17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Sanayi hemen de yoktu. Yarı feodal düzenin kalıntıları varlığını sürdürüyordu, geniş köylü yığınlar cehalet ve sefalet içindeydi. Cumhuriyet idaresinin imparatorluktan aldığı miras, birbirini kovalayan üç savaştan perişan düşmüş bir Anadolu. Bütün fikir hareketlerinin, devrimlerin geliştiği Balkanlar imparatorluktan kopmuş. Anadolu’da nüfusun %90’ı okulsuz, yolsuz, ışıksız köylerde yaşıyor. Ankara bağımsızlığa kavuşmanın heyecanı içinde. Bir daha sömürgeleşmemek için çağdaş bir siyasal düzen ve az gelişmişlik koşullarında hızlı kalkınmayı sağlayacak bir ekonomik düzen kurmak gerekiyor. Mustafa Kemal’in öncülüğünde bu gerçekleştiriliyor: Demokratik, laik, bağımsız Cumhuriyet; Tek parti düzeni ve devletçi ekonomi. Devrimi iç ve dış düşmanlardan korumak için kaçınılmaz koşullardı bunlar. (Bugün özellikle Latin Amerika’da bağımsızlık savaşı veren pek çok ülkenin bu ekonomik modeli uyguladığını hatırlayalım.) Devrimleri Anadolu halkına mal etmek için eğitim ve geçim seviyesini yükseltmek gereği vardı. Mustafa Kemal bunu gördüğü için bir eğitim seferberliği ile halkı eğitme kampanyası başlatılmıştı. Devlet yatırımlarını içeren bir karma ekonomi sistemiyle de hızla sanayileşmenin ilk adımları atılmıştı. Ne var ki bunlar uzun vadeli işlerdir, 1950’de çok partili düzene geçişle beraber emperyalizme teslimiyet ve laiklikten taviz verme politikaları başladı. 1950’li yıllarda Bayar Menderes idaresi, Mustafa Kemal döneminin devletçi politikasını bırakıp, liberal ekonomiye geçmişti, yabancı sermayeye kapıları açmıştı, NATO ve diğer uluslararası örgütlere bağlanarak, bağımsızlıktan tavizler vermişti. Kore savaşına Amerikan generallerinin komutasında katılan Türk Birliği çok ağır zayiat vermişti. Ordunun yabancı komutasına girmesine isyan eden subaylar, "Bize bir ordu" diyorlardı. Ayrıca, güdülen liberal ekonomik politika ile sosyal eşitsizlik ve sefalet hızla artıyordu. Halk arasında, ekonomik bunalımın yarattığı hoşnutsuzluk, Demokrat Parti iktidarını tehlikeye sokmuştu. CHP muhalefetinin hızla güçlenmesi ciddi bir tehlike idi. Hükümet bu tehlikeyi önlemek için, Meclise bir, "Tedbirler Kanunu" getirdi. Hedef CHP’yi kapatmak ve bütün muhalefeti susturmaktı. Bu yasa çerçevesinde kurulan Tahkikat Encümenine her çeşit yetki verilmişti: Tahkikat Encümeni cumhuriyet savcısına, sorgu hakimine ve askeri, adli amirlere verilen bütün yetkileri kendinde toplamıştı. Aynı zamanda her türlü yayını yasak etmeye, matbaaları kapamaya, tahkikat için gerekli görülen her çeşit evrak ve vesikayı zapta; siyasi mahiyet arz eden her türlü toplantı, hareket, gösteri ve emsali faaliyet hakkında tedbir ve karar almaya yetkiliydi. (TBMM Tahkikat Encümeninin Vazife ve Salahiyetleri Hakkında Kanun, Madde1, 2 Sabahat Erdemir, "Milli Birliğe Doğru, İst. 1962, sa.207) BAYAR MENDERES idaresinin nasıl bir baskı rejimi kurduğunu NAZIM HİKMET çok iyi anlattı. GERİLEYEN TÜRKİYE YAHUT ADNAN MENDERES’E ÖĞÜTLER Şaşkınlığın bu kadarına doğrusu ya pes, Bindiğin dalı kesiyorsun Adnan Menderes. İlle de asıp kesmek geliyorsa içinden Ezmekte devam et barışçıları ..... sosyal adaletsizlik, basına baskı, aydınların tutuklanması vb. demokratik hakların çiğnenmesi sonucu önce üniversiteliler, sonra da ordu ayaklandı. Bu ortamda kaleme alınan 27 Mayıs Anayasası sosyal, siyasal, demokratik hakları garanti altına aldı. 27 Mayıs hareketinin temek ilkeleri arasında, "Kemalist devletçiliği yeni koşullara göre uygulamak, planlı bir devletçilik sistemi, sosyal adalet, toprak reformu ve demokratik haklar" vardı. Anayasa, en başta "Demokratik Hukuk Devleti" ilkesini gerçekleştirdi. Geniş ölçüde siyasal parti kurma hakkı tanırken, laiklik ilkesini korudu; "hilafetçi, saltanatçı demokrasi ilkelerini tanımayan partilerin kurulmasına müsaade etmedi. Bu Anayasa’nın sağladığı demokratik haklar işçi hareketinin, sol ve antiemperyalist parti örgütlerinin, sendikaların hızla güçlenmesine yol açtı. Bu anayasa sayesinde işçi sınıfının güçlü bir partisi oluştu ve sosyalist fikir hareketleri çığ gibi büyüdü. Türkiye İşçi Partisi (TİP), işçiyi siyasal hayata sokmak için bir basamak olmuştu. 1965 seçimlerinde TİP’in gösterdiği 382 adaydan 216’sı işçi ve emekçiydi. Meclise girmeye muvaffak olan 15 TİP temsilcisinin Meclise girmesi ile, güçlenmiş bir işçi hareketine dayanan, sosyalist, antiemperyalist bir parti Türkiye’nin siyasal hayatında önemli bir yer tutmuş oluyordu. Bir yandan da değişik sosyalist fikir hareketleri çığ gibi büyüdü. İşçi Partisi’nin içinde ve dışında Atatürkçü aydınlar Yön dergisinin etrafında toplanmışlardı. Devrimci subaylar gibi Atatürk ilkelerinin günün koşullarına göre uygulanmasını istiyorlardı. TİP ile beraber değişik akımlar, bir sosyalist kalkınma yolu çiziyorlardı. TİP’in sloganı, "Ne Washington ne Moskova, bağımsız Türkiye" idi. ABD emperyalizmine ve onların uydusu sermaye gruplarına karşı önemli gösteriler yapılıyordu. İşte bütün bu gelişmeler BayarMenderes döneminde güçlenen iş çevrelerini ve onların dayanağı olan ABD’yi ürküttü. 1971’de bir ABD destekli askeri darbeyle bu gelişmeler frenlendi. Ancak, bu da yetmedi, 1980’de ikinci bir darbeyle Türk solu paramparça edildi. Bugün hala bunun sıkıntısı çekiliyor. Bu baskıcı kanlı darbeler, sadece ordudan gelmiyordu. Türkiye’de egemenliğini kurmakta olan, NATO yoluyla Türk ordusunun içinde de taraftarlar kazanan ABD’nin de bu darbelerde önemli bir rol oynadığından hiç kuşku duymayalım. C S TRATEJİ 23 da yapıldığı bu seçimlerle Demokrasi gülünç hale getiriliyor. Sosyal demokrat muhalefet ise, bir antiemperyalist devrimci programla ortaya çıkmıyor. Demokrasi adına, "ordunun siyasete karışmamasını" isteyenler hangi demokrasiden söz ediyorlar? N. Chomsky geri kalmış, sömürgeleşmiş ülkelerde demokrasinin durumunu çok iyi anlatıyor: Bağımlı bir ülkede demokrasi yozlaşır. "Demokrasi, ABD'nin çıkarlarını gerçekleştirmek için bir maske olarak kullanılmaktadır. Çin, İran, Hindistan gibi ülkelerin bağımsızlıklarını koruma gayretleri Washington’u rahatsız etmektedir." Chomsk’ye göre, liberal ekonomi üçüncü dünya pazarlarını Batı’ya açmak için bir alet olarak kullanılmaktadır. Oysa gelişmiş ülkeler gerektiğinde ekonomilerini koruma önlemlerini alıyorlar. "Küreselleşmenin temel politikası olan neoliberalizm 18. yüzyıldan beri, sömürgelere demokrasi adına zorla kabul ettirilen bir düzendir". Chomsky olayı şöyle anlatıyor: "Tarih boyunca, demokrasi ve gelişme’nin bir ortak düşmanı vardı: ülkenin bağımsızlığını kaybetmesi. Büyük devletlerin hüküm sürdüğü dünyada, gelişmekte olan bir ülkede egemenliğin yok olması demokrasinin de yok olması anlamına gelir. Bu durumda bir ülkenin sosyal ekonomik politika uygulama gücü de kalmaz. Bu da gelişmeyi engeller. (Naom Chomsky: "Yakın Bunalım" Monthly Review, Haziran 2007 NewYork) VE ORDU Ne demişti Genelkurmay Başkanı Y. Büyükanıt? "Hiç kimse, hiçbir kurum Türkiye’yi Anayasa ile belirlenmiş rejiminin dışına çıkaramaz. Türkiye demokratik, laik, sosyal ve üniter bir devlettir. Bunun dışına Türkiye’yi çıkaracak hiçbir güç yok ve olmayacak." (14 Ocak 2007 ABD ziyareti.) Büyükanıt defalarca ulusal bütünlüğümüze tehdidin içerden çok dışardan geldiğini vurguladı. TSK’nın her türlü tehdide karşı koyacak güçte olduğunu söyledi. Peki, bunları söylemesin mi? Gözü kapalı; Türkiye’nin Orta Çağ bir İslam devletinin iktidarında, ABD emperyalizminin bir askeri üssüne çevrilmesine müsaade mi edelim? Türkiye’de hangi çağdaş devrim gücünü ordudan almamış? Tarihimizi ve önümüzdeki tehlikeleri iyi değerlendirelim, bir "yalan demokrasi"nin huriliğine çıkmayalım. Tarihinin şu önemli dönüm noktasında, başta ordu bütün devrimci, anti emperyalist güçlerin birliğine ihtiyacımız var. GÜNCEL DURUM Bugünkü karşı devrim Türkiye’nin bir sömürge durumuna düşürüldüğü koşullarda gerçekleşiyor. Hala feodal kalıntıların varlığını sürdürdüğü, yığınların cahil ve açlık sınırında bulunduğu bir yapıya dayanıyor. Oyların parayla satın alındığı, seçimlere içerden ve dışardan, devletin kesesinden bol paralar yağdırıldığı; bu yolla elde edilen medyanın emperyalizm ve "ılımlı İslam"ın sözcülüğünü yaptığı bir ortamda yeşeriyor. Pek çok yolsuzluğun 27 MAYIS DARBESİ, KEMALİST DEVRİMİ SÜRDÜRMEK HEDEFİNİ GÜDÜYORDU 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesinin temel nedeni buydu. Atatürkçü subaylar, Türk ordusunun NATO komutasına bağlanmasından rahatsızdırlar, "Bize bir ordu", diyorlardı. Ayrıca Bush
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle