Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
utku, ama ne pahasına? Yaratıcılığın değişmez yazgısını bir kez daha vurgulamakta yarar var. Gauguin'in uyumsuzluğundan, tüm yeteneklerine ve cazibesine karşın toplum dışına itilmişliğinden dem vurmalıyız bu aşamada. Resimler, kadınlar, resinıler ve oncasına özlem, oncasına sevinç ve düş kırıklığı. Gauguin'ini uyumsuzluğundan, tum yeteneklerine ve cazibesine karşın toplum dışına itilmişliğinden dem vurmahyız bu aşamada. Tahiti'de de, güzel " T e h u r a " ya karşın dilediğince barınamadığını düşünmeliyiz bu yüzden de. Tahiti'nin olası durallığında bile insan ilişkilerinin kendisi içirı bir sancı olabileceğini düşünmeliyiz. Ama bu yolculuklardan, bu geriye dönüşlerden, umutla umutsuzluk, özlemle düş kırıklığı arasındaki bu sayısız gidiş gelişlerden sonra keşfedilen bir adanın varlığından da haberdar oluyoruz Gauguin'in yaşamına ilişkin izdüşümlerinden. Her geçen gün biraz daha çok kozmopolitleşen Papelee adasından oldukça farklı bir yöredir burası. Pasifik'in uçsuz bucaksız dinginliğinde bir soyutlanmışlığı yaşamak vardır HivaOa'da. HivaOa'nın tek kasabası Atuona'da yıllardır gereksindiği barışı bulabilmiş miydi Gauguin? Bu soruya belki de hiçbir zaman doğru bir yanıt alınamayacak. Bu dönemden geriye kalan birkaç eser ve bu eserlerden çıkarsayabileceklerimiz var, ama kimi zorlanmaların bu aşamada anlamı yok. önemli olan tek şey, Gauguin için kaçışın hâlâ devam ettiği. önemli olan Gauguin'in bir türlu çıkışamadığı uygar (!) insanların çok uzağında, çilelı yaşamının son günlerini HivaOa'da doldurduğu. HivaOa'da, o uygar dunyamn irısarılarını belki de hepten yadsımış olarak. Işin ilginci, yıllar, çok uzun yıllar sonra, sanatın dünyasından bir başka büyüğü, bir başka uyumsuzu, şarkıcı, şair, sinemacı, müzikal komedi sanatçısı, pilot, denizci, ve düşsever Jacques Brel'i de bir uzun ölum için ağırlar HivaOa. Bir uzun ölüm. Gauguin'in gömülu olduğu adaya ulaştığında, kelimenin tam anlamı ile bir yorgun savaşçıdır Brel. Uzun, çok uzun bir savaşımı bırakmıştır ardında. Yaklaşık elli gun suren bir deniz yolculuğundan sonra varır HivaOa'ya. (Sanatçı olmanın en önemli nedenlerinden birini, başkalarının acısını yureğinde hissetmeye başlamıştı. Yıllar, çok uzun yıllar onceydi.) Ölumun, somuı bir gerçeklik olarak her geçen gun biraz daha çok duyumsandığı ve sorgulandığı gunlerdir. Jacques Brel'in, Gouadeleoupe kökenli Maddly Bamj'ye söylediklerinden yıllardır aradığı huzuru bu adada bulmuş olabileceği sonucunu çıkarsıyoruz. Uygar dunya anlamını her gecen gun bira/ daha yitirir. HivaOa'da bir uzun rtlüm yaşanır yalnızca. Bedcnın çökusu, gucunu yıtırişı vaıdır. Ama huzur, ruhun kavuştuğu hu/ur belki de her şeyden çok önemsenesidır. Jacques Brel, sanat yaşamındaki o uzun ve olumcül yolculuktan sonra, bu adada kalmak isteyışini, büyuk şöhretini, borçlu olduğu dunyaya her geçen gun bira/ daha f'azla uyumsuz oluşuna bağlar. Doğru olabilıı. Kapının ardındadır ne de olsa olum. Bir cser yaratmanın coşkusu her geçen gün bira/ daha çok yitırılir. Bütun bunlar bir yana "chanson" anavatanında ulaştığı o uluslararası şöhretin kefaretini çok ağır bir şekilde oder Brel. Ölumcul hastalığının ve u/akları arayışmın çevresınde bırçok fırtına koparılır. Yaşamı başkalarının, hastalığı başkalarının, ö/lemleri başkaiarının olmuştur artık. Uygar dunyamn uygar (!) basını için Jacques Brel'in her davranışı, her acısı ve yalnızlığı haberdir; atlanmaması gereken bir haber. Gauguin'in nefret ettiği uygarlıkta aradan geçen onca yıla karşın, değişen pek bir şey olmamıştır demek ki. İnsan iîişkileri hep yüzeyseldir; iletişimsizlik giderek artar işin kötusu. Gidışinı açıkladığı günlerde böylesi bir acıyı taşımamak için u/.aklara kaçtığını da söyler Brel. Uyuınsuzluğu bu acıyla çok yakından ilintılı olmalı. Ama kendisı için önemını bir yaşam boyu yitirmemiş "far west"i, gerçek far westi bu adada bulabildiğini söylemesi her şeyden çok etkileyici. Far vvestlerin sonuncusu, tek somut ve belki de tek gerçek olanıdır HıvaOa. Jacques Brel, far westlerın bu en gerçek olanında, denize bakan bir yamaçta, uzun, çok uzun bir şarkıyı, buyuk bir yalnızlık şarkısını, başkalarının acısını belki de hâlâ yureğinde taşıyarak söyluyormuş gibi yatıyor bugun. Büyük kalabalıkların çok uzağında, kendisini uygar sanan toplumlardan enikonu soyutlanmış olarak. Tıpkı Gauguin gıbı. Gauguin'in Brel'e oranla en büyük talihsizliğı sanatını başkalarına dilediğince anlatamamasında temelleniyor. Ama olaylar, ulaşılan başarılara, buyuk sevgilere bu sevgilerın ne ölçude sahıh olabildikleri de tartışılabilir karşın sorunun temelde pek de o kadar değişmeyeceğini kanıtlıyor. Sanatçının uyumsuzluğu her yerde, her /aman, heı şeye karşın uyumsuzluk çunku. Ve bu uyumsuzluğun doğurduğu acının belki de hiçbir secerıeği yok. Geriye HivaOa'nın sihirini düşünmek kalıyor. Sanatın bu iki büyüğunu benzer bir yazgı ve ölumde birleştiren ada neden Havaoa da bir başkası değil? Bunu bir rastlantıya bağlamakla yetinelim. HivaOa'yı bir simgeymiş gibi kabul edelim oyleyse. Alışılagelmiş ya da başkalarınca sunulmuş bir yaşam düzenini kabul etmeyip düşlerinin sonuna dek gidebüme yurekliliğini gösterenlerin mekânı olarak görelım HivaOa'yı. Böylesi bir yolculukta goze alınan savaşımların hemen hemen her zaman hüsranla noktalanmasıysa, yaratıcının kendı kendını tuketmeye yönelik doğasından kaynaklanıyor olsa gerek. Ama böylesi bir husran, gündelik yaşamların kısırdongusu içinde, habersiz bir olumu yaşayan duş yoksunu insanların yazgılarına elbette yeğlenesi... HivaOa'yı bir gönüllu surgunler adası olarak kabul edelim. Temkınin her türlüsünü elden bırakarak bu olum yolculuğuna çıkan insanların acılardan buyuk bir şiir oluşur boylelikle. Ama böyiesi bir şiiri yakalayabilmek için, duşle gerçek arasındaki sınırın belki de hiç duşunulmemesi gerekıyor. Yola çıkışların hüznünden söz etmemiş miydi zaten Don Kişot?... D Şuarayı kadimeden kimler kaldı? Çeyrek yüzyıl öncesinin ilk gençlik heveslehni ortaya çıkarıp insanları tefe koymak gibi bir amaamız yok. Olsa olsa sürprizli bir pazar şakası... NECATİ GÜNGÖR • skıden, belki çeyrek yüzyıl kadar once, "Hayat" dergisinde Şevkel Radonun bir yazısını okumuştum; yazının başhğım iyi anımsıyorum: "Herkcsin Şair Oldugu Memleket..." Çeyrek yüzyıl önce çocuktum tabıi. O yıllarda evimizde şiir adına Yunus Emre ile Karacaoğlan'ın "tam ve tekmil" divanları vardı. özellikle Karacaoğlan'ın kolay anladığım şıirlerini done döne okur, bu şiırlerden etkilenir ve öykunmeye çalışırdım... Şevket Radonun yazısı da bu yüzden ilgimi çekmiş olmalı; o yaşlardaki şiir merakımdan... Aklımda kaldığına göre, öz olarak "Bizim memlekette herkes az çok şairdir; Batılılar, bi/.im insanımu kadar siire yakınlık d ı m n a / ' dıyordu Rado. Sanayıleşmış toplum ınsanının şıırsellikten uzaklaşmasını anlamak guç değil... Peki bizim insanımızın şaırlıği nereden geliyor? Bu sorunun karşılığı kolay, yalınkat bir yanıt olmasa gerek... Şiirle olan ilişkim ne Yunus'la ne Karacaoğlan'la sınırlı kaldı; o el yordamı arayışı içinde çağdaş şıirimızin temsilcılerine kadar ulaşabılmiştim zamanla ve Karacaoğlan öykunmecıliğiyle bir yere varılamayacağını da oğrenmiştim... Edebiyatçılamnuın yaşamöykulerinc bakın, bırçoğunun ışe şiirle başladığını, birilerine oykunduklerını, sonra bu yolda at surmenın kendilerine gore olmadığını anlayıp müteşairlıği tadında bıraktıklarını, yeteneklerine uygun yazın türlerini seçtiklerini göreceksiniz. İşin en tehlıkeli yanı, bilerek ya da bilmeyerek muteşaırlikte ısrar etmek oluyor kuşkusu/! Butun bunlardan daha elım ve daha vahim olanıysa, muteşaırın, "şaiı" namıyla benimsenip, böylece unlenip, yüce mılletimize saman tadında "şıırler" çığnetmesıdir! er neyse. Konumuz o değil... Diyeceğım, ılk gençlik yıllarının el yordamı aravışı içinde kâh turku çığırıp kâh şiir kaıaladığımız gunlerın tıfıllığını çağrıştıran ikı cıltlik bir antoloji, eski kıtaplarımın arasında kalakalmış oyle, melul mahzun bencıleyın! Tuzlu, sirkeli gözyaşlarının ıslattığı (gözüm nuru, üstadı kiram Salâh Birsel dahi bunu söyler ıdi!) sayfaları karıştııırken bir de ne gorelim; Babıali'nin tumturaklı kalem sahiplerı, edebı şahsıyetlerı, kıymeti kendinden menkul munekkitler, şöhretınden yanına varılmaz nice eşha.sı muhterem! Kimi kendi çi/gisindc başarılı gazeteci, kimı romancı, kimi çocuk hikâyeleri yazarı, kimi yazdıklarına adını koymayacak kadar mahcup kitap tanıtma yazarı, kimi usta tiyatrocu, kimi ilginç araştırmalar yapan bilim adamı, kimileri de şiirin elini bırakmamış sadık dostlar... u şohretler içinde, ilk sözunü ettiğimde "Ay n'olursun kimseye gosterme!" deyip; sonra, birkaç yıl sonra gizli gizli yazdığı şıirleri bir kitapta toplayıp okuruna hoş bir surprız yapan Selim tleri'yi en başta anıyorum: "Şınıdı gece, karşıdaki yaz sineması yine dolu / Sıcak bir guz gecesi, yazdan bir gece / Sineınada otuıan sen ve ben / Ve birkaç güz yaprağı / Turnalar çığlık çığlığa şimdi goklerde / Güz yaprakları yağmur kokan toprak uzermde / Gökiyuzü grı yalnızlık zamanı guz!" 1961 yılının öteki genç şairleri arasındaysa GÜZELLEME Osman Şamh'ya Eğer sen insansaıı Senin gibi iyilikler dolusıı Iman'san eğer sen Soyler misin Ben ve üç milyar kiisür... «Ate» yiz? S 1 T O t Svvııt.ktim Mitıııurlu liiıııleri R,tn:t,ıtık ınclodılen Mehtapnz karanhk gccclcr urktılıniyecekıı bnu DoZıtııl ıııımmdc (tttııııltı 'tcvtiıç içinde Taııvacakttm vilıinleıı Buşkiiltııı Cıptavla berı sotvriecekk'rılı Iun\cıtukum vilımlcn ilahlupsr knıunlık yecvlet ıırkuiıııı\<jcckıı bt'i' Seveccktım \agmurlu gımlcn Romtınlık meloıüleri her şeyı l'gcr. eficr. Sı'vse; din sen bcm. NCV.M'Vdlll .')llıi E Bugünün Polinezya Adaları ve özellikle Gauguin ve Jacques Brel'in HivaOa Adası, tam bir "turizmcenneti"... urası da tam bir Avrupa so nunda kopup, kendımı kurtardığımı sandığım Avrupa ve geleneklerimızın, modalarımtzın, kultur gülunçluklerımızın, somurge zuppelığıyle kaynaşmış bir karıkatüründen başka bir şey değıll" Zengın bir borsa sımsarı ıken ışını, aılesını, resım yapmak uğruna terk eden Paul Gauguin, Polinezya Adaları'na geldıkten birkaç gun sonra, gunlüğune bu satırları yazıyordu 1891'de geldığı Tahitl'den ıkı yıl sonra ayrılıyor, 1896'da yenı umıtlerle gene donuyordu Ama bu kez, Avrupa uygarlığının ulaşamadığı kuzeydekı Markız Adaları'na yerleşıyor ve 1903'de HivaOa'da parasız, mutsuz öluyordu Gauguin Pasıfık Okyanusu'nun güneydoğusundakı Polinezya Adaları'ndan söz açılınca ve HıvaOa Adası deyınce ılk akla gelen ısım Paul Gauguin ise ıkıncisı de unlu Fransız şarkıcı Jacques Brel'dır Gauguın'ın HıvaOa'ya gelışınden yıllar sonra, Brel de bu adayı kendıne mesken seçer Ölduğunde, tıpkı Gauguin gıbı o da bu adada gomulur Gunümuzun turizm şırketlerı, uygarlıktan usanan gezgınlerı, Polinezya Adaları: na çağırıyorlar Başkent Papeete'nın guneyınde kalan Tahıtı, Bora Bora Adaları, pek çoğumuza yabancı olmayan adlar Yerlı halkın her şeye rağmen olağan yaşam bıçımlerını surdurmeye çalıştıgı adaiarda, gezgınler gene. sualtı, kara avları, atçılık gibi sporlar yapıyorlar. Yerlilerın danslarını seyredıp, yerel yemekler yıyorlar Polinezya Adalan'mn kuzeyinde kalan Markiz takımadaları ıse daha az mercan kayalığına ve daha çok volkana, sert kayalıklı kıyılara sahıp olduğundan turıstlerce fazla rağbet gormuyor Ekvator ve Oğlak donencesı arasında kalan bu 10 adanın altısı meskun Tahıtı ile Markızler arasında, 1500 kılometrelık bir uzaklık var Ortalama ısı, 2530 derece; ama yıl boyunca az farklılıklarla da olsa, 4 mevsım yaşanıyor [ Polinezya Adaları t LK V E SON llkin gözlertınızdi antaşan Sonra bunahmlı bir serüven, Aşk yani. Sonra . Sortna kardeşim sorma .. H B şu adlara rastlıyoıuz: Vavıı/ Uonal, Nejat Çetinok, Krman Şener, Başar Sabııncu, Mehmet Kıyal, Necali Mcrt, Abbas Cıiga vs... Bu çeyrek yu/yıl öncesinin ilk gençlik heveslerini ortaya çıkarıp insanları tefe koymak gibi bir amacımız yok. Olsa olsa sürprizli bir pazar şakası... Asıl matrağı, birinci, ikinci, uçüncu ciltlerı yayımlanıp kapış kapış giden bu gözaçık antolojının dörduncu ve beşincı cıltlerinın de vaat edılmesı. Nasıl edilmesın? (Jlkenın dort bir yanından "istıdatlı genç" fotoğraflarıyla bırlikte "şıirlerini" yayımlatma olanağı buluyor; çevrenin ilgisini çekiyordu; ama bu arada, bırileri, peşin alınmış paraları "cebbellezı" edıyordu! "Hiçbir menfaat ve kâr temini düşunmeyen bu genç istıdatların gayeleri; kendılerini şiir meraklılarına tanıtmak ve şiir dunyasına kuçücük bir hizmeıte bulunabilmektir" diycn antolojinin önsözu, konuyu şoyle bcğlıyor: "Antolojide okuyacaklarmız genç istıdatların kabiliyetlerine göre farklı bulunduğundan bazı şiirlerde tecrübesizlikten dolayı bir acemilik havası da göze çarpacaktır. Anlayışh okuyuculannıızın \e sayın ustatlarımı/ın bu gibi hataları hoş goreceğı, olgun ve tecrubelı şairlerin eserlerıyle ınukayese yapmayacagından emin bulunurken Turk gençlığı adına bu gcıı^ şairlere teşekkür etnıeyi de bir borç bılııı/.." Ne denır? Herkesın şair olduğu memlekette, böyle antolojıler de olur; gençlerın, para karşılığı "şıır'Merıni \e resimlerını yayımlayıp para kazanan koşe dönuculer de çıkabilir... Her mıhnet kabulumuz, yeter kı Tanrı bi/ı şiirden yoksun bırakmasın! 19