Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Tüm yasaklar, koruyacakları hiçbir şey olmadığı zaman, bir şeyi koruyormuş gibi görünmek isteyen siyasal iktidarların döneminde ortaya çıkar. Yasaklamaların ağırlaştığı dönemlere baktığımızda, siyasal yönetimin kendine olan güvenini yitirmeye başladığını görürüz. Hlndistan'da, tüm duvarlan cinsel aşkın Ne kırallar, ne kilise; ne otoriter, ne totaliter rejimler; ne anneler babalar, ne hocalar; ne coğrafya, ne de tarih, cinselliğin dışa vurmasının, bir şiire, bir resme, bir romana, bir türküye, bir filme dönüşmesinin önüne geçememişlerdir. Çünkü cinseilik insan gerçeğinin bir parçasıdır. Zaman içinde, toplum töresi, gelenekleri değişir, ama bu gerçek değişmez. Bir gerçek var olsun da, insanoğlu onu dile getirmesin, o gerçek sanat yapıtlarına yansımasın, görülmüş şey midir bu? GörUlmediği için de, insanoğlu kendini bildi bileli, cinseilik gerçeğini, kimi dönemlerde ye ülkelerde özgürce, kimi ülkelerde gizlice dile getirmiştir. Bunun da, kimilerinin sandığı gibi, ümmet ahlakıyla, millet ahlakıyla bir ilgisi yoktur.* Yunan/Latin edebiyatı erotizmin başyapıtlarıyla doludur. Hindistan'da, tüm duvarlan cinsel aşkın sahneleriyle donanmış tapınaklar vardır. Zen dininin Tantra mezhebinde, kadın ve erkek cinsel organları kutsal simgelerdir. Tantra'nın kutsal el yazmaları, cinsel organların (Yin ve Yang) ve çiftleşme (daha doğrusu tekleşme) sahnelerinin resimleriyle bezelidir. Nietzsche'nin ünlü, "Eros'u zehirleyen tek Tanrılı dinler olmuştur" sözü bir gerçektir, ama zehirlenmiş de olsa, Eros yaşamını sürdürmeyi başarmıştır. Kilise baskısının en ağır olduğu Ortaçağ Avrupa'sı, cinsellikle dolu türküler, şiirler, destanlar, öyküler, masallar yaratmıştır. Belki tek Tanrı'ya inanan toplumlarda, cinsel sanat, Japonya'da, Çin'de olduğu gibi bir gelişme göstermemiştir, ama insan suretini yasaklayan tslam dininin geçerli olduğu ülkelerde, toplulııklarda bile erotik bir sanat vardır. Kuşkusuz, her toplum, kendi özellikleri içinde bir cinsel aşk sanatı yaratmıştır. Bu nedenledir ki, bugün, bir Japon, bir Hint, bir Çin, bir Avrupa, bir İslam, bir Afrika, bir Okyanusya erotizminden söz edilmektedir. Başta Bınbir Oece Masalları olmak üzere, tüm Iran ve Osmanlı (hem halk, hem divan) şiiri, Mevlana'nın ulu Mesnevi'si erotik öğelerle, anlatılarla, betimlemelerle doludur. Tüm bunlar herkesin bildiği gerçekler. Bu bilinen gerçeklere, daha az bilinen bir gerçeği ekleyelim: Cinsel aşk sanatının geliştiği döneınler, o toplumların en az sorunlu olduğu dönemlerdir. Yıınan/Roma sanatına bakalım, Çin ve Japon erotizminin doruğa ulaştığı dönemleri inceleyelim, toplumun görece huzur içinde olduğu dönemlerdir bunlar. Yasaklamaların ağırlaştığı dönemlere baktığımız da ise, savaşları, toplumsal kargaşaları, ekonomik çöküntüyüive siyasal yönetimin kendinc olan güvenini yitirmeye başladığını görüyoruz. Bugün bizde olduğu gibi. Dün, Batı toplumlarında olduğu gibi. AYIP FERİT EDGÜ örneğin, çok değil otuz yıl önce 1956 yılının kasım ayında bugün cep kitabı olarak satılıp da pek fazla bir okurun ilgisini çekmeyen, cinsel aşk edebiyatının en cesur yazarı Marquis de Sade'ın kitaplarını yayımlayan Jean Jacques Pauvert adlı yayman kendini yargı organlarının önünde bulur. Birçoğu 475 adet basılmış, en yüksek tirajı 2.000 olan bu kitapları yayımlayarak kamu ahlakını bozmakla suçlanan Pauvert'i savunan Unlü hukukçu Maurice Garçon, görkemli savunmasında, düşünce özgürlüğü ve yasaklamalarla ilgili tarihsel bilgilcri verdikten sonra şöyle der: "İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'ne, çağımızın bu kitsal kitabına varabilmek için yüzyıllarca süren bir çaba göstermiştir filozoflar, bunun savaşımını vermişlerdir. Tüm uygar devletlerin imzaladığı bu bildirge kişınin inançlanndan ötürü 'rahatsız' edilemeyeceğini öngörür. 3 Eylül 1971 Anayasası, her kişiye düşüncelerini söylemek, yazmak, basmak ve yaymak özgürlüğünü verir, yazılan, basılan, yayımlanan hiçbir şey sansüre tabi tutulamaz, önceden denetlenemez, der. (Iki yüz yıl önceki bu anayasa maddesini, güncelliği dolayısıyla, "özel olarak" aktardım buraya F.E.). Daha sonra şöyle der yargjçlara savunma avukatı Maurice Garçon: "Şunu da belirteyim ki, kamu ahlakı konusunda, yargı organları, her zaman yaşadıkları zamanın otuz yıl gerisindedir." Fransa'nın en saygın yazarlarının, düşünürlerinin savunma tanığı olarak yer aldığı bu dava sonucunda yayımcı Pauvert mahkum olmuş, Marquis de Sade'ın kitapları toplatılıp yok edilmiştir. 1956... Cezayir savaşının en kızgın dönemidir. Aradan otuz değil, on beş yıl geçmeden bu kitaplar, binlerce adet yayımlanmış ve hiçbir kovuşturmaya uğramamıştır. On beş yıl içinde kamu ahlakında ne değişmıştir ki Sade'ın kitapları, ahlak bozucu, yıkıcı, kışkırtıcı niteliklerini bu arada yitirmiştir? Tek örnek ne Fransa'dır, ne de Marquis de Sade olayı. örnekler her dönemde, her ülkede vardır. Henri Miller'in, kendi yurdunda, Amerika'da yayımlanması için otuz yıl beklemesi, Fransa'da ünlenmesi gerekmiştir. Ingiltere, bırakın Lady Chatterly'nin Aşağı'nı, majestelerinin bile okuyup anlamakta güçlük cekeceği Joyce'un Ulysses'inin yayımına izin vermemiştir. Eh, düşünce özgürlüğünün "Kâbeleri"nden sonra başka bir örnek vermek gerekir mi? Tüm yasaklar, koruyacakları hiçbir şey kalmadığı zaman, bir şeyi korurmuş gibi görün Yasaklama tutkusunu niteleyecek en hafif sözcük sahneleriyle donanmif lapınaklar vardır. 9 mek isteyen siyasal iktidarların döneminde ortaya çıkar ve belli toplumsal tabakalardan güç alma amacı taşır. Bugün Türkiye'deki durum da budur. Sağdan ya da soldan, ya da ortadan biri çıkıp sorabilir: Kamu ahlakını korumak gerekmez mi? Kuşkusuz gerekir. Ama kamu ahlakını yalnız uçkura indirgeycnlerin koruyamadıklan başka ahlak değerleri vardır demektir. Toplumun tüm "maddi ve manevi" değerleri korunduğunda, cinseilik de, onun dışa vurumu da, sanatı da, yayını da, o ahlakın çerçevesi içindeki gerçek yerlerini alır. Böylece, yasaklamadan ve yasaklanmaktan kurtulunur. Yasaklama tutkusunu niteleyecek en hafif sözcük "AYIP"tır. n * MUstehcenlik konusunun sürekli gündeme gelmesıni "Ummet ahlakından millet ahlakına geçemedik de ondan" diye açıklayan, merakhsının tahmin edc ceği gibi Attila llhan'dan başkası dejil. Yazar, 19 Ocak 1986 günü Milliyet'teki "Temcit Pilavı: Müslehcenlik" bajlıkb yazısında, o bildiğimiz "Ummet/millet" jablonunu, bu kez de mustehcenlik olayına uygulayıp şajırucı sonuçlara ulaşıyor. Vıolettc Leduc adlı Fransız kadın yazann 1960'larda yayımlanan "La Bâtarde/Piç Kız" adlı özyajam öyküsünü örnek gösterip, "Fransa demokratik ve Iaik, Violette Laduc kitabını serbestçe yayımlamış: Betenen Ovmüş, bejenmeyen yermis, kimse 'ahlak' elden gidiyor telasına düjUp, yasaklar koymaya kaJkışmamıştır" diyor. Yazann maniıjını izleyecek olursak, son derece ilginç sonuçlar çıkıyor ortaya: 1/ Marquis de Sade'ı ölümünden yüz elli yılı ajan bir süre sonra yargtlayıp mahkum eden Fransa, 1956 yılında, demek oluyor ki, henüz "Ummet" toplumuydu. 2/ Attila llhan, "Fena Halde Leman" adlı romanını (ki andıgı Piç Kız bu kitabın yanında cinsel fantazmlar açısından zemzemle yıkanmış gibi kalır) kendi sözcUkleriyle "serbestçe yayımladıgı, begcnen övüp, beğenmeyen yerdigi, kimse ahlak elde gidiyor telasına duşUp yasaklar koymaya kalkışmadıgı "için de, TUrkıyel9«0yüında"ümmet"değil"miUet" ahlakına sahipti. Peki ne oldu, nasıl oldu da, Fransa on bes yılda, "ümmet" toplumundan "millet" toplumuna; Tdrkiye de, gene on beş yılda "millet" toplumundan "Ummet" toplumuna dönustü? EROTIZM VE PORNO Çıplaklık, porno, erotizm çoğu kez birbirine karıştırılmakta, aynı kefeye konulmakta ve "müstehcenlıkle" damgalanmaktadır. örneğm. Velasquez 'in ya da Bollıcellı 'nm; Manet 'nin ya da Malisse'in konusu çıplak olan birresmiporno olmadığı gtbı, erotik de değildir. Bir çıplağı konu alan her foloğrafla da bu niteliklerı (porno ya da erotik) bulmak mıimkün değildir. Sade, saf, güzel çıplak bir beden nasıl "mustehcen" olabilir? Din kitapları bile, cennettekı Adem ile Havva'nı ı çıplaklıklarmı doğal karşılar. (GUnah kavramı elmayı yemelerıyle ortaya çıkar, çıplaklırları dolayısıyla değil.) Pornografi ıle erotizm arasındaki çizgi «sft birçoklarınca pek beltrgin değildir. Bunlar, fotoğrafa resim dtyenler, bir gazelı müzık eserı sananlar, sokak sarkıasınm sözlerini şiir diye dinleyenlerdtr. Porno ile erotizm arasındaki ayrım Everest tepesiyle Lut Gölıi arasındaki yükseklikten daha fazladır. En iyı porno, en kotti bir erotizmin, olsa olsa bir kopyasıdır. Pornoyu erotizmden ayıran başlıca Ozelliklerden birkaçını sıralıyorunv • Porno, düsgücü yoksunlara seslenir. • Erotizm, dtlsgücü zengmlere. • Porno yıizeydedir. • Erotizm derinlerde. • Porno ne sorar, ne yamtlar. • Erotizm durmadan sorar. Yanıtı size bırakır. • Porno dısa dönüktür. • Erotizm içe dönük. • Porno edilgendir. • Erotizm etken. • Porno hesaptır. • Erotizm hesaplasma. • Porno lükenir. Hem de ortaya çıkar çıkmaz. • Erotizm tükenmez, YtizyMar boyu sürer. Çünkü "insan tükenmez"... • Porno uydurmadır, uyutur. • Erotizm gerçektir, uyandırır. • Porno gıcıklar. • Erotizm düsündürür. • Porno anlıktır, geçıcıdır. • Erotizm zaman dısıdır, kalıcıdır. 22