Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Tiyatronun Evliya Çelebisiyim... lyi bir güldürü ustası, fırsat buldukça dünyayı gezerek değişik güldürü anlayışlarının özünü tatmayı bilmelidir. JAK DELEON • « ^ nsanlar, Ali Poyrazoğlu'nu yalnız• ca "tiyatro adamı" olarak bilıyor. I Ama onun gün ışığına çıkmamış • bir yönü de kitaplara olan korkunç I tutkusu. Şöyle diyelim: Oyunlarının JL* provaları süresince, tiyatronun perde açtığı gecelerde, evinde ya da meyhanede kitap düşmüyor elinden. Kuliste, soyunma odasında, fuayede sahneden beş dakika "çalabildiginde" kitaba dalıyor Poyrazoğlu. Dikkat ettim, okudukları, hiç de "eğlencelik" yapıtlar değil: Seferis, Orhan Pamuk, Salâh Birsel, Melin And birbirini kovalıyor. Bize biraz "entelektüel Ali"nin öyküsünü anlatır mısınız? Şimdi şöyle başlayalım: Genel kitlenin gozunde, ister tıyatro seyircisi, ister televizyon izlcyıcisı olsun, "aydın" kimliğiyle "guldiirü ustası" görüntüsü çelışiyor. Hoş, çoğu bilim adamlanmızla anlı şanlı sanatçılarıınız da öyle düşünuyor ya! Efendim neymış"entelek(uel" olınanın yolu.asık suratlılıkta yatarmış.lşte buna fena halde gülunurjMoliercMark T\vain ve Aziz Nesin "entelcktuel" değil mi? Neyse, bu tartışmanın sonu gelmez. Ben çok küçük yaşlarda sevdalandım kitaba. Bir tür koşullanmaydı bu belki. Çünku annemle babam, hele annem kitabı kutsal sayan, gece gündüz baş uçlarında bulunduran insaıılardı. Taın biı "küçıik burjuva" çocuğuydum. Annem Batum'da büyümüş bir doktor kızıydı, çok iyi Fransızca ve Rusça bilirdı. Babamsa orta hallinin oldukça üstünde bir eczacıydı. lstanbul'da doğdum, soııra ansızın kendimi Fatsa'da buluverdim. Orada mUthiş bir "yabancılaşma" hissettim doğal olarak. tstanbullu olarak, ev içi düzenimiz ve çarşıdaki davranışlarımız oldukça değişikti. Biz Fatsalılara göre "dışarılı"ydık ve hep öyle kaldık. Zamanımızın çoğu dört duvar arasında geçtiğinden ben ve kardeşlerım süreklı okuyorduk. öyle ki, ne bulursak okuyorduk. Annemle babam bu tutkunun doğru yönlendirilmesini ve Istanbul'da edindiğimız eğitimin sürmesini çok istiyorlardı. Böylece bir gün evin içindc Osman Hoca diye birı beliriverdi. O zamanlar Fatsa llkokulu'na gidiyoruz ve "özel ders" diye bır kavram henüz ortalıkta yok. Osman Topaloğlu adlı bu "zat" otuz yıl Fransa'da kalmış, Fransa ve Osmanlı tmparatorluğu konusunda Fransızca tarih kitapları yazmış bir Fatsalıymış. Adamcağızın kalacak yeri olmadığından babam ona bir döşek verdi, karşılığında da o biz küçüklere Fransızca ve tarih dersleri vermeye başladı. Osman Hoca'nın ıçkiyle arası hoş, hem demleniyor hem anlatıyor. Böylece ben yedi yaşındayken "metazori" Fransızca öğrendim. Yani sokakta çelikçomak oynayacağımıza Frenkçenin kuyusuna dalıp dalıp çıkıyorduk günde yedı saat boyunca. Muthış sıkıldığım anlar oldu, ama "beleşten" Fransızca öğrenmiş oldum. Okuduklarıma Fransızca kitapiar da eklendi böylece. Aslında şu da var: O yaşlarda tiyatronun "l"si bile ilgilendırmiyordu beni; varsa yoksa okumak! Ailemsc bana "müstakbel" eczacı gözüyle bakıyordu. Bizim ailede eczacılık geleneği vardı, herkes benim lıseyi bitirip Eczacılık Fakültesıne gireceğimi sanıyordu, ama benim ilaçlarla uğraşmaya hiç nıyetim yoktu... Kitap hastalığımın körüklenmesinde en önemli etken Varlık Yayınları olmuştur. Hanı o çağlarda 1 (evet Jak'cığım, yazıyla "bir") liraya Varlık'ın dunya klasiklerinden çevirilerı satılırdı ya, işte ben o kitaplaıı peynır ekmek niyetine yer gibi arka arkaya okudum. Babam abone olmuş, kitapiar çıktıkça eve geliyor, ben de kitabı herkesten önce ele geçirebilmek ıçın türlü "numaralara" başvuruyorum. Bir de Milli Eğitim Bakanlığı'nın beyaz kapaklı klasikleri vardı. Bel leğımde derin izler bırakan ilk yapıtlar arasında Panait Istrali, Ernest Hemingvvay ve John Sleinbcck'in kitapları vardı. O demlerde okumanın salt zaman geçirme ya da eğlence aracı olmadığını, son derece ciddı bir iş oldıığunu algıladım. Hele Islrati! Fatsa adlı kueucük kasabaya sıkışmış bız çocukları duşün. Düşlerimı/i bile besleyecek dürtülcıden yoksun, kupkuru yaşarken birden ko'koca Islrali ulkeden ıılkeye gezen seyyahları, gönüllerınce yaşayan "bohem" leri, enpın deııiz balıkçıları ve derınlerde yuruyen sınıger avcılarıyla aramıza geliverıyor! Iliklcnıııc dcğın sarsmıştı benı Istrali... Ve sdnra tiyalro eğitimi yılları, liyatro rdebiyatının sindirildigi yıllar... Luılen kesme sözümü, tatlı tatlı sohbet edivoru7 işte! Evet, Istanbul Belediyesi Konsenaiuvaıı Tiyatro Bolumu'ne girdiğimde "dram" dünyasınm buyuk yazarlarıyla, dc\ ıcrıyle tanıştım; çoğuyla da hcmen "samimi" oluverdik. Sophocles, Shakespeare, lbseıı, Çelıov ve nıcelerıyle "olumune" dost olduk. Ama şunu da eklemek ısterını: O dönemlerde konservatuvar çok talihlıydi, çunku Mi'lih Cevdet Anday, Sabahattin Kudrcl Aksal, Ahmel Kudsi Tecer, Krcumen» Ik'h/al I.av eğıtmenler kadrosunda yer alıyordu Okuma ve öğrenme sevgim bu ustalar savesınde "profes>onel"leşti ve (ne k.ı dar iyı eğıtilirse eğitilsın, ne kadar sağlıklı olursa olsun) beyinsız bır bedenın tümdcn sıfır olduğunun iyıce farkına vardım. Bu arada lnpilizce de öğrendım vc kitaplara uç koldan "saldırmaya" başladım... Sö/ü şöyle bağlanıak istiyorum: Bir "göriinen" Ali Poyrazoglu vardır, bir de "gorünmeyen" Ali Poyra/ofelu. "Gorunvn" Ali mızahçıdır, güldürü tışatrosu yapar, televı/yondaysa lam bir bitırım "halk çocuğu"dur. "Göriinmeyen" Ali'\se (sahneden ve ekrandan arta kalan zamanında) dünya cdcbıyatını ucundan da olsa kavramaya ömur adamış bir kitap tutkunudur. Hepimiz biraz öyle değil miyiz? "Görünen" Einslein müthiş fizik deneyleri kotarırken gorünmeyen Einstein'ın en buvuk ınerakı mavi kanatlı kelebek koleksıyonu yapmaktı... Önemli bir özelliginiz de eksiksiz bir "keyıf" adaını olmanız. Bu keyif kavramını açarsak agıriıgın Çiçek Pasajı meyhanelerinde oldugunu gorurüz. Entelektuel Cavıt'te ya da Cumhuriyet'te "demlenmek" sizin için omür boyu "usulden" sayılacak anladığım kadarıyla. Yani "keyif adamı", "kitap adamı" ve "tiyatro adamı" Ali Poyrazoğlu var şu anda karşımda. Hangisi gerçekten ağır basıyor? Hangisi diye bir şey olur mu yahu? Üçü dc ağır basıyor, hem de çok ağır basıyor! Tıyatromda süreklı oyuncu, yönetmen ve dramaturg olarak çalışıyorum; soluklanmaya an buldukça kitaplara kulaç atıyorum; arta kalan zamanda (dostlarla Çiçek'e takıldığımız saatleri saymazsak) yazıyorum. Iki oyun ustılnde çalışıyorum şu anda. Ayrıca bu lonıan ve biı öyku kitabı bitmek üzere. Dört yıl boyunca otuzun ustunde radyo oyunu yazdım. Bır süru de oyun çevırını var. Bir ara da guldurü ustalığının "perde arkası"nı aralamak ısterim. Güldürü ustası olabilmek içın keyıf adamı olmak gerek, ama aynı zamanda kitap adamı ve tiyatro adamı olunmazsa ona gulduru ustası değil, ancak palyaço denır! Şimdi bak, guldurü çok incc bir hesap ışıdır, çetrefil bir matematik içerır. Kantarın topuzunu son derece nazik biı dengede tutmak zorundasın.