17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

gazeteciden geldi. Biz de "yalnız Kıbrıs D’Alema konusu değil, her gün yeni bir sorunun Türkiye’nin önüne çıkartılmasından; bugün sözde Ermeni soykırımı, öteki gün, sözde Kürt sorunu, Pontus ve dinler arası uyuşmazlık gibi sorunların Türk insanının AB konusundaki beklentisini kırmıştır" dedik. Kendimizce geçerli olduğunu düşündüğümüz gerekçelerimizi sergileyerek Türkiye’nin oyalanmak istendiğini ancak bunun kimseye yararı olmayacağını; yitirenin yalnız Türkiye değil, tüm Batı’nın olacağını söyledik. Ancak Türk tarafının da 2006 yılında laiklik ve irtica gibi kavramların tanımını yapmaya kalkmasının yanlış olduğunu çünkü bu tanımlardan ilkinin Dante’den beri; ikincisinin ise Giordano Bruno’nun odun ateşinde yakıldığı; Galileo’nun tımarhaneye tıkıldığı günden bu yana bilindiğini ve bu tanımları bugün çarpıtarak Türkiye’de kimi kesimlerin gerici yaşam biçimlerine kılıf hazırlamak istediklerini söyledik. Ve gene bu ayak sürümelerinin temel nedenlerinden birinin Türkiye’de iktidarda olan partinin AB’de aradığını bulamadığını ve AB’nin bu tavrının gerek Avrupa’da gerek Türkiye’de Türkiye’nin üyeliğini istemeyenlerin ekmeğine yağ sürdüğünü söyledik ve bunda dikkatli olunması gerektiğini anımsattık. Ayrıca Türk imgesinin doğru yansıtılmadığından şikayetle AB kamuoyunun Türkleri yanlış tanıdığı söylendiğinde de kendimizi tanıtmanın bize düşen bir görev olduğunu İtalyanları örnek olarak göstererek verdik ve gerek Türk gerek İtalyan katılımcılara Atatürk döneminde böyle bir sorunumuz olmadığını anımsattık. Tanıtma olayının kendi yağımızla kavrulmak olmadığını; ister devlet ister özel kuruluşlar aracığıyla yoğun bir tanıtma kampanyasına girişmemiz gerektiğini ve kendimizi AB siyasacılarından önce kamuoyuna, daha çok ekin, sanat, edebiyat aracılığıyla tanıtmamız gerektiğini ve kalıcı olanın da bu etkinlikler olduğunu ancak çok geç kaldığımızı anlatmak istedik. Bilgi eksikliğinin toplumların birbirini yanlış tanımasına; yanlış bilgilendirilmesine neden olacağını ve anlayış farklılıklarının giderek artacağını söyledik. C S TRATEJİ 23 D’Alema bu saptamanın doğru olduğunu söyledi. Egemen Bağış ayak sürmenin söz konusu olmadığını müzakereler bitmeden bir takım soruların sorulamayacağını anımsatırken kitapta yazılana bakmamız ve AB ile ilişkilerimizi siyasal malzeme yapmamamız gerektiğini söyledi. İtalyanlar bu sözleri doğrularcasına sorunları değil, geleceği konuşmaktan yana olduklarını ancak reformların hız kazanması gerektiğini vurguladılar. Yanlış anlaşılmalara yer olmadığını AB’nin Avrupa’sına esneklik kazandırmak gerektiğinin altını çizdiler. İtalyanların bizim ağzımızdan bir takım gerçekleri duymak istedikleri sordukları sorularla belli oluyordu. Bizimkiler de Türkiye’nin hızla kalkınmakta olan bir ülke olduğunu; enflasyonun yüzde 50’lerden yüzde 9’lara düştüğünü; ekonomide iyi bir tempo yakaladığımızı; enerjide olsun, tecimde olsun AB’nin Ortadoğu’yu göz ardı edemeyeceğini; bunun için de Türkiye’ye gereksinimi olduğunu anlattılar. Türkiye’nin asker gücünün NATO’yu ayakta tuttuğunu; güçlü ve Avrupalı bir Türkiye’nin çevresine istikrar yayacağını söylediler. Kıbrıs konusuyla ilgili olarak da AB’nin vermiş olduğu sözde durmadığını; Kıbrıs meselesi ihtilaflı olmasına karşın Güney Kıbrıs’ı AB’ye aldıklarını; söz konusu Kuzey Kıbrıs olunca ayak sürüdüklerini; bin dereden su getirdiklerini; izolasyonları kaldıracaklarına Türkiye’den liman ve havaalanlarının Rum kesimine açılması yönünde ısrarlı olmamaları gerektiğini AB yönetimi ve üye ülkelerin hükümetleri nezdinde çalışmalarını yoğunlaştıran Türkiye’nin ülke kamuoylarını ihmal ettiği Fransa’daki olayda net olarak ortaya çıktı. Türkiye’nin kamuoyu algılamaları üzerine çalışması gerekiyor. "heyecana kapılmadan ve önyargısız yaklaşımlar gösterirsek AB’ye girmek daha kolay olur" sözlerinin ardından "AB’nin Türkiye’yi yitirdikten sonra oturup ağlamasını istemem" dedi. Türkiye Avrupa için bir güçtür. Türkiye’nin ekonomik kalkınması umut vericidir. Laikliğin var olduğu tek İslam ülkesi olduğunu ve Türkiye’nin AB’ye girmezse İslamHıristiyan çatışmasının artacağını sözlerine ekleyen D’Alema soyut bir kimliği savunmak için kapıları Türkiye’ye kapatmanın anlamsızlığına işaret etti. Ardından farklılıkların var olduğu bir birliğin insanlığın daha çok işine yarayacağını vurgulayan dışişleri bakanı D’Alema Türkiye’nin, Akdeniz mallarının geçiş; iki uygarlığın buluşma noktası olduğunu söyledi. Tüm İtalyan konuşmacıların bizim duyarlı olduğumuz konulara parmak basmamak için özen gösterdiklerini gördük. Zaten konuların sözde olduklarını kendilerinin de çok iyi bildiklerini baş başa olduğumuzda dile getirdiklerini söylemek gerek. Ama bu konularda kamuoyunu ikna etmek bize düşüyor. Örneğin niçin üniversiteler arası sempozyum, kongreler düzenlenmez ki? Biz, sanıyorum, deyim yerindeyse, "kendimiz çalıyor, kendimiz oynuyoruz". Derdimizi dışarıya anlatmakta sorunumuz var; elimizdeki malzemeyi ve insan gücünü kullanmasını bilmiyoruz ve bu işe gerekli parasal kaynakları ayırmıyoruz. anlatmaya çalıştılar. KAMUOYU ÇALIŞMASI Türkİtalyan Forumu, bana göre başarılı geçmiştir. Böylesi toplantıların yapılmasında yarar vardır. Bilgili ve dil bilen insanların bu toplantılara çağrılmaları ve haklarımızın gerektiği biçimde Avrupalılara anlatılması kaçınılmazdır. Ne ki Avrupalı olmakta kararlı olduğumuz iyice anlatılmalıdır. Ödünsüz bir kararlılık olmalı. Toprak bütünlüğümüzden ödün vermeyeceğimizi; bağımsızlık ve özgürlük anlayışımızdan vazgeçmeyeceğimizi kendilerine anlatarak... Kısacası Lozan’dan vazgeçmeden Avrupalı olmak istediğimizi ulusal bir kararlılıkla anlatmak gerekir. Sanıyorum AB’nin de bizden istediği budur. Şu anda bizi denemektedir. İstediklerini almaktan yanadır ama bizim ulusal kararlılığımız karşısında geri adım atacak olan Avrupa’dır. Bizim de şapkamızı önümüze koyup iyi düşünmemiz gerekir. Çıkar hesapları arkasından gitmeden, her türlü iktidar hırsımızdan vazgeçerek, eşitlikçi ve sosyal adaletçi bir karakterle yalnız ve yalnız ülkemizin çıkarlarını öne çıkartarak Avrupalı olmak istediğimizi gerek ülke içinde gerekse yurtdışında bize karşı olanlara anlatmalıyız. Bu anlamda Avrupalı olmak, kimilerin savunduğu gibi, Atatürkçü çizgiden sapmak anlamına gelmez, tersine O’nun da istediği gibi çağdaşlık kapılarını zorlamak anlamına gelir. Yoksa yanı başımızda pusu kurmuş bizi bekleyen sözde dostların kucağına oturmak var. Unutmayalım! TÜRKİYE’NİN AB İÇİN ÖNEMİ Bu toplantıda biz Türklerin söyledikleri önemliydi ve somut verilerle İtalyanların karşısına çıkmak kaçınılmazdı ama İtalyanların bizi nasıl gördükleri çok daha önem taşıyordu. Çünkü suçlamalar varsa onların ilk ağızda yanıtlanması gerekiyordu. Samimi olmamız gerekiyorsa suçlama olmadı ama daha dikkatli ve daha tez canlı olmamız gerektiği anımsatıldı. Başbakan Danışmanı Renato Ruggiero, örneğin, diyalogdan yana olduğunu, ayakta kalabilmek için konuşmamız gerektiğini söylüyordu. Kimi İtalyan konuşmacılar da AB’nin inanırlığı açısından verdiği sözü tutmak zorunda olduğunu söylerken, kimileri de "Türkiye, AB ile ilişkilerini keserse küreselleşme ve enerji bağlamında AB bunalıma girer’ diyordu. Etkinliğin sponsoru UniCredit’in Başkanı Alessandro Profumo, herkesin şikayet ettiği nüfus kalabalığının, tersine, yararlı ve Türkiye’deki insansal ilişkilerin çok etkileyici olduğunu söyledi. Hepimizin merakla beklediği D’Alema’nın ne söyleyeceğiydi. D’Alema’nın ilk sözleri her iki tarafa da ortamı germememiz yolunda bir uyarıydı. İlerleme Raporu’nda alınmış kararlara hepimizin boyun eğmesi gerektiğini anımsatırken AB’NİN ESNEKLİĞİ Türk konuşmacılar, başta Dışişleri Bakanı Gül olmak üzere cesaretimizi kırmamalarını söylediler.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle