Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Yunanlı yazar Sotiriyu doğduğu toprakların insanları arasında geçmişi aradı 'İşte bizi anlatan yazar' "Benden Selam Söyle Anadolu'ya" adlı eseriyle tanıdığımız Yunanlı yazar Dido Sotiriyu 1910 yılında doğup 1922 yılında ayrıldığı topraklara gelip romanında anlattığı köyün insanlarıyla tanıştı. Handan Şenköken / İZMİR uslu bir Izmir sabahı. Otelden çıktı heyecanla bembeyaz saçlı kilçük kadın, başında siyah beresi, üzerinde derı çeket ve pantolonla hızla yürümeye başladı. Kordon'da Atatürk Anıtı'nın önünde durdu. Uzun uzun baktı. Gözleri dalmıştı anıta. Saat 8.00 olduğunda onu bekleyen araca yöneldi. Yaşından umulmadık bir çeviklilc ve devinimle, guçlü adımlarla yürüyordu. Yoğun sıs kaplamıştı yolu. Koyun sürüleri birer silüet gibi sörünüyordu. Gülümsedi. Çocukluğunda dağa çıkartıp otlatt kları koyunlarını, çoban Ali'yi anımsadı. Ne zaman sinirü olsa, o yuksek tcpeye çıkar, kendi kendine bağırarak söylenır, mutlu biçimde inerdi aşağıya.Eski mabed, onu kötülüklerden anndırırdı. Pamuk tarlalarından geçerken, heyecanı gıderek artıyor, kendini "vatanında" gıbi hissediyordu. Bunca yıldır "düşleriyle" yaşamıştı. Şimdi çocukluğunun cennetini yeniden göreceğini, o sokaklarda, anılarının o güzel yerlerinde gezeceğinı umuyordu. Sanki Manoli'nin penceresinin pervazında sıralı küçük saksı çiçeklenni, bahçesini, bağını, yaseminlerini, filbaharlannı, lımon ağaçlarını görecekti. Anadolu'nun o canım güneşiyle aydınlanan ormanlıklarla kaplı o cennet köyün yemiş bahçelerini, zeytinliklerini, tütün, pamuk, mısır ve susam tarlalarıyla dolu ovasını doyasıya seyredecekti. "Gerçekten saşırdım" diye haykırdı Şirince köyüne geldiğinde. Gulen gözleri ışıldadı. Manoli'nin ve Yunanistan'a göçenlerın anlattıkları Kırkıca'yı (Şirince) ilk kez görüyordu. Ama her şey "düşledigi" ve "yazdıgı" gibiydi. Anlatılması güç bir mutluluk, sevınc kapladı ıçinı. "Buralarını duşluyordum. Eskiden burada yaşayan insanlann bana anlattıkları gibi, duşledigim gibi yazmıştım. Ama göriiyorum ki, her şey aynı. Yazdıklarımın gerçek olduğunu anladım Şirince'yi görunce. Harika bir şey bu" diyordu köyıln taşlı yokuşlarında yürürken. Elindeki küçük makinesiyle vazdıklarının gerçek görüntüsünu yakalamaya ça'.ışıyordu. Şirinceliler sarmıştı çevresini bu küçük kadının. Bir köylü, "İşte bizim köyumu/u yazan Yunanlı yazar" dedi yanındakine. Köyün en yaşlılarından Saffet Akgiın ıse yazarın gözlerinin içine baka baka, "Dido Sotiriyu" dıye mınldandı. O da kitabının Yunanca baskısını gösterdi köylülere. Son derece düzgun Türkçeyle, "tşte, Benden Selam Söyle Anadolu'ya" dedi. Türkler kitabına cok anlamlı isim bulmuşlardı. Selçuk'un yedi kilometre kuzeyindeki Şirince köyunde artık Yunanistan'ın değişik yörelerinden gelen Türk göçmenlerı yaşıyordu. Dido Sotiriyu, köyün kaç kişiyi barındırdığını sordu hemen. "830" diye yanıtladı köy muhtan. Gözü zeytın ağaçlarına takıldı. O "verimli, dallan iırun bollugundan yerleri yalayan, özsuyu dolu, yusyuvarlak, simsiyah, pırıl, pınl" zeytin ağaçlarını düşündü. Muhtar, ticaret yaplıklannı söyleyince, kendinden son derece emin, "blliyonım" dedi, "Eskiden oldugu gibi, ben de yazdım kitabımda." Çok eski ama yine de köyun tek kilisesi olarak kalmış "eskı kilise"yı gezdi. Artık ıkonaların karşısında istavroz çıkartan kalmadığından olsa gerek, kilisenin yokluğunu duymuyordu köy halkı. "Kiiçuk bir kızkenki duygularımı anımsıyorum" diye mınldandı köy muhtarının evinde sunulan çayı yudumlarken. Muhtann karısı patlıcan böreği yapmıştı, onun geldiğini duyunca Tıpkı Kirliceliler'in yeni yıl günlerinde onlara tepsi tepsi peynırli poğaçalar, şambabalar, helvalar yaptıkları gibi. "Eskiden oldugu gibi konukseverlik, sevgi ve hiirmet" vardı iki ulkenın insanları arasında. Bunu sık sık yinelemek istiyordu. Çünkü gerçekti. Evın penceresinden Şirince'nin evlerine bakarken, "Buradan daha güzel bir doga yoktur" dedi yürek dolusu sevgiyle. "Ne güzel havası" vardı. Doğduğu lopraklara, Aydın'a ulaştığımızda, "Kalbim küt kul alıyor" dıyerek ellerimize sarılıyor. Dido Sotiriyu bugün 76 yaşında. Siroz hastalığıyla boğuşuyor. Yaşamı mücadeleyle geçmış. Hastalığını buna bağlıyor. Altmış beş yıl sonra ilk kez gelıyor çocukluğunun geçtiğı yerlere. Yaşamı acılarla dolu. Savaşlar, dıreniş yılları... Hepsi "çok korkunç ve zor" yıllar... Doğanın olağanüstü kokularını, sabah güneşinı içine çektiği yerleri, penceresinde sokakta oynayan Türk çocuklarını P 1922 yılında 12 yaşında bir çocuk olarak ayrıldıgı topraklara, 76 yaşında tekrar dönebileo Yunanlı yazar Oıdo Sotiriyu, doğdufju koyde oturan yaşlı bir kadın ve torununa bakarak çocukluğunu tekrar bulmaya çalışıyor gıbi. seyrettiği evini, doğduğu hamamı yeniden görmek istiyor. Gözleri buğulanıyor. 1922 yılının lzmir'ini düşünüyor. Alevler içinde bıraktığı Aydın'ı. Aydın, "peşini bırnkmıyor" Dido Sotiriyu'nun. Doğduğu yerden, büyüdüğü topraklardan kopmanın acısını taşıyor yıllarca. "Guzel bir yaşamı terk etmenin" hüznü doluyor yureğine. 12 yaşında küçücük bir kız gibi duyumsuyor kendini. Arasıra sokaklarda yürürken, "Benim Aydınım", "Seni çok seviyorum" diye sesleniyor her şeye. Çok güzel bir kadın olan annesine hayran Türk subayı Talât Beyi anımsıyor gülerek. "Gerçekten anneme flşıktı. Ama annem de olaganustü güzeldi" dıyor övünçle. Belleğinden hiç silinmeyen "punar" sözcüğünün bir şeyler çağrıştırmasını diliyor çevresindekilere. Sonunda Pınarbaşı'na götürüyorlar onu. Anımsıyor. Yitirdiğı güzel bir anıyı yakalıyor. Şimdi kuraklaşan Pınarbaşı'nda eskiden nasıl piknik yaptıklarını, kahvelerde oturduklarını anlatıyor. Zeytinyağı, sabun depolarından, deri imalat yerlerinden, mağaralardan söz ediyor. Sonra bir gİ7İni paylaşıyor beraberındekilerle: "Blllyor musunuz, ben hamamda dogmuşum." Hamamlar ve anlattıklarının doğrul tusundaki ipuçlarına göre evler aranıyor. Bir an duraksıyor. "Topragı öpmek istiyorum" diyor. Dayanamayıp, yerden toprağa bulanmış bir taşı alıp öpüyor. Fotoğraf makinelerinden rahatsız oluyor. Çünkü o yüreğini dinliyor, duygularını. Gözleri doluyor. Yaşîarın süzülmesine engel olamıyor. Umarsızca, onunla anılarını paylaşacak insanlar arıyor sokaklarda. Bulamıyor. Bunu anladığı anda, yüzünde çizgileri iyice belirginleşmiş yaşlı insanları, eski evleri görüntülemeye çalışıyor makinesiyle. Çalışan tek hamama giriyor, içindeki "belki" umudunu yitirmeden. Ortalık karışıyor birden. Yarı çıplak kadınlar koşuşuyorlar. O, elindeki makineyi ne yapacağını şaşırıyor. "BUIJSI olamaz. Benim dogdugum hamam, kubbeli, temiz, gerçek bir hamamdı. Ne kadar kötü kokuyor" diyerek dışarı fırlıyor. Sanki okul dönüşü pencereden yolunu gözleyen annesine "yemek hazır mı?" diye soracağını düşlüyor Dido Sotiriyu. Aydın yangınını anımsıyor hiç dinmeyen sızıyla. tzmir'den ayrılıp Pire Limanı'na geldiğinde, diğer iltica edenlerle birlikte hastalık ve açlık içinde mutsuzluklannı, "neden savaşıyoruz?" diye sürekli kendi kendine soru yöneltişini anlatıyor. "Bütun anılarımı kendime sakladım. Kalbime gömdiim" diyor ama Aydın'dan ayrılırken. lzmir'den ne olacağı belirsiz yolculuğa çıkarken, anılarıyla getirdikleri, çocukluğu, yaşadığı hiçbir şey silinmiyor. Çünkü bunlar, onun da belirttiği gibi, "yannın yazarını bazırlıyor." Şimdi Aydın'da modern yapılar, üst üste yığılmış apartmanlar yükselmişli. Dido Sotiriyu geçmişiyle ilgili tek bir yapı, anılarım paylaşacak tek bir ınsan bulamamıştı, eski mabetten ve Pınarbaşı'ndan başka. Bu, düş kırıklığına yol açmamış mıydı onda? Tuzsuz ve yağsız bonfileyi güçlükle yemeye çalışırken, hüzünle gölgelenen gözleriyle yanıtlıyor sorumuzu. "Hani çocuklugunuzun cenneti?" diye usteleyince "birez düş kınkhgı" na uğradığını itiraf ediyor Çünkü Aydın, artık haşka bir kent, modern. "Fakat" diyor "Eski anılar hfllfl yaşıyor." "Şu anda burada kalan bu güzel gök, güzel guneş. Sanki beni beUliyordu. 'Gel senin için çok güzel yaptım burayı' diyordu bana. Degişmeyen... f iök, kuşlar, ağaçlar, sıcaklık, Akdeniz sıcaklıgı, Anadolu'nun sıcaklıgı... Her şey eskisi gibi... Eğer bunlar değişik olsaydı, belki büzünlu olurdum. Si/inle beraber yerli halkı gördük, onlann yaşamına tanık olduk. Bu da bana buyük bir zevk, bir de huzun verdi." Dido Sotiriyu, şimdi ilerlemiş yaşına karşın dimdik. Yürürken kimsenin yardımına gerek duymuyor. Helc "Yoruldunuz mu?" sorusuna şiddetle karşı çıkıyor. Birden anlıyorsunuz adımlarından, "dizlerinin mermer olduğunu ve çimentoyla tutturuldugunu." Türk ve Yunan halkları üzerıne duygularını Istanbul'daki imza günüyle somutlandırıyor: "Yüzlerce Türk genci vardı bana kitaplannı imzalatmak isteyen. Hepsi bana dokunmak, beni opmek istiyordu. Bu, beni çok hislrndirdi. Bence bu ilgi iki ulke insanlarının düşündüklerine en güzel örnektir. Bizce de öyle degil mi?" D