26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

C S kalkınma ajansları"nı değerlendirdi: metinden çıkarılmıştı. Ajanslar konusu bir "AB operasyonu"dur. Ama ilginçtir, bu ajans denilen yapıların dünya birliği AB’den başka Dünya Bankası’nca desteklenir. Sözkonusu birlik toplantılarından sonuncusunu Ekim 2005’te, Ege sanayicilerinin ve TOBB’un ev sahipliğinde İzmir’de yaptı. Toplantının destekleyicileri arasında Dünya Bankası’nı görmek ilginçtir. Daha geniş bakış açısıyla değerlendirdiğimizde, "ajanslar"ın AB yapımı olmakla birlikte, küresel aktörlerin yerelleştirme, özelleştirme, yabancılaştırma operasyonundan başka bir şey olmayan bir küreselci girişim olduğunu görebiliriz. 1999’dan bu yana IMF, Dünya Bankası, OECD bir konsorsiyum olarak AB liderliğinde hareket etmeye karar vermiş bulunuyorlar. Türkiye’nin AB üyesi olmadığı ve olmayacağı gözönünde bulundurulursa, "bölge kalkınma ajansları"nın AB ötesi sonuçlar doğuracağı daha kolay görülebilir. Bu karar, yani AB liderliğinde bir konsorsiyum olarak çalışma kararı, küresel dinamikler açısından çok isabetlidir. Nitekim AB liderliği olmasa, Türkiye’de bölgesel sanayici dahil pek çok kesim ve kurumun tepkisini çekebilecek olan bölgeleşme, AB lobisi sayesinde oldukça kolay ilerletilmiştir. Türkiye’de AB lobisi, kitleleri ve kurumları ikna etme zahmetiyle karşılaşmayan bir lobidir. "Bu ev ödevidir", "AB üyesi olmak istiyorsanız bunu yapacaksınız", "kuralları üye ülkeler değil AB koyar", "yapmayın, ama o halde AB üyesi olmaktan vazgeçin" savları, her türlü adımı atmayi bir hayli kolaylaştırmaktadır. Bölge ajanslarını, Türkiye’nin kolonileştirilmesinin bir aracı olarak değerlendirilebilir miyiz? Evet, değerlendirebiliriz. Bu, hızla ilerleyen sömürgeleştirme sürecinin araçlarından biridir. Sanayileşme ve KOBİ politikası bunu gösterir. KOBİ, yani küçük ve orta ölçekli işletme, büyük sanayiye göre tanımlanır; büyük sanayinin yapısı bunların yapısını belirler. Brüksel merkezli bölgesel KOBİ politikasında, bütünün büyük parçası olan "büyük sanayi" nerededir? Eldeki planda bu bilinmez; kayıp parçadır. Ama biz bu kayıp parçayı bulmak zorundayız. "Büyük sanayi yoksa KOBİ yoktur" ise, Brüksel merkezli KOBİ politikası için, bu işletmelerin sözleşmelerle bağlanıp yürüyeceği ana sözleşmeci büyükler nerede olabilir? .... Büyük sanayi, Avrupa ve merkezleri ABD’de olan sınai tekellerdir. Kalkınma ajansları, politikaları Brüksel bağlantılı belirleyerek, bölgesel büyüklükteki KOBİ’leri bu tekellerin taşeronluğuna hazırlayacaklardır. Başka türlü olması mümkün görünmüyor. Ülkenin büyük sanayi kuruluşları olan KİT’lerin özelleştirilip ortadan kaldırıldığı, ülkedeki büyük özel sanayi kuruluşlarının ortaklık yoluyla sürekli küresel tekellerce ele geçirildiği bir ülkede başka nasıl olabilir? Aynı durum tarım sektörü için de geçerlidir. Büyük tarımsal sınai işletmeleri temsil eden KİT’lerin özelleştirildiği bir ülkede, çiftçinin ürünle TRATEJİ 13 operasyonudur’ bağı koparılmış doğrudan gelir desteği sistemiyle üretimden alıkoyulduğu bir ülkede, tarımsal kalkınma nasıl sağlanabilir? Dünya devi büyük gıda tekelleri, ülkenin çiftçisini kendi emeği ve tarlası bahçesiyle birlikte sözleşmeli çiftçilik yoluyla taşeronlaştıracaktır. Üretimden el çekmiş köylü, bu ilişki karşısında direnebilir mi? Kaldı ki neden dirensin? Bu yeni ilişki, "yabancı sermaye girişi"dir; küresel tekellerin "ileri teknolojisi" ile yüz yüze gelmektir; para kazanmak ve zenginleşmektir. Aynı durum turizm sektörü için de geçerlidir. Şimdi olan, giderek daha çok olacak olandır. Ülkenin en güzel dinlenme alanları, Akdeniz kıyılarında olduğu gibi, ülkenin insanlarına kapanmış, ya zengin Avrupalı emeklilerin sitelerine ya da yerlilerden pek az kimsenin girebildiği "resort"lara devredilmiş yetecektir. Avrupa Birliği’nin çatırdadığı bir dönemde, Brüksel bürokrasisi gibi hantal ve antidemokratik bir aygıtla başa çıkmak kolaydır. Bunun için DPT’nin, KOSGEB’in, Tarım Bakanlığının ve ilgili diğer kurum kadrolarının "Brüksel odaklı" değil, "Türkiye odaklı" çalışmaya yönlendirilmeleri yeterlidir. Anayasaya aykırı olan bu yasanın çıkarılması önlense iyi olurdu; bu olanak hala vardır. Anayasa Mahkemesi’nin bu özelliği açıkça ortaya koyacağını umuyoruz. Bölge Kalkınma Ajansı uygulaması anayasaya aykırıdır. Anayasaya göre Türkiye’de idare "merkezden yönetim" ve "yerinden yönetim" olmak üzere iki esasa göre örgütlenmiştir. Ajanslar ise ne ilk esasa ne ikinci esasa uyar. Bunlar yeni bir yönetim kademesi görüntüsü verirler; oysa anayasa illerin üzerinde yeni bir genel yönetim kademesi yaratılmasına engeldir: "İl idaresi esastır". O halde "merkezden yönetim" unsuru değildirler. Öte yandan bunlar yerel yönetimler gibi belli bir alanda yetkilendirilmiştir; ama organları bölge halkınca seçilmemiştir. Zaten yerel yönetim türleri de anayasada tek tek sayılmıştır. O halde "yer bakımından yerinden yönetim" tanımı içinde de yer almazlar. Ajanslar "belli bir konuda hizmet vermek" için kurulmamış, bölgesinde planlama ve yatırımları yönlendirme gibi genel görevlerle donatılmıştır. Bu nedenle "hizmet yerinden yönetim kurumu" da sayılamazlar. Kısacası kalkınma ajansı adı verilen bu yapılar, idarenin örgütlenmesine bir üçüncü esas getirilmesini gerektirir ki, böyle bir değişiklik yapılmadıkça sözkonusu kurumların anayasaya uygunluğu ileri sürülemez. Olur da, yasa bu haliyle uygulanırsa, bu kez kalkınma ajanslarının "yönetim sistemi"nden kopuşuna tanık olacağız. Çünkü getirilen sistem, Türk yönetim sistemine yabancıdır ve bu nedenle de Avrupacı lobinin diliyle bu yapının "yönetme kapasitesi" yoktur. Sorun, ajansların sömürgeleştirmenin sürücüleri olarak iş görecek olmalarındadır. Bir başka deyişle sorun, Brüksel’in ve üyeliğini yaptığı küresel şirketlerle kuruluşlar konsorsiyumunun, ajanslar sayesinde Ankara’dan sonra ülkenin 26 bölge merkezinde yönetim mevkilerine sahip hale gelmeleri sorunudur. Bu yüzden de sorun yönetsel değil siyasaldır. O halde gerçek çıkış yolu, siyasal tercihlerde değişiklik yapmaktan geçmektedir denebilir. Daha geniş bakış açısıyla değerlendirdiğimizde, "ajanslar"ın AB yapımı olmakla birlikte, küresel aktörlerin yerelleştirme, özelleştirme, yabancılaştırma operasyonundan başka bir şey olmayan bir küreselci girişim olduğunu görebiliriz. olacaktır. Kendi topraklarını yöneten ülkeye egemen ülke denir. Egemenlik, kendi kendini yönetmek, amaçlarını ve planlarını kendisi yapmak demektir. En temel ekonomik ve sosyal alanlarda kararverme gücünü ülke dışında bir merkeze bırakmış olan ülkelere verilen ad ise sömürgeliktir. Türkiye’nin başka çıkışı yok mu? Herhalde her zaman bir çıkış olsa gerekir. Ama burada çıkış yolları çok göz önündedir. Birincisi, kalkınma ajansları yasası basit bir nedenden ötürü çıkabilmiştir: AB lobileri toplumda ve devlette kritik önemdeki mevkilere yerleşmiştir; bu dar bir zümredir; bulundukları mevkiler sayesinde politika sürecini "kapalı, elitist, grupçu" yöntemlerle yönlendirebilmektedirler. Bu, bir ülkenin kaderini yönlendirme bakımından çok zayıf ve güvensiz bir çalışma tarzıdır. Her ilgilinin bu antidemokratik aşiretçi grubu farketmesi, yalnızca farketmesi, anılan kesimi etkisizleştirmeye
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle