye dost bir ülke. Üstelik Müslüman. Bu nedenle de bölgeye gelirse, kendilerini İsrail’e karşı korumalı. İşte beklentilerini bu ve buna benzer cümlelerle ifade ediyorlar. Bölgede göze çarpan en dikkat çekici nokta bombaların, saldırıların, ölümlerin artık kanıksanmış olduğu. Geleceğe ilişkin belirsizliğin verdiği kaygı kimseye uzun uzun yas tutma, acılarının küllenmesini bekleme, üzülme hakkını vermiyor. Ancak, bölge insanı üzerinde İran’ın etkisinin çok fazla olduğu tespitini de yapmak gerekiyor. Bütün Şiiler Tahran’dan gelen mesajları çok iyi anlıyor. Bu nedenle, Türk askerinin Güney Lübnan’daki varlığına ilişkin değerlendirmelerde Tahran yönetiminin Ankara ile ilişkilerinin büyük önemi bulunuyor. Tahran’dan Türkiye veya Türk askerine yönelik olası olumsuz yaklaşımların, bölgede ciddi anlamda yankı bulması söz konusu. İTALYANLARIN HAVASI BAŞKA Türk askerinin konuşlanacağı bölge böyle bir görüntüye sahip. Asıl kaygı insani yardımdan çok güvenlik olarak ortaya çıkıyor. Temel beklenti, İsrail’in bir daha silaha sarılmaması. Şiiler, uluslararası gücü bunun bir garantisi olarak görmek istiyorlar. Tabii ki Hizbullah’ın silahlarına el sürülmemesi koşuluyla. Çünkü hemen hepsi, Hizbullah’ın bu bölgede kendilerini koruyacak asıl güç olduğuna inanıyor. Hizbullah şu an için sessiz. Yollardaki kontrol noktalarına Lübnan ordusunun askerleri yerleşmiş durumda. Uzun yıllardan sonra bölgeye girebilen Lübnan ordusuna tepki yok gibi görünüyor. Hizbullah şimdilik halkının yaralarını sarmasına yardımcı oluyor. Türk askerinin buna sağlaması düşünülen desteği ise daha çok tebessümle karşılanıyor. Türk askerinin konuşlanacağı bölgede, İtalyanlar, Hintliler ve Ganalılar da bulunuyor. Ancak, İtalyan askerlerinin genel havası, bölgenin yaşamış olduğu ve olası yaşayacağı gerçeklerden çok uzakta bir görüntü veriyor. İtalyan askerleri bilardo masalarının kurulu olduğu kafeteryalarından çadırlarındaki kablosuz internet bağlantılarına kadar her türlü lükse sahip. Hintli askerlerse Sih inancına sahip olduğu için kendilerine özgü türban ile görev yapıyor. Bu durum az da olsa güvenlik zafiyetini beraberinde getiriyor. BİTTİ İSRAİL’İN AÇMAZI Bölgenin bugün için önemi, birbiriyle bağlantılı olarak hem nüfusunun tamamının Şii olmasından hem de İsrail’e komşu olmasından kaynaklanıyor. İsrail, bölgedeki Şii nüfusu kendisi için tamamen bir tehdit olarak algılıyor. Çünkü, bölge ateşkesin sağlanmasına kadar Hizbullah’ın denetimindeydi. Aslında, İsrail için Güney Lübnan sorunu Hiz Sur Hastanesi’nin doktoru Jiradi, normal ateşten olamayacak yanıklar ve derin yaralar gördüğünü söylüyor. ‘Kimyasal silah kullandılar’ İ srail’in bir aydan fazla süren saldırısında kullandığı silahlar da büyük tepkiye neden oldu. Savaş süresince Sur kentinin daha çok küçük bir polikliniği andıran devlet hastanesi yaralılarla dolup taşmış. Doktor, hemşire ve ilaç sıkıntısı, birçok yaralının kurtarılmasına olanak tanımamış. Hastanenin sayılı uzmanlarından Dr. Mustafa Jiradi, hastaneye getirilen yaralılarda kimyasal silah izleri bulunduğuna tanık olmuş. Savaş boyunca hangi koşullarda çalıştınız? Personel sayınız yeterli miydi? Biz bu hastanede toplam 6 doktoruz. 20 de hemşiremiz var. İsrail’in saldırılarının sürdüğü dönemde günde 24 saat çalıştık. İnsanların hayatını kurtarmaya çalıştık. Toplam kaç yaralı geldi. Elinizde bilgi var mı? Onun bilgisi bizde yok. Hesap yapacak durumda değildik zaten. Günde ortalama 300 yaralı geliyordu tahmin edebildiğim kadarıyla. ŞİMDİLİK ÖLENLERİN FOTOĞRAFLARININ BULUNDUĞU TAHTA PARÇALARI MEZAR TAŞI YERİNİ TUTUYOR Kana’nın gözyaşları dinmiyor S avaş sırasında uluslararası haber ajanslarının geçtiği bir haber dünya gündemini sarstı. İsrail uçaklarının Güney Lübnan’daki Kana kasabasını vurması 37’si çocuk 60 sivilin yaşamını yitirmesine neden olmuştu. Kana yaşanılan bu acıyı unutmuyor. Yaşamını yitiren yakınları için aileleri kasabanın meydanına bir toplu mezar inşa etmeye başlamışlar. Henüz mezar taşları yok. Yaşamını yitirenlerin fotoğraflarının asılı olduğu tahta parçaları mezarların yerini gösteriyor. Muhammed Haşim, bir elinde mala İsrail bombalarıyla can veren dokuz aylık oğlu Abbas ile 4 yaşındaki kızı Fatma’nın mezarları üzerine döktüğü betonu düzeltirken diğer yandan da ‘‘Buna dayanmak mümkün mü’’ diyerek acısını dile getiriyor. Melek Şalhub ise 16 yaşında. Saldırıya hedef olan evin bitişiğinde oturuyor. O sırada yakınlarda olmadığı için kurtulmuş. Ancak saldırıda, kız kardeşi Lina, amcası Ahmet Şalhub ve iki erkek kardeşini kaybetmiş. Bu acıların ardından yaşama tutunmaya çalışıyor. Nasrallah onun için de bir kahraman. Okulunu bitirince hedefi öğretmen olmak. Sen nasıl kurtuldun? Ben burada değildim. Büyük bir patlama duyduk. Ama ateş devam ettiği için hemen gelemedim. Daha sonra geldiğimde ise inanılmaz bir görüntüyle karşılaştım. Şoke oldum. Ne ağlayabildim, ne de konuşabildim. ABLAM, 2 ERKEK KARDEŞİM, AMCAM... Senin yakınlarından kimler vardı yaşamını yitirenler arasında? Ablam Lina, iki erkek kardeşim ve amcam vardı. Onlar öldü. Sonra ne yaptın? Sonra günlerce ağladığımı hatırlıyorum. Ama hayat devam ediyor işte. Burada tütün yaparak hayatımızı kazanmaya çalışıyoruz. Hizbullah’ı destekliyor musun? Desteklemez olur muyum? Hizbullah olmasaydı, bizi kim savunacaktı? Kimse. Nasrallah bizi İsrail’e karşı korudu. Eğer Nasrallah ve Hizbullah olmasaydı, ya sizin ülkenize kaçmış olacaktık ya da bir başka ülkeye. Burada durmak mümkün olmazdı ki. İsrail hepimizi yok ederdi. Peki Türk askerinin buraya gelmesini istiyor musun? Türkiye hakkında çok fazla bir şey bilmiyorum. Ama Müslüman askerlerin gelmesini istiyorum. Çünkü İsrail’e karşı bizi koruyabilirler. İsrail’e karşı korumayıp Hizbullah’ı yok etmeye kalkarlarsa hiç gelmesinler. Hizbullah bu evlerde silah mı saklıyordu? Hayır. Biz burada hiç silah görmedik. Zaten bu yoldan araba bile zor geliyor. Silah nasıl gelsin ki. Hizbullah ve Nasrallah direndiği için sivilleri hedef aldı İsrail. Çünkü bütün Hizbullah milislerinin yakınları var siviller arasında. Direnişi bu yolla kırmak istedi. Ama beceremedi. KIMSE YARDıMA GELMEDI Burada bu kadar hastaya yeterli bakım sağlayabildiniz mi? Sağlayamadık tabii ki. Eli ayağı kopmuş insanlar, kafası kopmuş insanlar geldi. Tam bir felaketti. Elimizden geleni yaptık, ama yetersizlikten dolayı, kurtarılabilecek durumda olanları bile kurtaramadık. En çok yaralanma misket bombalarından mı oldu? Hepsinden vardı. Ben buraya getirilen yaralılarda kimyasal silah izleri gördüm. Yanıklar ve derin yaralar vardı. Bu yaralar ve yanıklar normal ateşten veya başka bir şeyden olmaz. Ancak kimyasal silahlar böyle yanık yapar. En çok yaralı nereden geldi? Çevre köylerden ve Kana’dan. Ama o günlerin yoğunluğu içinde kimseye nereden geldiğini soramadık. Savaş süresince çevre ülkelerden yardım aldınız mı? Hiç kimseden yardım gelmedi. Kimse yardıma koşmadı. Zaten İsrail’in ablukası vardı. Kendi kendimize yetmeye çalıştık. Muhammed Haşim, 9 aylık oğlu Abbas’la, 4 yaşındaki kızı Fatma’yı kaybetmiş Kana’da.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle