04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

dan ayrılırken.Ve şimdi nerededir o yılan? Gine bir sepetin içinde bir başka söylenceyle birlikte yola mı çıkmıştır? Ufuk hiç boş durmuyor, şimdi de, tek başına bir bulutu andıran açık ..mer bir karaltı yola çıkıyor ötelerden bu yana. Gerçekten bir bulut mu? Yok değil! Buğday teni, balık eti bedeniyle, gülümseyen ağzındaki kendi beyaz dişleriyle, kara saçlan, kara koltuk altlarıyla ve karnının altındaki karayla bir kadındır bu gelen. Kolları, kucaklamak Uzere iki yana açılmış, zaman zaman sırtüstü uzanarak, sonra bir yanına dönerek, bacağının birini kaldınp indirerek, derken, bedenini bir yay gibi gererek, birden kalkıp oturarak, yeniden uzanarak, denizin üzerinden uçarak sUzülerek yaklaşmakta olan bir kadın. Bir kadın ki, kendini esirgemez ve dahi de satmazdır. Her cinsel buluşmanın ardından, sert ve sulu bir elmayı özbeöz kendi sağlam dişleriyle dişleyen, ısırıp kopararak kabuğuyla birlikte, koçanıyla birlikte, çekirdeğiyle ve varsa, yaprağıyla birlikte, elmayı, doğadan çıkıp geldiği gibi yemeyi öngören bir kadındır: Bu onu, unutulmaz yapandır. Bomboş denizi buldun ya karşında Markoni Zeki'nin sesi duyuluyor bak dur artık! Kararımı verdim, diyor. Neyin kararını? Mamma Roza'nın bannda geçirdiğimiz yılbaşı gccesini bir duşun! Evet? Hani bir Türk denizciyle tanışmıştık... Evet. HamburgNew York seferi yapan bir Alman gemisinde çalışıyordu... Susamlı simiti, salepi, Mustafa Kandıralı'nın klarnetini özlüyordu ve içip duruyordu bu yüzden. Markoni benim ne dediğimi duymuyor gibi, yüzünde gine o garip tutkulu anlatım. Okyanus'u aşan bir gemi bulacağım. Bir gün sonra Istanbul'dayız, önce sahil yolunda balığı yiyip rakıyı içeceğiz senden, o şart! Bir gemiyle okyanusu geçmeliyim ardından, o denizci gibi, belki Hamburg New York seferi... Umalım uzun süre uzakta kalmayasın, yoksa o denizci gibi olursun. Simit, lahmacun derken o denizci Istanbul'u özlüyordu aslında, hepımizi emzirmis olan kenti, anakenti! Ne yapıp edip okyanusu aşan bir gemi bulacağım. Geminin başüstünde geçen bu konuşmadan bir gün sonra lstanbul'un dizi dibine demirleyeceğiz. Hemen ertesi gün de sahil yolu, Ahırkapı dolayları, anamızın dızı dıbindeki lokanta. Bir tstanbul günü ki, serin, ama pırıl pırıl guneşli ve nemsiz, insanı dipdiri edecektir. Temız, damalı bir örtü yayılmış olacaktır lokantada masaya, gökyüzü de tertemiz ve arınmış olacaktır. Orada Markoni Zeki ıle birlikte, rakıyı yudumlayıp, şekerini ağzımıza cömertçe yayan sulu bir kavun ve beyazpeynir eşliğinde, Boğazdan çıkıp gelmiş lufer balığı yiyeceğiz. Ve ardından, daha önce söıleşildiği gibi, şu sert ve sulu Yalova clmasından. Masaya yansıyan güneş aydınlığında eşi zor bulunur bir şölen olacaktır. Uzaktaki gemiciler bannda o yılbaşı gecesi ycdiğimiz spagettiyi, o kendi halinde ama güzel şöleni anımsayacağım ve Mamma Roza gözlerimin önüne gelecek, şimdi ölmüş olan, ama yılbaşı gecesi kücük barındakı bütün yabancılara analık etmiş olan Mamma Roza'yı ve şimdi yeni bir anaya kavuşmuş olduğumuzu düşüneceğım, lstanbul adlı anaya! Sahil yolu lokantasındaki o öğle yemeğinden sonra Markoni Zeki'yi bir daha göremeyeceğim. Okyanusu aşan bir gemi bulduğunu, o gemiye gırdığıni bılmesem de, özlediği okyanus seferıne katılmış olduğuna inanacağım. Ama telsiz operatörlüğü mesleği süresince eksikliğini duyduğu, bir kez olsun kulağına ulaşmasını istediği SOS çağrısını bir okyanus fırtınası sırasında almış olacak mıdır, onu bilemiyeceğim. D Alireis'teki çıkmaz sokak Hayır, kendimle kavgalı değilim, çevremle de. Yalnızlıktan, yalnız olmaktan nefret ederim. Kalabalıklar güzeldir, insanlar güzeldir, bir arada olmaları, kaynaşmaları, birbirlerinin ağızlarına girerek yavaşça ya da olanca sesleriyle konuşmaları, gülmeleri, tam Doğululuğa özgü elleriyle kollarıyla anlattıklannı desteklemelerı (seyretmesi bile) bence güzeldir. Bir yerden bir başka yere gitmek de güzeldir elbet. Yeni yerler kadar yeni insanlar da çekicidir, etkileyicidir. Yeni tanışlar edinirsinız; dünya ile barışıksanız, bu tanışıklıklar, giderek dostluklara bile dönüşebilir. Anılar birikiminiz artar, çoğalır, zenginleşir. 111e yalnız kalmak, kendini dinlemek gerekli midir? Kimi durumlarda, evet, tabu. Oysa, kalabalıklar içinde de pekâlâ yazan, yazabilen yazarlar yok mudur? Orhan Kemal, ne zaman Ikbal Kıraathanesi'ne uğrasam onca gürültü, onca insan kalabahğına aldırış etmeksizin hikâyesini (ya da romanını) yazıyor olurdu. Anlatırlar, Hemingway de öyleymiş, o da severmiş kalabalıklarda yazmayı. Saroyan, çalışma odasının bütün pencerelerini açar, sokaklardan dolup taşarak, düşe kalka gelen dünyanın gürültüsünü içeri buyur eder, gönenir, sonra sınavıp geçermiş daktilosunun başına. Bir yeri 'mekân lulmak', o yerde bir şeyler aranmak, bulma umudunu sürekli harlı tutmak, eskimiş, artık unutulmaya yüz tutmuş anılar defterinin sayfalannı karıştırmak, geçmişe özlem gidermek... Nasıl mümkündür, hangı yolla gerçekleşir? Bazan bende de olur bu. Yaz sıcağı, hele aylardan temmuzsa, Egede hiç çekilmez. Karşıyaka'dan vapura binerim. (Benim çocukluğumda bu "Bayraklı", "Dokuz Eylül" vapurları hep vardı, biliyorum. Ama, nice yıllar sonra yinc aynı vapurların Karşıyaka ile Konak arasında hâlâ işliyor olması, emekliye çektirilmemeleri şaşırtıcı değil mi? Vapurlar yaşlanmazlar mı ki?) Konak'ta değişmeyen, bir iskele kalmıştır; bir de, yaşı iki yüzü bulmuş o ufacıcık, çinili camicik, hükumet konağının mermer merdivenlerinin dibinde kapkara, sürmeli gözlü, koea memeli, alt ya da üst azı dişlerinden biri mutlaka altın kaplamalı çingene kadınları çicek satarlar. Sabah çığı gibi tomurmuş güller, sümbülteberler, margaritalar, karanfilin her türlüsü, her renklisi küfsüz tenekelerde gırtlaklarına kadar suya batmış beni bekler. Bir tek gül alırım, lz tzmlr Alireis Mahallesi'ndeki çıkmaz sokak mirlilcr gül scver. Kokusunu da, ellerinde taşımasını da. Çok gençleri; ayakkabılarının ökçelerine basmış, gömleğinin en azından dört düğmcsini yaka bağır açmış, imbata gonüllü, yazık ki sayıları gittikçe tukenmeye başlamış külhanbeylerse karanfile bayılırlar. En kırmızısından (on beş adım öteden kokusunu duyarsınız) tek bir karanfili sağ kulaklarının ardına takarlar; arada bir, ancak durduklarında o da, karanfilini alır, uzun uzun koklar, düşsel bakışlarla bilinmedik bir noktaya bakar, sonra yine kulak arkası ederler. Yapıcıoğlu Yokuşu, bu kadar dik bir yokuş değildi eskıden, biliyor nıusunuz? Asfaltlandıktan sonra bırdenbire çıkılmaz, adamın direncine savaş açmış, dik mi dik; tıpkı Deveçıkmaz Yokuşu gibi bir yokuş olmuştur. Olsun, derim: Güneşe aldırmam, terim saçlarımdan enseme iner, koltukaltlanm ıslanır: Çıkarım Yapıcıoğlu Yokuşu'nu, varırım Alireis Mahallesi'ne. tzmir, Alsancak değildir, Karşıyaka hiç değildir. Alireis Mahallesı, gerçek Izmir'dir. Tekke'yi geçtim mi, sağdaki ilk çıkmaz sokakta yan yana dört ev vardır. Biri bizimdi o evlerin. Ikı katlı, bahçeli ve taraealı. lzmır, geceleyin ışıklar içinde ve ayaklarımızın altındaydı hep. Babam; o, on yedi lira aylıklı maliyede sıradan bir memur; akşamları taraçaya kurulmuş çilingir sofrasına oturur, ışıklar içindeki tzmir'e karşı rakısını içerdi. Kaçıncı kadehdeydi, bılemıyorum, karık ama içten bir sesle "Yalnız bırakıp gilme beni bu akşam yine erken" diye bir şarkıya başlardı. Annem de söylesin isterdi birlikte, zorlardı. Na/lı bir kadın değildi annem. Kocasını kırmazdı, söylerdi: "öksıiz sanırım ben, kendimi yalnız içerken..." Ninem, bir köşede oturur, oğluyla gelinini seyreder, bir gözünü, kucağına aldığı kedisini sözde seviyormuş gibi yapan, gerçekte hayvancağızı mıncıklayıp sızıldatan ikinci torunundan ayırmazdı. Güzel günlerim oldu o evde. Fenerci Mehmetağa; oğulları Şuayip, kızları Kifayet... Mesaadet Abla, Rabia hanımteyzeler, Boşnak Paşo'lar ("Kako§l be Paşo? Ah, dobro, dobrol"), Gülsefahanımlar... Arkadaşım Doga... lyi komşular, iyi insanlardı hepsi. Mekânsa, budur benim mekânım. Ne bulurum da giderim her seferinde o Alireis Mahallesi'ne? Kımscyi bulamayacağımı, kimseyle karşılaşmayacağımı bilirim elbet. Babam öldü. önce annem ölmüştü. Şuayip öylesine yaşlandı ki, ikimiz de gülüyoruz şimdi buna. Kifayet, evlenmiş bir başka kente göçmüş, üniversiteye giden iki çocuk anası. Mesaadet ablalar yok, Rabia hanımteyzemler de, Boşnak Paşo'lar, Gülsefa hanımlarla arkadaşım Doga da. Dağıldık biz. Her birimiz, bırbirimizden habersiz bir başka yerdeyiz artık. Yeni kaygılar, yeni umutlar, yeni umarsızlıklar, yeni yenilgiler, yeni yitiklerle bir aradayız. Ama, Alireis Mahallesı hep duruyor. Ne Alsancak gibi, ne Karşıyaka gibi yıkılıp yeni baştan yapılmadı. Biziın oturduğumuz evi geçen yaz yalandan onarmışlardı, duvarları pembe badanalıydı, kapısına yeni bir numara vermişlerdi. Taraçayı, bir sivri akılh kapamış, balkon yapmıştı. Bir süre dururum o çıkmaz sokakta. Bir şeyleri aranırım; bulamayacağımı, göremeyeceğimi, kavuşamayacağımı bile bile ustelik. Bu, acı verır yüreğime. Burnumu çekerim. Ellerimi uzatıp çok geçmişi, o çok geçmişten kalmış neyi bulursam, bulabilirsem tutup sevmek, bağrıma basmak isterim. Başka yerlerde, başka kentlerde, başka Alireis mahallelerinde de unuttuğum, hoyratça ve gönülden bıraktığım, ama sonradan bir iç sızısıyla pışmanhk duyacağım nice 'şey'lerim yok mudur? Vardır kuşkusuz. Vardır ya, hiçbiri bu Alireis Mahallesi'ndeki bıraktıklanm ayarı değildir. Bilirim. Mahallenin yeni insanları; her lzmir'e gidişimde eski mahallemize gelişimi, sokağın başında durup uzun uzun evlere, pencerelere, badanalı duvarlara, gelıp geçeni unıursamadan seyretmeme alıştı artık. Fakat her şeye karşılık yine de yadırgamıyorlar demek (galiba) zoı.D 21
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle