Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Dostluk Antlaşması"dır. Yine 2005 yılında Çin ve Rusya’nın müştereken yaptıkları "2005 Barış Misyonu" tatbikatı, katılan kuvvetlerin gücü açısından yalnız teröre karşı güç birliği mesajı veren bir tatbikat olarak kalmamış, ABD’ye karşı da bir uyarı olmuştur. Bu tatbikat, ekonomik olarak ticaret hacimleri 20 milyar dolara erişmiş söz konusu bu iki ülkenin 1960’lardaki ideolojik çatlaklara da son vererek özellikle ABD’yi hedef alabilecek askeri ilişkilere başladıklarını göstermektedir. Bu işbirliği aynı zamanda, özellikle tek süper güç haline gelen ABD’nin keyfi müdahalelerine karşı 3. Dünya Ülkeleri’ndeki yılgınlığı azaltabilecek bir güvence olarak da yorumlanmaktadır. Aynı işbirliğinin izlerini yine bu çizgide ABD’nin İran’a karşı tutumunda yani Çin ve Rusya’nın bölgelerine dış güçlere karşı müşterek hareketinde de görmekteyiz. "2005 Barış Misyonu" tatbikatında Rus ve Çin destroyer, denizaltı ve savaş uçaklarının denizden bir abluka uygulamasının tatbikatını yapmaları ve özellikle son geliştirdikleri modern savaş araç ve gereçlerini bir arada kullanmış olmaları yine askeri anlamda ABD’ye bölgesel anlamda meydanı boş bırakmayacakları uyarısını söz konusu ediyordu. Sarı Deniz’de Çin’in Şandong yarımadası etrafında yapılan ve dört kısımdan oluşan bu tatbikat, denizde hava hakimiyeti, havadan ve denizden denizaltılara karşı müşterek harekat, düşman gemi ve denizaltılarına karşı, havadan, denizaltı ve üstünden saldırıları da içeriyordu. Bu ölçüde bir tatbikatın Asya’nın karasal sınırlarından uzak, açık denizlerde bu çapta teknoloji ve güç kullanımıyla yapılmış olmasının ABD’ye bir gözdağı anlamı taşıdığını anlamak zor değildir. 7000 kadar Çin ve 2000 kadar Rus askerinin katıldığı ve 8 gün süren tatbikata Moskova’nın TU95 stratejik bombardıman ve TU22 gibi uzun menzilli bombardıman uçaklarını göndermiş olması da ABD’ye bir mesaj değildi de neydi? Yine bu tatbikat ve birliktelikten rahatsız olan ABD’nin de bölgeye o günlerde iki casus uçak ve gemi göndermiş olması bu mesajın yerine ulaştığını gösteriyordu. Nitekim 2000 yılındaki ABD başkanlık seçimlerinde George W. Bush’un Çin’i stratejik ortaktan ziyade stratejik rakip olarak nitelendirmesinin nedenlerini bu tatbikat ve işbirliğinde açıkça görüyoruz. ŞİÖ’nün bu anlamda, ABD’nin dünya ölçüsünde ve hatta AsyaPasifik bölgesinde ciddi bir rakibi olabileceğini söylemek çok zor ise de en azından ABD’nin siyasal ve askeri gücünün Asya’nın ortalarına girmesini engellemede kararlı olduğunu da söylemek doğru yaklaşım olacaktır. C S TRATEJİ 5 Putin ve Jin Tao Uzun süredir ‘AB ne der’ diyerek Avrupa’yı gözleyen Türkiye, oluşan alternatif yapılanmaları da gözden kaçırıyor. Türkiye, Orta Asya Türk cumhuriyetlerinin katıldığı birliğin ve bölgenin çok uzağında kalmış durumda. büyük ekonomisi olmaya aday bir ülke, Rusya gibi ‘ŞANGHAY RUHU’ dünya enerji kaynaklarının çoğunu kontrol eden bir "Şanghay Ruhu" etrafında birleşmiş 6 üye ülkenin Çin ve Rusya’nın büyüklüklerinin yanında ezilmemelerine dikkat edilmesi hususu, ŞİÖ’nün güçlenme azmi taşıdığının bir belirtisidir. Eşitlik ilkesinin olmadığı ve bir takım ülkelerin ikinci, üçüncü sınıf ülkeler olarak kabul edildiği örgütlerdeki mevcut ve olası çatlaklar ve motivasyon eksikliği bilinmektedir. Bu sakıncaların dikkate alınması özellikle örgüt tarafından müşterek projelerin yürütülmesini kolaylaştırmaktadır. Bu bağlamda; ticaret, yatırım, gümrük, finans, vergilendirme, tarım, haberleşme, eğitim, sağlık, çevre, ulaştırma ve teknoloji alanlarında 150’ye yakın projenin müştereken yürütülmesi, ŞİÖ’nün bir güvenlik örgütü olmasının da ötesinde adımlar attığını, askeri alanda NATO benzeri bir gelişme gösterirken aynı şekilde sosyal ve ekonomik alanlarda da bir AB hüviyetine girebileceğini de göstermektedir. Özellikle Özbekistan’ı Tacikistan’a bağlayan bir karayolu, yine Tacikistan’da iki yüksek gerilim hattı projesi, Kazakistan’da hidrolik santral ve çimento fabrikası projeleri ekonomik alanlardaki işbirliğinin göstergeleridir. Kurulurken temelde; terörizm, aşırıcılık, ayrılıkçılık ve uyuşturucu kaçakçılığı ile mücadele ve sınır güvenliği ile bölge barışını hedefleyen bu örgütün süreç içinde, bazı örgüt üyesi liderlerin zaman zaman, "NATO olmayacağız" demelerine karşın NATO benzeri askeri bir rol üstlenebileceği, bunun yanı sıra AB gibi ekonomik ve sosyal bir örgüt olabileceği düşünülebilir. Çünkü örgüt üyesi ülkelerin karşı durmaları gereken bir küresel güç vardır. Yine örgüt üyesi ülkelerin altyapıları buna uygundur. Ayrıca Çin gibi geleceğin en güç ve şimdilik gözlemci de olsa Hindistan gibi büyük bir ekonomik güç olmaya aday devletlerin ŞİÖ’deki varlıkları örgütü ister istemez dünya siyasetinde daha iddialı roller almaya itecektir. ŞİÖ’NÜN ÖTEKİ İŞLEVLERİ Bu denli büyük bir alanda 1,5 milyarlık bir insan kitlesini kapsayan böylesine bir örgütün yalnız siyasi ve askeri işlevleri, amaçları olduğunu söylemek de yanlış bir yaklaşım olacaktır. Çünkü Atlantik’ten başlayan, AsyaPasifik bölgesine uzanan böyle bir örgüt, medeniyetleri birbirine yakınlaştırırken aynı zamanda bölge ülkelerini de Vladivostok’a kadar uzanan engin alanda birbirine yakınlaştırır. Hele son yıllarda örgüte İran, Pakistan, Hindistan ve Moğolistan’ın da gözlemci olarak katılmış olmaları, dini, etnik ve kültürel yapıyı zenginleştirdiği kadar çok renkli bir dünyaya atılmış bir adımı da çağrıştırmaktadır. Bizzat Putin tarafından öyle olmayacağı söylenmiş olsa da, işlev açısından ve süreç içinde NATO’yu eski Varşova Paktı çizgisinde hedef alabilecek olan bu örgütün ABD karşıtlığı örnekleri bu tezi güçlendirmektedir. Esasen kültürel ve bilhassa dini açılardan Batı dünyasına uymayan bir çeşitlilik içeren coğrafyada kurulmuş olan bu örgütün yine artık Batı dünyasının emperyalist bir aracı haline gelmeye başlayan NATO’nun özellikle Doğu’ya ilerlemesinin önünde bir set olması ve bunun köklerini, gücünü, bulunduğu topraklardaki insanların geleneksel olarak Batı zihniyetine karşıtlığından alacak olması da önemlidir. TÜRKİYE VE ŞİÖ Türkiye son 4,5 yılını, iktidarın AB ve İslam ülkeleri arasındaki arayışları ve her arayışında arkasına bakarak "ABD ne der?" politikalarıyla heba etmiştir. Orta Asya ve buradaki kardeş Türk Cumhuriyetleri bir önceki hükümetin Habeşistan’dan Avustralya’ya uzanan ziyaret programında hiç göz önüne alınmamış, bu muhteşem coğrafyadaki kültürel, tarihi, etnik ve dini ilişkilerimiz ve bunların potansiyel gücü heba edilmiştir. Bir zamanlar ciddi aktör olduğumuz bölgede bugün artık hiç yok gibiyiz. Son yılların Türk Dış Politikası(zlığı) neticesinde getirildiğimiz bu durum hak etmediğimiz bir konumdur. Asya’da ŞİÖ gibi bir oluşum başlamadan, Rusya ve Çin’den önce ŞİÖ benzeri bir oluşumu gerçekleştirebilecek olanaklarımız da var iken maalesef vizyonsuz yöneticilerce söz konusu potansiyel harcanmıştır. Nursultan Nazarbayev’in "Ortalık Asya" veya "Türk Birliği" benzeri önerileri yöneticilerimiz tarafından ilgisiz tutumlarla ve muhtemelen Batılı ülkelerinin de etkileriyle göz ardı edilmiştir. Büyük fırsatları yitirdiğimizi henüz anlayamadığımızdan, ŞİÖ’ye gözlemci olma konusunda da bir girişim veya bu konuda ortaya konmuş bir arzu belirtisi bile maalesef hala göze çarpmamaktadır. Türk tarihi bunun vebalini taşıyanları teşhir edecektir.