Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4. Kazasoğlu / MARDİN T oros dağlarını aşıp Güneydogu Anadolu'ya girdiğiniz zaman sizi ılk etkileyen, Orta Anadolu'nun step ikliminden sonra yüzünüze çarpan çöt sıcağı olacaktır. Ortadoğu'nun çölleriyle aynı sıcaklık düzeyinde olan bu yörede, yöresel kıyafetleriyle dolaşan insanların yanında, kendinizi ayrı bir dünyada gibi hissedebilirsiniz. Sizde bu duyguyu uyandıracak ikinci şey de yörenin mimarisi olabilir. Eğer gözleriniz Osmanlı'ya başkentlik yapmış Edirne, Bursa ve İstanbul'daki camilere alışmış ise, buradaki camiler çok farklı duygular uyandırabilir. Yukarıda saydığımız şehirlerde "Osmanlı mimarisi" deyişini hak eden özgün bir mimari üslup gelişmiştir. Oysa bu yörede, tarihleri çok daha eskilere dayanan yapılara rastlamak mümkündür. Mezopotamya, yerleşik medeniyetlerin geliştiği ilk bölgelerden biridir. Bu medeniyetlere paralel olarak da bu yöre, tek tanrılı dinlerin doğdukları ve geliştikleri yerler olmuştur. Mesela Urfa'daki Ulu Cami bir 'putperest tapınağı' iken, Hıristiyanlığın gelişmesiyle önce kiliseye, daha sonra da şimdiki halini alarak camiye çevrilmiştir. Benzer bir yapı da Mardin'in biraz dışında yer alan Deyruz Zafaran'dır. Deyruz Zafaran, 495 yılında manastıra çevrilmiş, yapılışı çok eskilere dayanan bir yapı. Güneşe tapan eski bir putperest kavmin tapınağı olarak inşa edilmiş. Binanın bir bölümü, günün her saatinde güneş ışığı alacak şekilde yapılmış. Yapının harcında, yörede yetişen zafaran çiçeği kullanıldığı için, bu adla anılan manastır, zamanla yapılan eklemelerle gcnişletilmiş, 607 tarihinde tranlılar tarafından harap edilmiş ve Timur istilası sırasında da yağmalanmış. Efsaneye göre Hz. İsa, Havari Petrus'a, "Temel kaya sensin. Kilisem senin uzerinde inşa edilecektir" demiş ve bu taşın dikildiği yer de dinin merkezi olarak kabul edilmiş. Yıllar sonra Süryanüer, Bizans'ın baskısı ile dini merkezleri Antakya'yı terk ederlerken bu temel taşını da Deyruz Zafaran'a getirmişler. Bir diğer efsaneye göre de manastırın yapılmasından önce ilahi bir güç tarafından havada duran bir taş varmış. Bu tapınağa kadınların girmesi de yasakmış. Kraliçe Thedora buna inanmayarak erkek kılığında tapınağa girmiş. Gördükleri karşısında şaşıran ve sendeleyen kraliçe, taşa çarparak duşmüş. Kraliçe sonunda imana gelmiş; ama taş da bugün olduğu gibi, yerde kalmış. Manastır, çevresinde bir kayaya oyulmuş Meryem Ana Kilisesi ve kuzeyindeki Mar Yakup Manastırı ile beraber bir üçlü oluşturuyor. Yapıda yer alan ve boyları üç metreye kadar uzanan blok taşların nasıl kullanıldığı bugUn bile insanı şaşırtıyor. Manastırın üst katı, avluya doğru açılan bir dizi küçük odadan meydana geliyor. Bu odalarda, yılın belli bir zamanında dünyanın dört bir tarafından ayin içın gelip toplaııan Süryanüer ağırlanıyor. Bize manastırı gezdirenler, manastırda ve hatta Mardin'de pek az kalan Süryanilerden. Bölgenin geri kalmışlığı nedeniyle bu insanlar, yüzyıllardır usta oldukları gümüş işçilıği ve kuyumculuk zanaatını tstanbul'a göç ederek sürdürmek zorundalar... 1984'ten sonra da bu göç, Avrupa'ya kadar uzanıyor. Deyruz Zafaran'ın Süryanı papazı bir kuşede Incıl okuyor (ustte) ve bir papaz adayı, manastınn kapısında (saflda) Yılın bellı bir dönemınde, dünyanın dört bir tarafından gelen Süryanıler, Zafaran Manastırı 'ndakı ayıne katılırlar. Kimdir bu Süryanüer? Adını zaman zaman gazete haberleri arasında okuduğumuz bu insanlar, yörenin en eski yerleşik kavimlerinden, Aratniler'den günümüze kadar kalan insanlar. Aramiler, Araplar ve Yahudiler ile ay nı Sami ırktan geliyorlar. Hıristiyanlığı kabul eden M.S. 38'den beri Indl'e sadık kalan ilk lopluluk olarak, kendilerinı putperest Aramilerden ayırmak için de "Suriyeli" anlamında Süryani adını kullanıyorlar. Süryanüer, Hıristiyanlığın ilk asırlarında bu dinin merkezi olan Antakya'da önemli yerlere sahipler. Ancak Hıristiyanlık Roma tarafından resmi devlet dini olarak kabul edildikten sonra, mezhep âyrılıkları da ortaya çıkıyor ve Süryanüer bir azınlık olarak kalıyorlar. özellikle tslamiyet'in bölgede yayılmasıyla da kendilerini Muslüman bir çoğunluk içinde Hıristiyan bir azınlık olarak buluyorlar. Paradoksal gibi görülebilir; ama, Sürya niler belki de tarihteki en önemli rollerini Islamiyet'in yayıldığı ilk asırlarda oynuyorlar: Bu devirde, Araplar kultürel gerihklerini Ortadoğu'nun bu en kültürlü toplumu ile kapatmaya çalışıyorlar. Süryanicenin tbranice ve Arapça ile aynı Sami kökten gelmesi, orıjinalleri Grekçe olan eserlerin, Süryanıceden Arapçaya tercüme edılmesinı kolaylaştırıyor. Sokrat'tan Aristo'ya, Platon'a kadar, butun Hellen kültür ve felsefesi Doğu dünyasına Suryanüerin tercümeleri ile ulaşıyor ve Doğu, Batı külturunü bu yoldan tanıyor. Özellikle Abnasiler zamanında, Arap medeniyeti gelişip özgün yapıtlarını vermeye başlayınca da Süryanüer İcültürel önemlerini yitiriyorlar. D 15