02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

müdahale etmektir. Bu Türkiye’nin bir merkez ülke konumundan küresel güç konumuna dönüşmekte olduğunu göstermektedir"(6) (sf.83). Demek ki, Davutoğlu’na göre, Türkiye bir yıldan daha kısa bir süre içinde "mihver" ülke konumundan "merkez" ülke konumuna dönüşmüş, dahası, "küresel güç" olmaya başlamıştır. Ama durun bir dakika, sf 79’da da Davutoğlu "Türkiye bu periferi ülkesi olma konumunu artık geçmişte bırakmalıdır" da diyerek, hala bir "merkez" ülke konumuna ulaşamadığını da ima ediyor. Ülkenin dış politika mimarı, ülkesinin uluslararası konumu konusunda hala bir kanaat oluşturabilmiş değildir: Mihver mi? Periferi mi? Merkez mi? Yoksa küresel güç mü? Gerçekten çok kaygı verici! Prof. Davutoğlu C S TRATEJİ 17 ittifaklara dayanan bir bölgesel "hegemonya stratejisini"(7) anımsatan bir stratejiye dayandırmaya çalışıyor, hem de tüm bunlara neden gerek olduğunu bir türlü açıklayamıyor. Bu konuda bir ipucunu 83. sayfada Türkiye’nin merkez ülkeden küresel güce dönüşme süreci(8) tanımlanırken oluştuğu ileri sürülen bir durumun içinde bulmak belki olanaklı: Davutoğlu burada sivil toplum katılımlarından söz ediyor. Bülent Aras’ın makalesinde de "Türkiye’nin yeni dış politikasının özetlendiği bölümde, toplumsal güçlerin giderek dış politikaya damgasını daha çok vurmasından söz ediliyor (sf.3) Tüm bunlardan, sürekli tarihsel ve kültürel özeliklerin vurgulanmasına da bakarak tek bir toplumsal güç anlıyorum o da Siyasal İslam. Acaba buradan hareketle, Siyasal İslam’la birlikte yükselen sermaye kesimlerinin genişleme gereksinimleri, bunun içinde ABD ile ittifak yapma, bundan yararlanma çabalarını mı anlamak gerekir? Acaba yeni yükselmekte olan sermaye kesimleri, Batıyla ekonomik ilişkilerin (kredi kanalları, ortaklık, acentecilik, vb…) daha önce yükselmiş, örneğin TÜSIAD bünyesindeki gruplar tarafından kapatılmış olmasından dolayı kendilerini sıkışmış hissederek, doğuya doğru, bir uluslararası gücün yedeğinde yayılmayı mı arzu ediyorlar. Bu kesimler, bu siyasi amaçlar için mi ülkeyi emperyalist maceralara sürüklemeyi göze alıyorlar. Yoksa Davutoğlu bu nedenlerle mi ekonomipolitiğe değinmekten kaçınıyor. Kaçınmasaydı, ülke ekonomisinin sınıfsal dengelerinin, uluslararası ekonomik bağlantılarının, mali dengelerinin böyle maceraları kaldıramayacak bir durumda olduğunu kabul etmek zorunda kalacaktı. Davutoğlu’nun tezleri yalnızca ülkenin ekonomipolitik özellikleriyle değil, tarihsel kültürel mirasıyla da uyuşmuyor. Davutoğlu, Osmanlı tarihini, kültürünü egemen olanın baktığı yerden bakarak anımsıyor, değerlendiriyor. Halbuki, "Osmanlı barışı", Osmanlı açısından barıştı, refahtı ama "Arap Dünyası" açısından işgal, savaş, talan edilmiş olma duygusu... Osmanlı imparatorluğunun topraklarında bu gün yaşayanların bu tarihe nasıl baktığının ayırtında olmamak bir uluslararası ilişkiler "uzmanı" için affedilemez bir zaaftır. Davutoğlu’nun önerdiği dış politika, Türkiye’yi Ortadoğu’ya yanlış varsayımlarla sokmaya çalıştığı için çok tehlikeli bir yanılsamadır. Dipnotlar: 1 Bülent Aras, "Turkey Between Syria and Israel: Turkey’s rising soft power", SETA, Policy Brief May 2008, No 15) 2 Ahmet Davutoğlu, "Turkey’s foreign policy vision: An assessment of 2007", Insight Turkey, Cilt n10. No:1/2008 sf 7796) 3 Bu konuda yararlı bir çalışma için: Peter Osborne, The Politics of Time, Verso, 1995 4 Gilles Deleuze, Felix Guttari, Antioedipus, capitalism and schizophrenia, Minnesota, 2003, sf 222239 5 David Harvey, Spaces of Capital Özellikle 2, Kısım: "capitalist production of space," içinde "geopolitics of capitalism", Routledge, 2001, sf 237412, 312. 6 Davutoğlu, 2008 7 Josef Joffe, "How America does it", Foreign Affaires, Eylül/Ekim 1997 8 Haksızlık etmek istemem ama, bana, Davutoğlu uluslararası konferanslar merkezi olmayı global güç olmakla karıştırıyor gibi geliyor. Çünkü bu söz konusu konferanslarda, Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren ve bir sonuca ulaşmış tek bir diplomatik kazanım gelmiyor aklıma. VARSA YOKSA ABD Davutoğlu’na göre Türkiye’nin yeni bir dış politika gereksinimi, Türkiye’nin enerjiye, doğal kaynaklara, piyasalara, savunma hatlarına ilişkin ortaya çıkan yeni gereksinimlerinden değil, ABD’nin 11 Eylül olayına tepkisinden (sf.78) kaynaklanıyor. Diğer bir değişle 7000 kilometre uzaktaki bir olaydan, o olaya karşı, hala tüm dünyada eleştiri konusu olan abartılı, neticede büyük felaketlere yol açmış olan bir tepkiden kaynaklanıyor. Daha doğrusu, Davutoğlu, Türkiye’yi, ABD’nin 11 Eylül sonrası dış politika yöneliminden hareketle Büyük Ortadoğu’da "merkezi" ve "optimal" olarak görüyor: ABD’nin bölgemizdeki planları açısından (Davutoğlu’nu bunları bildiğini varsayıyoruz), ABD’nin bölgeye bakışına göre merkezi ve optimal bir ülke. Davutoğlu’nun "Ego ideali" ABD ile özdeşleme çabaları bu noktada da kalmıyor giderek, ABD’nin kendisi için kullandığı sıfatları benimseyecek kadar absürt boyutlara ulaşıyor. Davutoğlu’na göre, "Türkiye ne bir sınır, ne bir köprü ne de Müslüman ya da Batı dünyalarının sınırında sıradan bir ülke değildir". Ego, Türkiye olağan dışı, istisnai bir ülkedir. Tıpkı ABD gibi… Tarihsel olarak Türkiye de Osmanlı dönemi sonunda, 19 yüzyılda, göçler yoluyla nüfus dinamizmi kazanmış ülkedir. Tıpkı ABD gibi… (sf 79) Türkiye’nin dış politika prensipleri ve ABD ile ilişkileri tanımlanırken, TürkiyeABD ilişkileri altemperyalist bir işleve adaylıkla, mandacılık arasında gidip geliyor. Örneğin, Türkiye’nin Rusya ve AB ile çok yanlı bir politika izleyebilmesi öncelikle ABD ile stratejik (bu sözcük, belli bir zaman ve mekân diliminde, nihai amaç birliği anlamına gelir) ilişkileri koruyabilmesine bağlıdır (sf, 82). Davutoğlu’na göre, TürkiyeABD ilişkileri, jeopolitik açıdan kıtasal bir süper güçle, AfroAvrasya bölgesinde en optimal konuma sahip bölgesel bir "merkez" ülke arasındaki ilişkilerin tüm özelliklerini göstermektedir (sf 88). ABD’nin bölgedeki politikaları açısından Türkiye’ye, Türkiye’nin de, bölgedeki planları (Bu planlar neyse?) açısından, arkasında kıtasal bir süper gücün Davutoğlu’nda ABD ile özdeşleşme çabaları dikkat çekiyor. Türkiye, ‘olağan dışı, istisnai bir ülke’ olarak değerlendiriliyor. Bu kapsamda, TürkiyeABD ilişkileri ‘altemperyalist bir işleve adaylıkla, mandacılık’ arasında gidip geliyor. stratejik ağırlığına gereksinimi var. İlk anda akla yakın bir denklem; eğer şu sorulara cevap bulunabilirse: Türkiye’nin, ABD’nin bu ağırlığına neden gereksinimi var, bununla ne yapmayı planlıyor? Ne yazık ki Davutoğlu ekonomipolitik boyutu ısrarla jeopolitik tartışmasının dışında tuttuğu için bu sorulara açık cevaplar veremiyor. Ekonomipolitik boyut jeopolitik tartışmanın dışında kalınca, ülkenin coğrafi ve tarihsel kültürel özelliklerini değerlendirmek, anlamlandırmak için elimizde yalnızca ABD’nin "bölgeye bakışı" kalıyor. Davutoğlu’nun bu yaklaşımını tanımlamak için de elimizde Mandacı sıfatından başka şey kalmıyor. EMPERYALİST ÖZLEM Eğer Davutoğlu’nun önerdiği, hem mandacı hem de, aynı zamanda, emperyalist, yayılmacı bir dış politikanın gerekçeleri, Türkiye ekonomisi, sınıflar matrisi vb açısından açıklanabilseydi, karşı çıkacak olsaydık bile, belli bir mantık denklemi içinde en azından anlayabilirdik. Örneğin, İngiltere’de Cecil Rhodes’un ülke içinde "devrim olmasını engellemek için" sözleri, Hitler Almanya’sının, Lebenstraum, ya da Petrol, nüfus kaynakları, yatakları gereksinimi, ABD’nin Pazar, hammadde, petrol gereksinimi, komünizmi engelleme kaygısı, bu ülkelerin emperyalist politikalarını anlamamıza yardımcı olabiliyor. Davutoğlu, bize ABD stratejik ortaklığıyla da olsa, yayılmacı, tüm komşularımızı tehdit eden "emperyalist" bir dış politika öneriyor. Hem bu dış politikayı, Bismarck Almanya’sının, sonunda tüm enerjisini, mali kaynaklarını tüketen, çok yönlü
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle