Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
16 Ergin YILDIZOĞLU Davutoğlu’nun yönlendirdiği ‘yeni dış politikada’… C S TRATEJİ matrisine, teknolojik, mali kaynaklara, dünya ekonomisiyle bütünleşme biçimlerine) aittir. Üretim tarzları, gelişmeye başladıklarında zamanı ve mekânı da kendi gereksinimlerine göre değiştirmeye, hatta yeniden yapılandırmaya başlarlar. Her üretim tarzının üreticilerle üretim araçlarını bir araya getiriş tarzı, emek süreci, emek denetim mekanizmaları, teknolojik özellikleri zamanı ve mekânı, içinde yaşayanların zaman ve mekân algılarını yeniden yapılandırır. Örneğin kapitalizmin zaman ve mekân anlayışı, zamanı ve mekânı kullanışı, düzenleyişi, feodalizmin, Osmanlı’da egemen üretim tarzlarının zaman(3) ve mekân anlayış ve yapılarından belirgin bir biçimde farklı olacaktır. Kendisinden önceki üretim tarzlarına göre son derecede dinamik, teknolojik bir üretim tarzı olan kapitalizmdeyse bu yeniden yapılandırma, düzenleme, bir sermaye birikim modelinden öbürüne, genişlemeden, krize, sürekli tekrarlanan bir yıkım ve yapım süreci olarak da yaşanır. "Modern Kapitalist makine",(4) canlı emek tüketen ve artıdeğer üreten bir "makine" olarak sermaye, sürekli hareket halinde, bu tüketimin peşinde koşarken, canlı emeğin "yaşam dünyasını" bir "yeniden kodlama" ve "kodçözme" dinamiği içinde biteviye düzenler, yıkar yeniden kurar. Sermaye bu hareketi içinde salt ekonomik yapıları, coğrafyaları değil, anlam sistemlerini de bir taraftan çözer, bir taraftan yenilerini oluşturur. Bu bağlamda, sermayenin hareketinin yalnızca bu günün mekân ve coğrafya algılarını değil tarihisel kültürel geçmişleri de, yeniden anlamlandırmaya tabi tutacağını varsaymak gerekir. David Harvey’e(5) göre sermaye doğarken bulunduğu bölgede kendine uyumlu bir yaşam mekânı kurar, hatta gerekli duyarlılıkları da oluşturur. Daha sonra, sermaye sürekli tekrar eden sorunlarını (kriz eğilimlerini) aşmak için başka mekânlara, verili zamandan gelecek zamanlara göç etmeye çabalar; gittiği bölgelerde, mekânlarda bir yıkım ve bir yeniden yapılanma süreci başlatır, zamanı ve mekânı yeniden örgütler. Sermayenin hareketleri coğrafyaları, anlamları (kültürel tarihsel) durmadan yeniden tanımlar şekillendirir, tarihsel zemini, bu zemindeki tek tek olguların anlamlarını sürekli sorgulayarak yeniden kurar. Davutoğlu da, Cumhuriyetle birlikte kurulan zaman, mekân anlayışını, tarih anlatısını, anlamını sorguluyor. Tam da bu nedenlerle, Davutoğlu’nun "ekonomi politik" boyutu ihmal etmesinin bir rastlantı olmadığını düşünüyorum. Bu ihmal sayesinde yazar, kendisi için gerekli senaryoları üretebilmekte, gerçeklikten çok uzakta bile olsa, ekonomi politiği ihmal edildiğinde akla yakın gelebilecek fanteziler bina edebilmektedir. Ancak, yazar böyle bir özgürlük elde ederken, kavramsal tutarlılık, süreklilik açısından yüksek bir fiyat ödemektedir. Örneğin Davutoğlu SD’i şöyle bitiriyor: "Türkiye tarihi derinliği ile stratejik derinliği arasında yeni ve anlamlı bir bütün oluşturma ve bu bütünü coğrafi derinlik içinde hayata geçirme sorumluluğu ile karşı karşıyadır. Mihver bir ülke olarak Türkiye bunu yapabilmesi durumunda, jeopolitik jeokültürel ve jeoekonomik bütünleşmeyi gerçekleştiren merkez bir ülke konumu kazanacaktır" (sf 563, abç) SD’nin 21. Basımında, 2007 yılında Davutoğlu’nun Türkiye tanımlaması gelecek tasarımı böyledir. Bu gün Mihver ülke; yarın belli koşullar gerçekleştiğinde bir merkez ülke… Bu saptamaların üzerinden daha bir yıl bile geçmeden yayımlanan makalesinde Davutoğlu bu kez söyle yazıyor: "Türkiye’nin amacı, uluslararası platformları kullanarak tutarlı bir biçimde küresel olaylara KP hükümetinin ikinci döneminde, dış politikada, Prof. Ahmet Davutoğlu’nun adı çok sık geçiyor. Dış dünyada, başbakanlık baş danışmanı, büyükelçi, Prof. Davutoğlu’nun, gerçek dışişleri bakanı, dış politikanın gerçek mimarı olduğuna ilişkin bir algı var. Davutoğlu’nun uluslararası ilişkiler profesörü olduğu göz önüne alındığında, dikkatleri seçim devrelerine kilitlenmiş politikacıların, çekirdekten yetişmiş pragmatik diplomatların yanı sıra bir de akademik disipline uygun davranmaya alışmış bir uzmanın katkısı yararlı olabilir. Davutoğlu’nun Stratejik Derinlik–Türkiye’nin uluslararası konumu başlıklı kapsamlı bir çalışması da var. Ancak bu kitabın, Davutoğlu tarafından Ocak ayında CNN’de bir konuşmada özetlenen tezlerin içerdiği sorunlar çok kaygı verici bir duruma işaret ediyor. Eğer dış politikaya bu tezler yön veriyorsa, ülkenin, yakın bir gelecekte, gerçekçi olmayan beklentilerle, elindeki kaynaklarla orantısız risklerin altın girme olasılığı artıyor demektir. Örneğin, Davutoğlu’nun görüşlerini benimsediği anlaşılan bir analiste göre şimdi "politika yapıcıların algı haritasında, Türkiye’nin sınırları ulus devletin sınırlarının ötesine genişlemiş"… "Türkiye’nin Ortadoğu’ya müdahalesinin mekânsal sınırları ortadan kalkmıştır"(1). Bu saptamalar, AKP yönetiminin ekonomik, siyasi gerekçeleri, kaynakları belirsiz bir genişlemeci, hatta emperyalist politikalar geliştirdiğini düşündürüyor. Ben yazımda, Davutoğlu’nun bu kaygı verici tezlerini irdelemeye çalışırken yayınlandığı 2001 yılından bu yana 20’den fazla baskısı yapılmış olan Stratejik Derinlik adlı kitabın (Bundan sonra SD) ayrıntılı bir eleştirisini yapmaya girişmek yerine Davutoğlu’nun CNN konuşması üzerine kurulu "Türkiye’nin dış politika vizyonu, bir 2007 değerlendirmesi" başlıklı makalesiyle ilgileneceğim(2). A Kaygı verici doktrin Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu, dış dünyada, ‘gerçek dışişleri bakanı, dış politikanın gerçek mimarı’ olarak algılanıyor. Yaklaşımında ‘ekonomi politiği’ ihmal eden Davutoğlu’nun, ülkesinin ‘mihver, periferi, merkez veya küresel güç’ olup olmadığı noktasında net düşünce oluşturamadığı gözleniyor. paradigmayı benimseyerek başlıyor. "Türkiye’nin dış politika vizyonu..." başlıklı çalışmada da, "11 Eylül sonrası" olarak tanımlanan, tarihsel açıdan yeni, bir "dönem" saptanıyor. Davutoğlu ABD kaynaklı bir paradigma, zamanlama içinde, kısacası ABD’nin dünyaya bakış açısı içinde hareket ediyor. Lacan’cı bir kavramla, Davutoğlu’nun kendine, Ego Ideal olarak ABD yönetimini seçmiş olduğu söylenebilir. Davutoğlu, Türkiye için yeni bir dış politika vizyonuna, hatta bir jeopolitik yenilenmeye, tarihine ilişkin bir yeniden anlamlandırma çabasına gereksinim olduğunu savunuyor. Bu görevi yerine getirebilmek için iki "vektör" oluşturuyor: Ülkenin coğrafi konumu ve tarihsel kültürel mirası. Davutoğlu, en az bunlar kadar önemli bir üçüncü "vektörü" ise tümüyle ihmal ediyor, bence özellikle bastırılıyor. Bu üçüncü "vektör" "ekonomi politiğe" (ülke ekonomisindeki hâkim örgütlenme biçimine, sınıflar İŞLEVSEL BİR İHMAL Davutoğlu’nun kitabı SD, Samuel Huntington’un "uygarlıklar çatışması teziyle kurulan Babacan