17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

22 C S yıllardır Litvanya’da aktif olarak çalışan Ermenilerin Litvanya siyasi eliti tarafından desteklenmesinin altında bu karışık duygular yatmaktadır. Litvanya siyasilerinin aldıkları söz konusu kararın temelinde siyasi sebepler dışında,iki çeşit psikoloji ve kültür kaynaklı davranış yatmaktadır. Birincisi, kendi ölçütleriyle diğer halkları ölçmek, ikincisi, kendi suçlarına diğer halkları ve devletleri dahil etmektir. İlk deneme olarak Litvanya Parlamentosu, Kasım 2005’de Ukrayna’da 19321933 yıllarında yaşanan açlığı “Stalin totaliter komünist rejiminin Ukrayna halkının planlı soykırımı” olduğunu ifade eden kararı kabul etmiştir. Bu kararın alınmasının arkasında Rusya karşıtlığı gibi diğer önemli sebepler bulunsa da, yukarıda bahsedilen psikolojik etkenlerin de rol oynadığı şüphesizdir. “Psikolojik aklanma” yönündeki ikinci adım ise sözde Ermeni soykırım kararı olmuştur. Türkiye’nin tavrı itvanya’nın davranışının sebebi ne olursa olsun, her devletin kendi menfaatleri doğrultusunda hareket ettiğini kabul ederek, esas olarak Türkiye’nin konuya yönelik tavrının incelenmesi gerekmektedir. Her şeyden önce Litvanya’nın almış olduğu karar, Baltık ülkeleri konusunda Türkiye’nin izlediği politikanın etkisizliğini ortaya çıkarmıştır. Baltık ülkelerinin NATO’ya girişlerini destekleyen Türkiye, bu ülkelerin AB’ye giriş sürecinde kendisine yardımcı olacağını varsaymıştır. Eylül 2005’de Litvanya’yı ziyaret eden ve Litvanya Parlamentosu’nda konuşma yapan TBMM Başkanı Bülent Arınç TürkiyeLitvanya ilişkilerinde hiçbir sorunun olmadığını ifade etmiş, Litvanya’nın AB’ye üyelik sürecimizde daima yapıcı ve destekleyici rol oynadığını belirtmiştir. Halbuki o sıralarda Litvanya Parlamentosu’nun Ermeni kararını alabileceği, bu yıl içerisinde bütün dünyada olduğu gibi, Litvanya’da da Ermeni lobisinin faaliyetlerini artırdığı biliniyordu. Gerçi Litvanya’nın yaptığı, Avrupa Parlamentosu’nun sözde Ermeni soykırımı konusundaki karara aktif destek vermekten başka bir şey değildir. Bu anlamda Türkiye, Ermeni iddialarının arkasında artan desteğin mimarlarını da ayırdetmelidir. Türkiye karşıtı kararlar alan ülkelere karşı etkin yaptırım geliştiremeyen, önlem almak şöyle dursun, tepkilerin dozu konusunda bile aşırı dikkatli davranan bir Türkiye, en beklenmedik yerlerden bu tip kararlarla karşı karşıya kalmaya devam edecektir. Bazıları Türkiye’nin Litvanya’nın Sovyetler Birliği tarafından ilhakını tanımadığını, Litvanya’yı ilk tanıyan ve bu ülkede büyükelçilik açan ilk ülkelerden olduğunu, Litvanya’nın NATO’ya girişini desteklediğini göz ardı edebilir. Ancak Türkiye, sadece yaptığı iyiliklere karşılık denk davranışları beklememeli, yapılan kötülüklere karşılık denk davranışlarda bulunmayı da adet edinmelidir. TRATEJİ K KTC’nin adımını GKRY engelliyor Rumlar siyasi hedeften vazgeçmiyor ürkiye Londra ve Zürih antlaşmalarından doğan T garantörlük hakkı ile Kıbrıs’a müdahale etti ve adanın Rumlaştırılmasını engelledi. Kuzeyde mülkü kalan Rumlar daha sonra AİHM’ye başvurarak tazminat talebinde bulundu. AİHM, garantörlük hakkını görmezden gelerek Türkiye’yi adada ‘işgalci’ olarak kabul etti. Gözde KILIÇ YAŞIN muştur. Bunların en iyi örneklerinden bir tanesi, birçok Litvan’ın Yahudi soykırımına ve Nazi Almanyası’nın işlediği diğer cinayetlere aktif olarak katılmasıdır. 1940 yılındaki Sovyetler Birliği ilhakından zarar gören Litvan halkı, 1941’de Sovyetler Birliği’ne saldırı başlatan Nazi Almanya’sını olumlu karşılamış, birçok Litvan, Nazi Almanya’sının kurdurduğu çeşitli güvenlik kuvvetlerine katılmıştır. Naziler ve işbirlikçileri, sayıları 220250 bin civarında oldukları ifade edilen Litvanya Yahudilerinin yaklaşık olarak yüzde 95’ini katletmişlerdir. Litvanya’daki Yahudi kıyımının tanıklarından bazılarına göre, sadece Nazi Almanyasına hizmet eden Litvanların değil, halkın büyük bir çoğunluğu Yahudi katlini desteklemiştir. Bugün Litvanya’da bazı çevreler, Yahudilerin Sovyet işgalini desteklediklerini ve dönemin KGB’sinin Litvan halkına yönelik uyguladığı şiddet hareketlerine birçok Yahudi’nin aktif olarak katıldığını öne sürerek Nazi işbirlikçilerini aklamaya çalışmaktadır. Litvanya’nın Nazi işbirlikçilerinin yargılanması konusundaki isteksiz tavrı ve Litvanya’da artan Yahudi karşıtlığı uluslararası basında konu olmuştur. İsrail’in, Litvanya’da gerçekleşen Yahudi soykırımından Litvanları da sorumlu tutmaya yönelik sert tavrı, uluslararası arenada Litvanya’nın suçlanmasına yol açmıştır. Suçlamalar Litvanya Parlamentosunda bile dile getirilmiştir. 2003 yılında Litvanya Parlamentosu’nda konuşma yapan İsrail Parlamentosu Knesset Başkanı Ruven Rivlin, Litvanya’yı sert bir şekilde eleştirerek, Litvanların Nazi rejimiyle birlikte cinayetler işlediğini belirtmiştir. Bu baskılar sonucunda Litvanya yetkilileri özür dilemek, el konulan Yahudi malvarlıklarının iade edilmesine yönelik çalışmaları başlatmak ve yok edilen Yahudi toplu yerleşim yerlerini tekrar inşa etmek durumunda kalmıştır. Buna rağmen, Yahudilerin çalışmaları devam etmiştir. 22 Eylül 2005 tarihinde Litvanya’yı ziyaret eden İsrail Cumhurbaşkanı Moşe Katsav, Litvanya Parlamentosu’nda yaptığı konuşmada “soydaşlarımın katledilmesine birçok Nazi işbirlikçisi Litvan katıldı” demiştir. Yahudi lobisinin ve İsrail’in uluslararası kamuoyuna ve Litvanya devletine yönelik olarak yürüttüğü çalışmaların Litvanya üzerinde yarattığı baskı, kimileri arasında tepkiye, kimileri arasında suçluluk duygusuna yol açmıştır. Zaten L TUSAM Balkan Araştırmaları Masası [email protected] oizidou Davası[1], hukuki bir sorun olmaktan çıkarılıp Rum kesimince, Yunanistan ve AB içindeki Türkiye karşıtlarınca Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak amacıyla kullanılan siyasi bir konu haline getirilmişti. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Mira KsenidesArestis davasında verdiği karar ise mülkiyet ve tazminat davaları açısından yeni bir dönem başlatıyor. AİHM, Loizidou Davası’nda olduğu gibi Türkiye’nin mülkiyet ihlalinde bulunduğuna karar vermekle birlikte tazminat konusunda yeni bir yaklaşım getirdi ve KKTC’de etkin bir iç hukuk yolu oluşturulmasını isteyerek başvurular için KKTC’deki Tazmin Komisyonu’na işaret etti. Karar, aslında iç hukuk oluşturma görevini Türkiye’ye yüklemiş olsa da KKTC’de oluşturulacak ancak Türkiye’yi de bağlayacak bir iç hukuk sisteminin sağlanması, AİHM’in bu yapıyı kabul etmesi durumunda, KKTC için yeni bir dönem oluşturacaktır. Kararla örtüşen yasa İHM’in kararı, henüz 19 Aralık 2005’de onaylanan, 21 Kasım’da da Resmi Gazete’de yayımlanan ve Rumlara takas, tazminat ve iade öngören yeni mülkiyet yasası ile örtüşüyor. Nitekim yeni mülkiyet yasasının amacının da Rumların yapacağı bireysel mülkiyet başvuruları için “iç hukuk yolu” yaratmak olduğu yetkili ağızlarca ifade edilmişti. “Anayasa’nın 159. Maddesinin 1. Fıkrasının (b) Bendi Kapsamına Giren Taşınmaz Malların Tazmini, Takası ve İadesi” adını taşıyan yasa, KKTC sınırları içinde kalan eski Rum malları için tazminat, takas ve mal iadesi ile taşınır mallara tazminat öngörüyor. Yasa, mahkeme gibi çalışacak ikisi yabancı yedi kişiden oluşacak bir komisyon atanmasını düzenliyor. Yeni yasa ile her bir başvuru kendi içinde değerlendirilerek ki L A mi zaman tazminat kimi zaman takas kimi zaman da iade kararlaştırılacak. Yasaya göre, eşdeğer karşılığı olan mallar iade dışında tutulacak, diğerlerinin iadesinde ise hemen iade veya çözümden sonra iade yollarından birine gidilecek. Böylece, eşdeğer karşılığı mallar dışındakiler, birilerinin kullanımındaysa veya askeri tesis olarak kullanılıyorsa ya da üzerinde kamu yararı bulunuyorsa ancak çözümden sonra ve KKTC devleti tarafından kamulaştırma yoluna gidilerek iade edilecek. Kullanımda olmayan, kamu düzenini tehlikeye düşürmeyen devlet kontrolündeki mallar ise hemen iade edilecek. Tazminat ödenmesi durumunda ise bugünkü rayiç bedel, malın 1974’den bu yana olan değer artışı ve başvuru sahibinin Güney’de Türklere ait mal tutup tutmadığı da dikkate alınarak karar verilecek. Takas taleplerinde ise yine malların bugünkü rayiç bedelleri esas alınarak hesaplama yapılacak. Tazminat ve takas halinde mülkiyet hakkı ortadan kalkacak ancak takas halinde kullanım kaybından doğan zarar ve konut hakkından doğan manevi zarara ilişkin tazminat talebi saklı kalacak. AİHM, Kıbrıs’taki mülkiyet sorununa ilişkin aldığı kararla bir yandan hukuka siyaset karıştırılmasına alet olduğu şeklindeki eleştirilerin bir kısmından bir yandan da usul hukukuna aykırı şekilde üstlendiği yükten kurtulmuştur. Avrupa Konseyi Delegeler Komitesi’nin 2 Aralık 2003 tarihli toplantısında, Türkiye’ye, Loizidou Davası’nın diğer davalar için emsal teşkil etmeyeceğine dair güvence verilmişti.[2] Bu anlamda Arestis davası ile AİHM, aslında verilmiş bir sözü yerine getirmiş oldu. Öte yandan, mahkemeye başvurmanın ön şartı olan “iç hukuk yolunun tüketilmesi şartı” da yine mahkeme eliyle işler hale getirilmiştir. KKTC’deki yeni mülkiyet yasanın hazırlık aşamasında özellikle AİHM standartlarına uygunluk koşulu sağlanmaya çalışılmıştı. Bu da, sistemin öngörüldüğü biçimde işletilebilmesi durumunda AİHM’in aradığı iç hukuk yolunun sorunsuz bir şekilde sağlanmış olacağı anlamına geliyor. Mahkeme bundan başka, Arestis ?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle