17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

iradelerin parti politikalarının etkisi de dikkate alındığında, AB politikalarının sürekliliğinde bazı pürüzlerin ortaya çıktığı görülüyor. Biz buna İspanya’da JoseMaria Aznar’ın iktidardan düşmesinde ve Almanya’da Merkel’in işbaşına gelmesinde tanık olduk. Son zamanlarda ise İtalya’da böyle bir durumla karşı karşıya kalıp kalınmayacağı önümüzdeki günler ortaya koyacak. AB’nin Akdeniz kanadında İtalya’ya değinecek olursak, Berlusconi İtalyası Avrupa ve Birlik’e karşı her zaman bir ABD ve NATO taraftarı göründü. Berlusconi’nin bu şekilde davranmasının altında yatan nedeni ise İspanya, Polonya ve İngiltere ile birlikte AB içinde Avrupa’yı Franko–Alman etkisinden kurtarabilecek yeni bir eksen meydana getirme isteğinden ileri geliyor. Sol muhalefetin lideri Romano Prodi’nin İtalya’da iktidara gelmesiyle birlikte İtalya’nın AB’de alacağı yeni rol ise büyük bir merakla bekleniyor. 25 üyeli Birliğin lokomotifi olan ülkeler İngiltere, Fransa ve Almanya ortak ilke ve değerlere yaklaşımda zaman zaman ayrı tellerden çalıyorlar. Bunun temelinde ise, AB üyelerinin paylaşılan ortak ilke ve değerlere yönelik yaklaşımlarındaki farklılaşma yatıyor. İngiltere, AB'nin dünya şartlarına uymadığını savunuyor. İngiltere Başbakanı Tony Blair, "Yaşadığımız dünyaya uyum sağlayabilmek için vites değiştirmeliyiz" görüşünde. Birlik içindeki tartışmalara baktığımızda LondraParisBerlin hattında yaşanan farklılaşma unsurları farklı alanlarda kendini gösteriyor: görüşte olsalar da yakın gelecekte aynı çizgide buluşma olasılıkları oldukça yüksek görünüyor. Genişleme konusunda yaşanan tartışmalar her ne kadar Türkiye üzerine yoğunlaşmış olsa da Birlik içerisinde genişleme konusunda daha farklı yorumların olduğu da duyuluyor. Bunlar arasında Polonya’nın Ukrayna'yı AB üyeliği için destekliyor olması ve İngiltere ile Almanya’nın Balkanlar'a karşı ilgisi sayılabilir. Özellikle AB’ye yeni katılan Doğu Avrupa ülkelerinin ve Baltık ülkelerinin genişleme konusundaki tercihleri büyük önem içeriyor. Diğer taraftan ise AB’nin yaşamakta olduğu bu sıkıntılar Blair C S TRATEJİ 11 aday ülkeler üzerinde olumsuz bir enerji yayıyor. Sonuç olarak Avrupa ülkelerinin AB'ye ihtiyacı olduğu aşikâr. Bu Fransa için de, İngiltere için de aynı. Yunanistan, Litvanya, Portekiz için de, dünyanın üçüncü büyük sanayi devi unvanını taşıyan Almanya için de geçerli bir durum. Uluslararası ekonomik rekabet, pazar derinliği, ticaret, mali piyasalar, yatırımlar, teknoloji, bilim, eğitim, enerji ve çevre gibi ülkelerin geleceği açısından yaşamsal önemdeki etkenler Avrupa'da birliği kaçınılmaz kılıyor. Birliğin ortak ekonomik çıkarlarını küresel düzende koruyabilmesi, siyasal bütünlük ve ortak dış politika araçlarına olan gereksinimini vurguluyor. Sorunların anahtarı ise AB'nin önümüzdeki dönemde kendini dünya ölçeğinde bir oyuncu olarak tanımlayıp tanımlamayacağında yatıyor. AB'nin kendine biçeceği role göre şekillenmesi onu farklı mecralara akmasına sebep olacaktır. RusAlman ilişkileri… FARKLILIĞIN UNSURLARI AB'nin ekonomik ve sosyal sistemi açısından bakıldığında İngiltere bu sistemi daha Anglosakson bir yapıya dönüştürmek taraftarı. Fransa ve Almanya ise sosyal dayanışma temelli geleneksel yaklaşımı tercih ediyor. AB'nin etrafında dönmeye alıştığı eski FransızAlman ittifakı, aynı müreffeh Batı Avrupa ülkelerinden menkul eski küçük 15 üyeli birlik gibi, sona erdi. AB'nin geniş ve kapsayıcı bir serbest ticaret bölgesi olmaya odaklanması gerekip gerekmediğine dair derin bir anlaşmazlık burada söz konusu. Bu açıdan İngiltere AB'ye böyle bir gelecek biçmekte, Fransa ise daha dar ve siyasi bakımdan daha bağlı bir yarıfederasyondan yana duruyor. Farklılaşma unsurlarından bir diğeri ise politik bütünleşme aşamasıdır. İngiltere, ekonominin öncelik olduğu daha esnek bir sistem isterken Almanya ve Fransa, politik açıdan azami düzeyde bütünleşmiş bir Avrupa'dan yana tavır koyuyorlar. AB içinde gerçekleştirilmesi gereken reformlar konusu ise bir diğer farklılaşma unsuru. İngiltere, "vatandaş gidişten memnun değil" yaklaşımıyla hızlı ve radikal bir reform süreci talep ediyor. Almanya ve Fransa ise yaşadıkları sorunlara karşın mevcut sistemi koruma eğilimindeler. Uluslararası ilişkiler alanında ise İngiltere ile diğer iki ülke arasında ciddi görüş ayrılıkları bulunuyor. ABD ile ilişkiler, Irak ve NATO görüş ayrılığı yaşanan alanlardan sadece birkaçını oluşturuyor. Yukarıda da bahsedildiği gibi bu alanda yaşanan çok seslilik AB’nin uluslararası arenadaki pozisyonunu da zayıflatıyor. Genişleme konusu da farklılıkların en fazla yaşandığı alanlardan biri. İngiltere, Türkiye'nin üyeliği de dahil olmak üzere, bu konuda oldukça esnek ve olumlu bir yaklaşım benimsiyor. Almanya ve Fransa ise özellikle Türkiye konusunda farklı MerkelPutin görüşmesine ekonomi damgası Cornelia Rabitz/DW politikaları denince Angela Merkel’in selefi Gerhard Schröder’in çizgisini devam ettirdiği, toplantıların sergilediği bir başka gerçek oldu. Merkel, ocak ayında, Başbakan olduktan sonra yaptığı Rusya gezisinde insan hakları örgütlerinin temsilcileriyle görüşüp tabu olarak değerlendirilen konuları dahi ele aldıktan sonra BerlinMoskova arasında değişim beklentilerine yol açmıştı. Merkel’in ilk ziyaretiyle sergilediği izlenim, Tomsk zirvesiyle kayboldu. İki ülke arasındaki ilişkileri büyük oranda pragmatizmin belirlediği, iş ve yatırım konuları dışında fazla konuşulacak konunun olmadığı tescillenmiş oldu. Alman heyetinde yer alan iş adamlarının bu koşullarda zirveden memnun kalmış olmasını doğal Merkel ve Putin karşılamak gerekiyor. Zirvenin yapıldığı bölge halkının da imzalanan anlaşmalardan nasibini alıp alamayacağını zaman gösterecek. Doğalgaz ve petrol satışından elde edilen gelirin Rus halkına ne zaman yansıyacağı da belirsiz. Ekonominin Almanya ve Rusya arasındaki ilişkilerde belirleyici önem taşıdığı tartışılmaz. Sorgulanması gereken, iki ülke ve halk arasındaki ilişkileri enerji ve diğer sektörlerde yapılacak iş bağlantılarıyla sabitleyen anlayıştır. Pek çok kişi, uluslararası siyaset sahnesindeki tavrı, yükselişi ve attığı yeni adımlardan dolayı Angela Merkel’i övüyor. Başbakanlık görevini devraldığı Gerhard Schröder’in ardından gözyaşı yaşı döken kimse de yok. Yine de Merkel, siyasetin zaman zaman pragmatik ve soğuk kalıplarının dışına çıkılabileceğini kavramalı." S ibirya’nın Tomsk kentinde yapılan Alman–Rus Zirvesi’nde ekonomik konular ön plana çıktı. Enerji, Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasındaki görüşmelerin en önemli gündem maddesi olarak ön plana çıktı. DW’den Cornelia Rabitz’in Rus–Alman ilişkilerine ilişkin yorumu: "Zaman baskısından mı yoksa Sibirya soğuklarından mı kaynaklanıyor bilinmez ama, AlmanRus Zirvesi’nin yapıldığı Tomsk’da istenen müzakere havası bir türlü yakalanamadı. Aslında zirve için gereken ön hazırlıklar fazlasıyla yapılmış, Almanya Başbakanı Angela Merkel ve beraberindeki heyet dostça karşılanmıştı. Mekana ilişkin yapılan hazırlıklar, Merkel ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in sıradan bir zirveye imza atmalarına, basın mensuplarına meselelere kendi bakış açılarını dikte ettirmelerini engelleyemedi. AlmanRus Zirvesi’nde verilen mesaj birkaç cümlede özetlenebiliyor: Taraflar, İran ile yaşanan gerilimde diplomasiyi önemini dile getirdiler. Rus devlet şirketi Gazprom, Alman BASF firmasıyla anlaşma imzaladı ve Putin, Avrupa’ya enerji tedariğinde güvence verdi. Zirve, RusAlman ilişkilerinin dış ticaretle sınırlanma sürecinde olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Zirvede yıllardan beri sarfedilen sözler dışında başka rüzgarların esmesini bekleyenler yanıldı. Almanya’nın Rusya
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle