Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 21 MART 2010 / SAYI 1252 ATAOL BEHRAMOĞLU Baharı geçerken M art arada bir kapıdan baktırsa da baharın içinden geçiyoruz. Geçen hafta sonu Ada’dan dönerken kucak dolusu getirdiğimiz mimozaların ince kokusu, salondan yayılarak evin bütününde kendini usulca duyumsatıyor. Ada çiçekleri benim için zakkum ve mimozadır. Zakkum yaz, mimoza ilkbahardır. Sadece koklamayı ve bakmayı değil, onlara dokunmayı da severim. Zakkumun ipeksi teninden bir şiirimde söz etmiştim. Evden çıkarken dokunduğum mimozaların parmak uçlarımda kalan izinden ve kokusundan da bir başka şiirde söz ederim belki... *** Yabanıl ve zehirli bir çiçek sayılan zakkumdan çok, ilkbaharın habercisi sayılan mimoza bizim şiirimizde kendine daha çok yer bulmuştur. Fakat hiçbiri gül ve karanfille yarışamaz. Gül, Yahya Kemal’i çağrıştırır. Karanfil, Edip Cansever’in “Yerçekimli Karanfil”iyle modern şiirimizin baş köşesine kurulmuş olsa da benim dilimin ucuna ilk elde yine de Hâşim’in karanfiliyle geliyor: Nefret suça dönüşürse Öldürülen Rahip Santoro... Yarin dudağından getirilmiş Bir katre alevdir bu karanfil, Ruhum acısından bunu bildi. Düştükçe vurulmuş gibi yer yer Kızgın kokusundan kelebekler, Gönlüm ona pervane kesildi. *** Haşim’i anımsayışım pek de rastlantısal değil. İzmir’deki şair dostlarımdan Dr. Can Ceylan bana onun bilmediğim bir yazısını gönderdi. Tevfik Fikret ve Nâzım Hikmet dorukları arasında, Yahya Kemal’e birlikte çağdaş şiirimizin iki büyük kurucusundan biri sayılan Hâşim’den, şiirleri dışında bir şey okumadım. Çok ayıp belki, fakat Frankfurt Seyahatnamesi’ni de henüz okumuş değilim. Buna karşılık şiirini severim ve kimi dizelerinin benim kimi dizelerimin oluşmasında etken olduğunu biliyorum. Baharı geçmekteyken elime geçen yazısı beni Ahmet Hâşim ve yazısındaki düşünceler üzerinde yeniden düşündürdü... *** “Hemen Her Sabah” başlıklı kısacık yazısında aşk ve evlilik arasında bir karşılaştırma yapan Ahmet Hâşim, evliliği “at cambazhanelerinde musiki çalan ve dans eden, dişi sökülmüş, tırnakları eğelenmiş, zararsız arslan”a, evliliği ise ormanların yabanıl kralı “canavar”a benzetiyor. Hâşim’e göre “Aşk geçici, evlilik ise süreklidir. Evliliği, aşkın devamı zannetmiş nice safdil çiftler, üç ay geçmeden dudaklarda ateşin söndüğünü görmüşler ve bir akşam, kendilerini karşı karşıya esner bulmaktan hayret etmişlerdir. Aşk, değişmeyince ölür”. Yine onun sözleriyle: “En eski edebiyattan en yenisine kadar, her dilde, şiirin konusu eş değil, sevgilidir; hayaller ve benzetmeler hep sevgilinin süzgün gözleri ve karanlık kirpikleri etrafında pervaneler gibi uçuşur. Kahramanı eş ve konusu evlilik olan hikâyeden daha tatsız ne olabilir.” Kuşkusuz nefret suçu dendiğinde ilk akla gelen cinayetlerden biri Hrant Dink cinayeti... Bugün “Dünya Irkçılıkla Mücadele Günü”, bütün dünyada ayrımcılığa, nefret suçlarına karşı eylemler yapılacak. Türkiye’nin henüz nefret suçlarına dair bir yasası bile yok. Daha yeni, “Ayrımcılıkla Mücadele ve Eşitlik Kurulu”na ilişkin kanun tasarısı taslağı hazırlandı ama... ESRA AÇIKGÖZ eç de olsa, yakında Türkiye’nin de bir ayrımcılık yasası olacak. “Ayrımcılıkla Mücadele ve Eşitlik Kurulu”na ilişkin kanun tasarısı taslağı hazırlandı. 21 maddelik taslak, “cinsiyet, ırk, renk, dil, din, inanç, etnik köken, cinsel kimlik, felsefi ve siyasi görüş, sosyal statü, medeni hal, sağlık durumu, engellilik, yaş ve benzeri temellere dayalı ayrımcılığın yasaklanmasını” öngörüyor. Peki bu taslak ayrımcılığı engelleyebilecek mi? Türkiye’de yeniden yükselmeye başlayan milliyetçi dalga düşünülürse, daha çok nefret suçuyla, ayrımcılıkla karşılaşacağız. Üstelik bu suçlar, medya aracılığıyla çoğaltılıyor. Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi, Sosyal Değişim Derneği’nin “Ulusal Basında Nefret Suçları: 10 Yıl 10 Örnek” projesinin danışmanlarından Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu anlatıyor. 21 Mart Dünya Irkçılıkla Mücadele Günü. Türkiye’de ırkçılığın olmadığı söylenir… Tam aksine Türkiye’de ırkçılık büyük bir sorun. Birleşmiş Milletler Irk Ayrımcılığının Önlenmesi Komitesi’nin Mart 2009 tarihli Türkiye raporunda; Türkiye’de ırk temelli nefret ile işlenen suçların yoğunluğu ve devletin uluslararası hukuktan doğan yükümlülükleri dikkate alındığında, kanunda gerekli değişikliklerin bir an önce yapılması gerektiği vurgulanmış. Avrupa Konseyi’ne bağlı “Irkçılık ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu”nun (ECRI) 2005 tarihli Türkiye raporunda da, güvenlik güçlerinin azınlık gruplarına karşı kötü muamelede bulunduğu, medya ve kamuoyunda azınlık gruplarını “aşağılayan”, özellikle de bazı basın organlarında antisemit yayınların yapıldığı ve ders kitaplarında, “dini azınlıklara” yönelik kötü ifadelerin kullanıldığı belirtilmişti. 67 Eylül 1955 olayları, yakın zamandaki Rahip Santoro cinayeti, Malatya katliamı, Seferihisar ve Kemalpaşa’daki linç girişimleri, Dink cinayeti gibi olayların olduğu Türkiye’de “Irkçılık yoktur” demek inkârcılığa girer. Aslında ırkçı, milliyetçi, ayrımcı söylemler en çok da medyayla taşınıyor. Siz, “Ulusal Basında Nefret Suçları: 10 Yıl 10 Örnek” projesinin de danışmanlarındansınız. Bu proje neyi amaçlıyor? Projeyle, toplam tirajın yüzde 80’ini oluşturan 20 gazeteyi tarıyoruz. Amaç, kamuoyunda ve medyada farkındalık yaratmak, Türkiye’nin nefret suçu yasasına kavuşmasını sağlamak. Medya nefret suçlarını en çok kimlere karşı işliyor? Medya egemen ideolojinin bir aygıtı olarak milliyetçiliği, ırkçılığı yeniden üretirken toplumsal öfke ve nefret duygularının ötekilere karşı yöneltilmesine neden oluyor. Ana akım medyanın içselleştirdiği “biz”lik tanımı, toplumdaki 67 Eylül olayları... G *** Ahmet Hâşim bildiğim kadarıyla hiç evlenmedi. Bekâr bir yaşam sürdürdü. Bir yandan da kendisinde çocukluğundan kalma bir çirkinlik kompleksi olduğu söylenir. Biyograsinde gezinirken 18851934 yılları arasında sadece 49 yıl yaşamış olduğunu görerek şaşırdım. Kavramlar ne kadar değişken! Ben onun çok daha uzun bir ömür yaşamış olduğunu düşünürdüm. 49 yıllık bu ömür süresince, karşılık bularak yaşadığı bir aşk acaba oldu mu? Bu da bilinmiyor... Yine de aşk ve sevgi, eş ve sevgili kavramları arasında yaptığı ilginç karşılaştırma üzerinde (katılalım ya da katılmayalım) düşünülecektir... Özellikle de baharı geçerken ve bahar geçmekteyken... G ataolb@cumhuriyet.com.tr Yrd. Doç. Dr. ASUMAN AYTEKİN İNCEOĞLU (İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi) Nefret suçu da ne! N efret suçu kavramı aslında Türk hukukuna uzak. Bir fiilin nefret suçu olarak tanımlanabilmesi, iki unsurun varlığına bağlı. İlk aranan unsur; gerçekleştirilen fiilin bir suç teşkil etmesi. Yani öncelikle işlenmiş bir temel suç olacak; örneğin tehdit, mala zarar verme, yaralama, öldürme... İkinci olarak aranan unsur ise, bu suçun işlenmesindeki saikin yani temel nedenin “önyargı” olması. Burada “önyargı” ile kast edilen; failin, sahip olduğu belirli bazı özellikler sebebi ile mağduru bilinçli olarak seçmesi. Bu, belirli bir grubun sahip olduğu bir özellik olmalı. Örneğin; ırk, etnik kimlik, milliyet, din, cinsiyet, cinsel yönelim, fiziksel veya zihinsel engellilik... Saikin “nefret” olması, yani failin mağdurdan nefret etmesi aranmaz. Bu suç tipini diğer suçlardan ayıran özellik; failin saiki, yani suç işlemeye onu yönelten sebeptir. Nefret suçlarında, failin mağduru seçmesinde mağdurun kim olduğu değil, neyi temsil ettiği önemlidir. Failin esas amacı hedef gruba bir mesaj, bir nevi gözdağı vermektir. Yani aslında sadece C M Y B C MY B mağdur değil, mağdurun mensubu olduğu grup da suçtan zarar görür. Bu nedenle ceza kanunlarında hem bireysel hem de toplumsal güvenliğin sağlanması amacı ile nefret suçları düzenlenmelidir. Avrupa Güvenlik İşbirliği Teşkilatı’na (AGİT) üye 56 devletten 48’inde nefret suçu düzenlenirken, Türkiye’nin de dahil olduğu sekiz ülke böyle bir düzenlemeye mevzuatlarında yer vermiyor. Türk mevzuatında nefret söylemi bir suç olarak düzenlenmekle birlikte (TCK. m. 216), nefret suçu konusunda yasal bir düzenleme bulunmuyor. Kanuni düzenlemenin yapılması kadar, sonrasında uygulayıcıların yani yargı mensuplarının ve kolluğun da bu konuya ilişkin bilinçlendirilmesi ve etkili şekilde nefret suçu teşkil eden olaylara müdahalesi sağlanmalı. Topluma, özellikle gençlere hoşgörü ve ayrımcılık karşıtlığı konusunda eğitim verilmeli, nefret suçu mağdurları suç sonrasında desteklenmeli ve bu amaçla kurumlar oluşturulmalı. G egemen ideoloji tarafından biçimlenmiştir. Buna göre biz Türküz, Müslümanız hatta Sünniyiz, heteroseksüeliz, erkeğiz, muhafazakârız, halkçıyız… Biz’lik tanımına uymayan herkes “öteki”leştiriliyor. En çok farklı etnik azınlıklara, lezbiyen, gey, biseksüel, travesti, transeksüel, ağırlıklı olarak eşcinsellerekadınlara (töre ve namus cinayeti haberleri) karşı nefret suçu işleniyor. Mesela; “Yahudi işadamının borç intiharı”, “Ermeni kuyumcu çeteden gözaltında” türünden başlıklar sorunlu. Haberin içeriği ile ilgisi olmamasına rağmen, etnik kimlik ön plana çıkarılıyor. Geçmişteki “Hrant kaşıyor”, “Ya Sev, Ya Terk Et” başlıkları da medyanın hedef gösterdiği başlıklara örneklerden. Spor haberleri de nefret söylemlerini körüklüyor. Son günlerde maçlarda yaşanan olaylar, onların medyada sunumu… Spor medyası da nefret suçunu ciddi olarak körüklüyor, Türklük, Türkiye, canım Türkiyem, vatan, ayyıldız gibi söylemler sıklıkla kullanılıyor. “Hindi dediniz bize nasıl yedirdik size” türünden başlıklarla şiddet kültürü yeniden üretiliyor. Son zamanlarda işlenen, en çok aklınızda kalan, sizde yer eden nefret suçu neydi? İçerik olarak farklı üç nefret suçu örneği verebilirim. Geçen yıl, yanılmıyorsam Ocak 2009’da, kucaklarına bir köpek alarak ve “Köpeklere giriş serbesttir”, “Bu kapıdan Yahudiler ve Ermeniler giremez” yazılı pankartlar taşıyan şahıslar bir basın açıklaması yapmışlardı. Bir ikinci örnek, Bakanın yaptığı “Eşcinsellik hastalıktır” açıklaması. Bir başka örnek de bir köşe yazarının “keşke PKK’li terörist olsam, seks kölem de Rojin olsa dağda yaşasak” diye yazdığı makale. Her ne kadar yazar mizah yapmaya çalıştığını açıklasa da, Rojin’in “kadın” ve “Kürt” kimliğine karşı “suç” işledi. Birinci örnek ile diğer iki örnek farklı gibi gözükse de, sonuçta üçü de içinde önyargı ve ayrımcılık unsurlarını barındırıyor. Nefret suçlarına dair medyaya düşen görev nedir? Kamuoyunun duyarlılığını ve farkındalığını yaratma, arttırma konusunda medyaya önemli görevler düşüyor. Şüphesiz nefret suçu haberlerinin veriliş biçimleriyle ilgili, nefret suçunun işlenme nedenlerinin irdelenmesi, 5N 1K’dan neden sorusuna cevap aranması, nefret suçlarının yaygınlaşmasına veya görmezden gelinmesine yol açıp açmaması, kurbanın suçu hak ettiğine dair önyargılı tutum gibi karmaşık sorulara yanıtlar bulmak kolay değil. Medya nefret suçlarını insan hakları odaklı habercilik bağlamında ele almalı, haber üretim ve sunum aşamalarında nefret suçlarının hedefi konumundaki grupların temsilini ve katılımını göz ardı etmemeli. Türkiye’nin acil olarak nefret suçları yasasına kavuşması gerektiğini gündeminde tutmalı. Sonuçta sorumlu ve demokratik bir medya “biz” ve “onlar” kutuplaşmasını beslemek ve pekiştirmekle uğraşmaz, aksine karşılıklı iyi niyet, anlayış ve saygıya dayalı kültürler arası diyalog için zemin hazırlar. G