Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ri önemle dikkat ettiğim, sadece biçimsel bir endişenin sonucu değildir. Bunu içerikle de ilgili bir sorun olarak düşündüm hep. Çizmek, boyamak istediğim konu, kendi biçimi ve rengiyle gelir gözümün önüne; neredeyse birlikte gelirler.. Birbirlerine can ve kan vererek. Kâğıt üzerinde fotoğrafın birinci banyoda yavaş yavaş görünmesi gibi oluşurlar... Bu oluşumu imzalayarak noklalarım. Beyaz kâğıdın üzerine fırçayla attlmış bir çizgi darbesini bile kendi volumüyle (hacmiyle) görmesini sevivorum. : BUtün bu eşya, kitap, kâ' ğıt, objeler ve diğer ıvır zıvır toplamının yaydığı enerji, "huzur" ya da bu eşyanın kendiyle uyumu, ışığı, gölgesi, çizeisi vs... Demek istediğim, çalışılan, bir şeyler yaratmak üzere çalışılan ortamın, mekânın benim için bir anlamı olmalı; uyumu, uyumsuzluğuyla bana benzemeli. tçinde kendimi iyi hissetmeliyim.Ev içindeki eşyaların, malzemelerin konma biçimleri, oranları, formlan, yönleri, olumsuz etki yapan köşeli metalik eşyalar, yuvarlak eşyaların yaptığı etki, doğal malzemeyle yapay malzemenin etkileri vs. yi konu alan bir kitap için kapak deseni yapmıştım; "la Medecine de l'Habitat." Anıtsal yapıları (bu amaçla yapılmış) pek sevemedim. Buna karşın, büyük olmalarına rağmen eski sinema, tiyatro, opera binalarını her yerde çok sevdim. Eski kıraathaneleri, 'cafe'leri, kitapçı vitrinlerini ve içlerini de eklemek istiyorum. Bir de Viyana kahvelerini çok severim. Bauhaus eşyalar ve mekânlarda oluşmuş Viyana kahveleri, servis takımları, küçük masaları ve Thonet sandalyeleriyle oluşturduklan bütün ile tamamiyle huzur verici mekânlardır benim için. Yanımda özellikle siyah yazan bir kalem ve küçük bir desen defterini hep bulundurmuşumdur. Defterim biterse, etraftaki hesap fişleri, şeker kâğıtları, çek defterim, telefon defterimin boş sayfalan vs.ye çizerim. Başta, defterlerimi espri avcılığı yaparken kullanıyordum. Aklıma gelen fikirleri, konulan çizgiyle not alıyordum ve temizlerini daha sonra çiziyordum. Giderek fark ettim ki, eskizi temize geçirmek, ilk çizdiğimi bozmaktan başka bir şeye yaramıyor. Ve hiçbir zaman da ilk çizdiğimi yakalayamıyordum. Zaten, eskizi imhaederek, unuıturarak ikinci desen varlığını duyurabiliyordu... Epeydir bu defterlerimi 'temiz'e çekmiyorum. Başka bir yandan defterlerim kendi kendiliklerini sürdürüyorlar. Topluca baktığımda duyguyla, izlenimle, çizgiyle yapılmış bir düşünce serüvenini görüyorum. Çizildikleri anın ve mekânın etkilerini korudukları için canlılar; kimseye sunulmak gibi sorunları olmadığı için de süssüz ve kibirsizdirler; bakınca mekân, olay, insan, koku, tat hatırlattıkları için de anısaldırlar benim için. Bu defterlerimi ve bu ahşkanlığımı yerinde buluyorum. Defterlerime çizerken dinleniyor ve kendimi doğrudan ifade edebildiğim için de rahatlıyorum. Yorgunluğu ve sıkıntıyı, belki olabilecek fiziki ve ruhsal hastalıklan da dışsallaştırıyorum herhalde... Biliyorsunuz, tımarhanelerde, psikiyatri kliniklerinde çeşitli ruhsal, fiziksel bozuklukların giderilmesinde çizmeyi, boyamayı bir tedavi biçimi olarak önerirler. Abidin Dino 1967'lerde geçirdiği ciddi bir ameliyat sonrasında, daha toparlanmadan, önceden havlu gibi, iç çamaşırı gibi gerekli görüp yanında getirdiği çeşitli boydaki bloknot ve kalemlerle başlar çizmeye... Hastanede insan ne çizer? Gözü çıkmış, bacağı kesilmiş, burnu kulağı sarılı, kırık çıkık içindeki insanlar, doktorlar, serum arabaları, iğne olanlar, acı çeken suratlar, umutlu umutsuz ifadeler, hayat ve ölüm... Bu iki yüze yakın deseni daha sonraları bana gösterirken, bunlan çizerek hastanede kalma süresini nasıl kısalttığını, her desenden sonra nasıl kendini biraz daha iyi hissettiğini anlatmıştı. Bu günlük hayatın gelgitinde, bu kent dumdumasında defterlerim sayesinde belki de grip bile olmuyordum, kimbilir! Çalışırken, okurken, sıkılırken müzik dinlcrim. özellikle de jaza bayılırım. İyi bir jaz amatörü sayılabilirim. En çok da sıkıntılıyken... Jaz öbür odadan koltuğuma doğru hafif hafif gelir, sigarasından bir nefes aldıktan sonra ters çevirip, dikkatlice piyanonun üstüne koyar. Sıkıntıma şöyle yan yan baktıktan sonra, yakasına yapışıp, yüzüne sert bir ifade vererek, kaşı gözü ile ona kapıyı gösterir. Yani beni rahat bırakmasını söyler, işaret eder. Sıkıntı da korkudan pı sıp, ayaklarının ucuna basarak arkasına bile bakmadan sıvışıp gider. Jaz ellerini yumruk yapıp beline koyarak müthiş bir kahkaha atar. lşte bu kahkahayla ben de gülmeye başlarım. Sıkıntı çekip gitmiştir artık. Jazı seviyorum. Çok keyifli, dalga geçerken de bu muziği dinliyorum. bir bahçe, böyle bir büyükbaba, böyle ağaçlar, meyveler, renkler, böyle bir Artvin, böyle bir çocukluk yaşadığım için memnunum. O zamanları düşündüğümde mutlu bir çocuk buluyorum kendimi. Bugün başka bir yerde, başka bir yaşta, başka şeyler yaşıyorum. Günümüzün protesto edilen bütün olumsuz yanlarına rağmen (savaşlar, açlık, ırkçıhk, pahalılık, silahlanma, çevre kirlenmesi, daha bir dolu melanet...), yaşadığım günleri yaşamaktan ve bulunduğum yerden memnunum. H.Bogart'ın 'Kazablankasfnı ya da M.Brando'nun 'Rıhtımlar Üstündesi'ni seyretmeyi, bugün seyretmeyi seviyorum. A.Breton ve arkadaşlarının sürrealist akımı başlattıkları günlerdeki avantgarde havayı, o günlerde söylenenleri okumak, bilmek, yapılanları görmek, seyretmek keyifli ama ne Breton'un '2030'larında, ne Bogart'ın 40'larında, ne de Brando'nun '50'lerinde olmak, o zamanlarda yaşamak gecer içimden. Ne savaş sonrasının Avrupası'nda ne de McCarthy Amerikası'nda olmak isterdim. Paris'e gelme nedenim de, Amerikab genç yazarların genel olarak yaptığı gibi Hemingway'i yakalamak değildi. Zaten benim Paris'imi Hemingway'in Parisi'yle değişmem! Yani geçen kendi zamanımın farkmda olmayı, onu tanımayı, hissetmeyi, sonra da bir şeker gibi ağzımda çiğnemeden eritmeyi, tadını duymasını seviyorum. Başka dönemlerin insanlarını, başka insanların dönemlerini bilgi olarak bilmek, okumak, tanımak, daha da yoğun hissetmek başka bir şey. Bu bir "bilgi", bilirsin, görürsün. Ama senin küçük hayatın bilgiden de öte birşey... Anlatabiliyor muyum? Ş Hayatımı anlamlı bulmak için bir şeyler yapmanın yanında yaşamak da istiyorum. Çünkü inanıyorum ki, hayat yeni şeyler yapmak için seni hep kışkırtacaktır. Uzun bir süre bir kadına dokunmamış birinin çizip boyadığı kadın resimleriyle, sevişmeden yeni kalkmış birinin çizeceği kadın resimleri kuşkusuz çok farklı duygulan yansıtacaktır. Sonuçta ikisi de iki resim de ilginç olacaktır tabii. "Adam" gibi yaşamak istiyorum kısaca>acası. Kavga da edebilirim; ama daha çok dalga geçmek istiyorum. Bu nasıl olur, nasıl oluyor bilemiyorum, ama kendimi, çizerken, boyarken i hissediyorum... D Soba boyasıyla boyanmış y ! tlk çocukluk yıllarım Artvin'de geniş aile çevresi içinde, tütünden fındığa, cevize, incire, çilek ve kiraza varana kadar her türlü bitki ve meyvenin yetiştiği kocaman, meyilli bir bahçede geçti. İlk yedi sekiz yılım, dev ceviz ve dut ağaçlarının gölgesinde, büyük Rus semaverleriyle detnlenmiş çaylar içip, ipe sapa gelmez fantastik hikâyeler dinleyerek ve uydurarak, bir tekerlek bulunca araba yapıp binmek için geri kalan diğer üç tekerleği olmadık yerlerde aramakla geçti. Ağaçların tepelerinde Jules Verneleri dinledim. Benden biraz büyük amcaoğlundan yine ağaç tepesinde (Italo Calvino'nun 'Ağaca Tüneyen Baron'u gibi) Yaşar KemaPin lnce Memed'ini dinlediğimde yedi yaşındaydım. Kâh ağaçta kâh yerde bir dolu renk, biçim gördüm, hikâye dinledim. Beni her seferinde ağlatmasına rağmen, kimi bulursam okuttuğum anne kuş ve avcı hikâyesini kimin yazdığını hiçbir zaman bilemedim. Büyükbabamı sevgi ve özlemle haürlıyorum. Belki de tanıdığım ilk sanatçı oydu benim için. An Y cak gerçek bir sanatçı cesaret edebilirdi, möbleli salon radyosunu yeni aldığı günün akşamında yaldız soba boyasıyla boyamaya! Nasıl duracak diye merak etmişti sadece. Böyle