17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

The Economist 24 Aralık Tha Idependent 21 Aralık ücadele tarihi Allende’ye Castro’ya dayanan Latin Amerika’da günümüzde yaşanan gelişmeler ‘yeni bir alternatif mi?’ sorusunu da gündeme getiriyor. Chavez ile başlayan sistem karşıtı hareketin son durağı Bolivya oldu. Bu yöneliş ulusdevletlerin sona erdiği tezini yeniden tartışmaya açıyor. M jeye dönüşeceğinin de bir habercisi gibiydi. Denilebilir ki, Avrupamerkezci düşünce geleneğimiz ve tüm Dünya’ya tek merkezden yayılan steril dezenformasyonlar Latin Amerika’da yaklaşık on yıldan bu yana artarak gelişen neoliberalizm ve küreselleşme karşıtı siyasal oluşumların görmezden gelinmesine yol açmıştır. AB tartışmaları, kamu mülkiyetlerinin özelleştirilmesi furyası, altüst kimlik tartışmaları ve sosyal devlet anlayışının erozyona uğratılması anlamında biçimlenen bu medyatik ve entelektüel kirlenme ne yazık ki bu günde olanca hızıyla ülkemizde ki varlığını sürdürmeye devam ediyor. Gramsci’nin “organik aydınlar” kavramıyla içkinleştirdiği devlet aklı ve ideolojisinin savunma reflekslerini uluslararası konjonktürden belirli angajmanlarla devşirdikleri söylemlerle bir amentü gibi kabul edilmesini dayatan bu zihniyet oligarşisinin taşıyıcıları tarafından genelleştirilen bakış açıları; bu gün Latin Amerika gerçeğini de doğru algılamamızı ve analiz etmemizi engeller bir mahiyet içeriyor. 1960’lardan bu yana Latin Amerika’da gelişen toplumcu eğilimler “Amerika’nın arka bahçesi”nde işlerin hiç de kapitalist dünyanın istediği biçimde gitmediğinin bir işaretiydi. Küba devrimi bütün Latin Amerika için bir sembol olmuştu. Latin Amerika’nın idolü Che Guevara’nın “sürekli devrim” tezi güney ve orta Amerika ülkelerinde geniş yankılar buluyordu. Öyle ki 1970’lerin başında Şili’de Salvador Allende’nin parlamenter yoldan sosyalizme geçişi ve cumhurbaşkanı oluşu başta çok uluslu Amerikan şirketleri olmak üzere Amerikan yönetimini ciddi bir biçimde rahatsız etmişti. Anılan süreçte Amerika bu dalgaya set çekmek için Brezilya, Şili, Arjantin, Uruguay gibi ülkelerde CIA destekli askeri darbeleri organize ederek geniş bir depolitizasyon süreci başlattı. Bu depolitizasyon dalgasına ilk tepki 1970’lerin sonunda Nikaragu’daki Sandinist devrimle geldi. Sandinist hareketin gücü Amerikan askeri ve ekonomik yardımıyla organize edilen rejim karşıtı Kontralar aracılığıyla kırıldı. 1990’larda Kuzey Amerika serbest Ticaret Anlaşması NAFTA’nın Meksika tarafından imzalanması ve böylelikle neoliberal değerlerin “arka bahçe”de içselleştirilmesine yönelik ilk somut adımların bir habercisiydi. Bu anlaşmanın imzalanmasından sonra Meksika, muhafazakar ve piyasa ekonomisini savunan Vincente Fox’u cumhurbaşkanı seçti. NAFTA’nın imzalanmasından sonra Meksika’da bütün dünya tarafından ilgiyle izlenen Çiapas’taki Zapatista yerli hareketinin ortaya çıkışına şahit olduk. Zapatistalar iktidarı ele geçirmeye odaklı bir hareketi benimsemeseler de yerli nüfusun çıkarlarını ön plana alan bir politik hareketin izleyen süreçte tüm Latin Amerika’da referansını oluşturdular (2). Bu gün Venezuela, Uruguay, Arjantin, Şili, Brezilya ve en son olarakta geçtiğimiz günlerde devlet başkanlık seçimlerini yüzde 51’lik oy oranıyla Evo Morales’in kazandığı Bolivya’daki gelişmeleri gerçekten doğru okumak gerekiyor. Hiç kuşkusuz bütün bu gelişmelerin ortaya çıkmasında Latin Amerika’nın kendi tarihsel birikiminden bu güne getirip taşıdığı değerlerin payı yadsınamaz. Coğrafi Keşifler’den bu yan bütün değerlerine el konulmuş, ötekileştirilmiş, batılı beyaz adamın, conquistatorların yüzlerce yıl zulmüne uğramış bir coğrafyadan öncelikli olarak “yerli” ve “köylü” bir hareketin çıkması kadar doğal bir şey yoktur. Nitekim Venezuela’da Chavez’in ve Bolivya’da Evo Morales’in “yerli” önderler olmaları bunun en açık kanıtıdır. Lakin Dünyanın üçüncü büyük koka üreticisi ve Latin Amerika’nın da Venezuela’dan sonra ikinci büyük petrol üreticisi olan Bolivya ve ülkesinde faaliyet gösteren çok uluslu petrol şirketlerinin devletleştirilmesinden yana olan Venezuela’daki Chavez yönetimini yalnızca yerli ve lokal tepkileri kendi bünyesinde toplayan siyasal iktidarlar biçiminde görmek Latin Amerika gerçeğini bütün anlam ve biçimiyle görmemizi engeller. Ulusal kalkınmacılığı esas alan, evrensel değerleri yerli ve ulusal özellikleriyle birleştirip çağdaş bir sentez yaratmaya çalışan, sınıfsal ve toplumsal çelişkilerini sosyal adalet ve sosyal devlet yaklaşımlarıyla aşmak isteyen, refahı toplumsal tabana yaymak isteyen ve üzerine basa basa “millici” olan; ama otarşik olmayıp kapılarını çağdaş olana her zaman açık bırakan Latin Amerika; bu tutumuyla neoliberal saldırıya, IMF; Dünya Bankası ve çok uluslu şirketler aracılıyla sürdürülen küresel sömürü düzenine, dünyanın yoksullarına, kimsesizlerine, yoksullarına ve açlarına her zaman için yeni dünyanın kurulabileceğine olan inancı ve umudu aşılıyor aslında!. Hem de ulusdevletlerin ömürlerini tamamlamış olduğunu ilan eden neoliberal inancın tam aksine. Bakmasını bilenler için Latin Amerika gerçeği aslında çok şeyler söylüyor. KAYNAKLAR Notlar 1 Francis Fukuyama, Tarihin Sonu ve Son İnsan, (Çev: Zülfü Dicleli), Simavi Yay., İstanbul , tarihsiz. 2 “Bolivya , Bush ve Latin Amerika”, Fernand Braudel Merkezi, Binghampton Üniversitesi, http//fbc.binghampton.edu./124tr.htm. C S TRATEJİ ÇİZGİLİ DÜNYA? Bol gülümsemeli bir yıl dileği ile... 7 2005 Financial Times 23 Aralık Internatıonal Herald Tribune 22 Aralık The Guardian 27 Aralık
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle