22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Askere gitmekten değil yaşayacaklarımızdan korkuyoruz ZUHAL AYTOLUN li 25 yaşında. Hemcinsine ilgi duyduğunu fark ediyor lise döneminde. İlk başta sorgulamıyor. Belki böyle bir şey de yaşanabilir, “neden olmasın” diye düşünüyor. Hatta bir erkeğe karşı duygusal bir şey hissedebileceğini bile tahmin etmiyor. Ta ki âşık olana kadar. Üniversite ikinci sınıfa geldiğinde âşık oluyor. Hatta bir kız arkadaşı dahi var o dönemde. Âşık olduğu erkeğin de bir kız arkadaşı var. İkisi de kızları terk ediyor ve beraber olmaya başlıyorlar. O gün bugündür de eşcinselliğini yaşıyor içinden geldiğince. Ancak toplumun belirlediği sınırlar içinde. Yıllar içinde kadın ya da erkek pek çok kişi giriyor hayatına. “Sonuçta erkeğiz, kız arkadaşlarımız da olacak dediğimiz aptal dönemlerim de oldu. Bocalamalar yaşadım” diyor. Zamanla da durumu daha iyi kavrayıp, daha iyi yorumlar hale geliyor. 2005 yılından bu yana da hiçbir kadınla sevgili olmuyor, hiçbir kadına ilgi duymuyor. Kendini rahatça ifade edebileceği insanlarla tanışıyor, çevresi de onun cinsel tercihini kabul edebilenlerle şekilleniyor. Durumunu kabullenememe, kendini ifade edememe gibi sorunlarla boğuşan, buhranlı zamanlar yaşayan eşcinsel arkadaşları da var ancak onun zihin yapısı bu zorluklardan uzak. Alper ise 27 yaşında. 13 yaşında fark ediyor hemcinslerinden hoşlandığını. Bir baskı hissetmiyor üzerinde. Ailesi hâlâ bilmiyor gerçi, saklıyor. Ona farklı biriymiş gibi davranıyorlar ancak yine de ailesine karşı hassasiyeti baki. Çevresiyle ise bir derdi yok. Onu cinsel tercihi nedeniyle eleştirmiyor kimse. Zaten “Benim cinselliğim dışarıdaki hayatımda ön planda değil ki. Örnekse alışveriş yaparken, bangır bangır eşcinselim diye bağırmıyorum. Evim de kapalı. Neyi, kime karşı gizli tutacağım?” diyor. Ali, Alper ya da başka isimler. Bu adların bir önemi yok. Onlar Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Aliye Kavaf’ın tedavi edilmesi gereken birer hasta olarak gördüğü insanlar. Kavaf gibi zihniyetler nedeniyle görülmeyen, bilinmeyen, gizlenen, gizlenmek zorunda kalan o kadar çok kişi var ki. Ancak adına Ali ve Alper dediğimiz bu iki kişiyi ortak bir paydada buluşturan bir gerçeklik var. O da askerlik. Yaşamlarında çoğu zaman kendi içlerinde yaşadıkları tercihlerini, askerlik konusunda açık olarak anlatma derdine düşüyorlar. Çünkü rahatsızlıkları hemcinsleriyle 5, 12 ya da 15 ay aynı ortamı paylaşmak zorunda kalmak. Eşcinsel oldukları için değil, orada yaşayacakları zorlukları düşündükleri için gitmek istemiyorlar. Buyrun yaşadıklarını onların ağzından dinleyelim. A KİMSE ZOR DURUMDA KALMASIN Taksim’deki eşcinsel yürüyüşünden bir kare... Fotoğraf: Vedat Arık “Aslında en acısı” diyerek söze giriyor Ali. “Seni sevmiyorlar. Senin olduğunu düşündükleri bir kişiyi seviyor bilmeyenler. Ama kalıpların da önüne geçilemiyor. Bunu yalnız başına yaşamak çok zor. İnsan yakın çevresine söyleyebilmeli. Ancak aile ve iş arkadaşlarına söylerken bir değil 10 kere düşünmek gerekiyor.” Çok fazla açamadığı sıkıntılar yaşıyor kendi içinde. Günlük hayatta “ben heteroseksüelim” diye bağırarak gezmiyorsa insanlar, o da “ben eşcinselim” diyerek bir dolaşıma girmek istemiyor. Ancak gün geliyor ve cinsel kimliğini kanıtlamak zorunda kalıyor. Ali askere gitmek istemiyor. “Kendimi hakikaten orada göremiyorum. İşin silah tutma gibi bir yanı var. Hem onu istemiyorum. Çok hassasım. Gözüme uyku muyku girmez. Hem de orada ters bir durumda kalmamak lazım” diyor. Açmasını istiyorum konuyu. “Bir erkekle bir eşcinselin aynı koğuşta askerlik yapması mümkün değil. Orada bir arkadaşımla yakınlaşmamam lazım. Ya sen ya da o zor durumda kalır böyle bir durumda. Kimse zor durumda kalmamalı. Heteroseksüellerin de orada yaşadıklarını duyuyoruz, dinliyoruz. Bir de böyle bir eğilimin varsa kendini nasıl tutabilirsin ki?” Bu durumundan dolayı muaf olabilmeyi istiyor. Biraz araştırıyor ancak internette ya da çevresinde duydukları onu korkutuyor. 3 yıl önce bunu duymuş olsa da son 4 ayda karar veriyor bu konuyu gündeme getirmeye. Uzun bir düşünme süresi. Neticede duydukları da can sıkıcı. Muayene, kötü muamele, taciz ya da fotoğrafla durumu kanıtlama hali iyice geriyor. “Peki her şeye hazır mısın, fotoğraf gerekiyorsa, verebilecek misin” diye soruyorum. “Mecburi değilmiş ama gerekirse yaparım. Çok çirkin bir şey bunu fotoğrafla kanıtlamaya çalışmak. Ama o çirkinliği benden isteyeceklerse ben de o çirkinliği vereceğim” diyor. Sonrasında duymamaya ve dinlememeye başlıyor konuyla ilgili anlatılanları; kararını veriyor. Üniversiteden kaynaklanan tecilinin bitmesiyle başvurusunu yineleyecek ve prosedür onun için başlayacak. Ruhunda yarattıklarını ise düşünmemeye çalışıyor. “Düşünürsem içinden çıkamam. Oraya gideceğim ve ‘durumum budur’ diyeceğim. Zaten eşcinselim ve hemcinslerimle aynı ortamı paylaşamam. Test yapılacaksa yapacağım, ne görüşülecekse görüşeceğim. Her şeye rağmen gitmem gerekirse ve orada ters bir durum olursa benim sorumluluğum olamaz bu” diyor. Önünde birilerine cinsel tercihini kabul ettirmesi gereken bir süreç var. Elbette korkutuyor bu süreç Ali’yi. Ama ona göre en korkuncu “kendini ifade edememek”. “Ben rol yapmıyorum ki. Ama ben kendi kimliğimi anlatma derdine düşüyorum” diyor. Zaten Ali’ye göre bu cesurca bir hareket de değil, kimseye örnek olma gibi bir derdi yok. “Aslında korkak biriyimdir” de diyor. O uzun düşünme süresinde aklına düşen sorularla boğuşuyor. “Ben eşcinselim diyerek bu durumu kanıtlamaya çalışmak mı zor, yoksa gidip askerliği yapmak ve orada yaşayabileceklerim mi?” İkincisi daha zor geliyor. Cinsel kimlik bozukluğu olarak tanımlanıyor durumu. Ancak kendisini bu tanımın içinde görmek istemiyor. Şansı olsa öğretmen olarak askerlik yapmayı tercih edebileceğini söylüyor: “Bir köy okulunda öğretmenlik yapacaksın deseler düşünmeden askerlik yaparım. Bu imkânım yok. Ama kendim olmayan bir karaktere bürünerek bir ortamda büyük bir baskıyla yaşamak istemiyorum. Orada ne yaşayabileceğimi dahi öngöremiyorum.” Alper’in de hikâyesi Ali’yle aynı yerde örtüşüyor. Eşcinsel olduğu için askerlikten muaf olmuş. Hiç tereddüt etmeden çekinmeden gitmiş şubeye. Hastaneye sevkini istemiş, nedenini soran memura “özel” demiş. O kadar kolay sanılmasın. Kapıya kadar kimliğin sana ait. Ancak o kapıdan girdikten sonra ve uzun saatler beklerken çevreden gelen bakışlar onu oldukça üzmüş, canı yanmış. Kendisiyle beraber bekleyen askerlerin hareketleri, davranışları da rahatsız etmiş. Belki de her şeyden öte o kapıda yaşadıkları ağlatmış onu en çok. Ancak niyet belli. Ötesini görmüyor Alper. Kararı da daha netleşiyor. “Bu noktada bile böyle bir bakışa maruz kalıyorsam, askerde kim bilir neler yaşarım” diyor. En tuhaf çelişki de “Ya beni anlarlarsa” düşüncesi. Günlük hayatta kimi zaman düştüğü bu çelişki aslında orada aksine işaret ediyor. “Orada büyük bir baskı yaşıyorsun; herkesin dayanabileceği bir süreç değil. Gidiyorsun, 5 dakikalık görüşme için 5 saat stresle bekliyorsun. Bakışlar ve davranışlarla iyice geriliyorsun.” Adına Ali ve Alper dediğimiz 25 ve 27 yaşlarındaki iki erkek. İkisi de eşcinsel. Askere gitmek istemiyorlar çünkü cinsel tercihlerinden dolayı yaşayacaklarından korkuyorlar. Bu muafiyet için giriştikleri süreç de hayli yorucu ve yıpratıcı. Çünkü günlük hayatta kabul etmedikleri cinsel kimlik bozukluğu tanımını orada kabul etmek zorunda kalıyorlar. Hikâye onların, yaşayanlar anlatıyor. “Gitseydim bu kimlikten dolayı mutlaka sıkıntı yaşayacaktım. Günlük hayatında çevreni sen seçebiliyorsun. Ama orada durum farklı” diyerek anlatıyor. Yaklaşık altı kez hastaneye gidiyor. Psikiyatrla, psikologla görüşüyor. 34 farklı testten geçiyor. Hakkında rapor yazılmaya başlıyor. Durumu, bakışı, duruşu, konuşması raporlanıyor. Sonra kanıt kısmı geliyor işin. “Yazılı ya da görsel bir kanıt” isteniyor. Alper “Bu illa herkesin bildiği gibi porno resim değil. İlişki esnasında çekilmiş bir görüntü olmasına gerek yok. Günlük hayatta eşcinsel olduğunu gösterebilmen önemli. Evde, sokakta, günlük yaşamına dair bir fotoğraf olabilir. Konuyla ilgili basılmış yazılarımı ve Eşcinsel Onur Yürüyüşü’nde çekilmiş fotoğrafımı verdim” diyerek anlatıyor o anı. Ama yine de Alper hazırlıklı gidiyor duyduklarından dolayı. Cebinde fotoğrafıyla. Erkek arkadaşıyla sevişirken çektirdiği ve kendi evinde bastığı fotoğrafla bekliyor. İsteyen olmuyor, göstermiyor. “İsteselerdi rahatsız olacaktım, biliyorum” diyor. Günlük hayatında olduğundan daha bakımlı gidiyor görüşmelere. Belki pembe giymiyor normalde ama bu süreçte biraz daha renkli giyinmeye özen gösteriyor. Yürüyüşü ya da konuşması olduğu gibi. Feminenleştirmeye çalışmıyor: “Olandan fazla bir abartıyı tercih etmiyorsun. Aslında neysen orada da osun. Diğer türlüsü zaten yapay duruyor, rahatsızlık veriyor” diyor. Önceleri heyecanlanıyor. Ne ile karşılacağı belli değil. Konuştuğu ve asker değil, doktor gözüyle baktığı konseyin kendisini yargılamadığını, kibar ve ince davranıldığını söylüyor. Ancak bu sürecin ardından saatlerce ağlamasının sebebi, saatler boyu süren beklemelerinde yaşadıkları. Kendisi yaşamış olmasa da çevresinde pek çok kişiden duyduğu hikâyeler de var Alper’in. Kimisi tecil alıyor, senelerce ispata çalışıyor. Kimileri de ikna etmeye giderken, ikna olup geliyor. Kendi tercihleriyle ilgili pek çok çelişkinin içine itilenler de var anlattıkları arasında. “Ancak” diyor, “bana göre en zorlusu askerde nasıl olmadığı biri gibi davranmaya çalıştıysa, askerden geldikten sonra da bunu sürdürmeye devam edecek olması. Yine bastırmaya çalışacak. Bu kez hep bir bahanesi olacak. Hep başka biri gibi davranıp bir oyunun içine girecek. Oraya gidince cinsel ilişki yaşayanlar da çok var. Bunların hepsi çok büyük travmalara da sebep olabilir.” Eşcinsellik, askerlikte sorun yaşayacağı düşünülen durumlarda bir muafiyet sebebi. Alper, “Sadece uygulanan prosedürlerden sonra günlük hayatta kabul etmediğimiz cinsel kimlik bozukluğu tanımını orada kabul etmeniz gerekiyor” diyor. Şimdilerde çoğu kişi Alper’in neden rapor aldığını bilmiyor ya da neden muaf olduğunu. Rahat görünmeye çalışsa da aslında üzerine oturmuyor bu giydiği ruh hali. Yine bir bastırılmışlık yaşıyor kendi içinde. Belki de adını bilmediğimiz pek çok eşcinsel gibi... G Savcı Doğan Öz Öldürüldü! Tarih 24 Mart 1978. Sabah saat 8:20 sularında Ankara Cumhuriyet Savcı Yardımcısı Doğan Öz, işe gitmek üzere arabasına bindiği sırada açılan ateş sonucu hayata gözlerini yumdu. Öz, o sıralarda öğrenci Levent Özyürek’in öldürülmesini araştırıyordu. Site Öğrenci Yurdu’nda aramalar yaptırdığından, MHP’lilerin tepkisini çekmişti. Hatta MHP’nin Konya milletvekili İhsan Kabadayı TBMM’de gündem dışı söz alarak Savcı Öz’ü sert bir dille eleştirmişti. Öz, ayrıca “Kontrgerilla” ile ilgili bir dava da açmaya hazırlanıyordu. Dava öncesi hazırladığı raporu Ecevit’e sunmuştu. Raporda şiddet olaylarının faşist bir düzen kurmak isteyenlerce tezgâhlandığı, yönlendireninse CIA olduğu belirtiliyordu. Suikastın ardından yakalanan İbrahim Çiftçi, 18 görgü tanığının ifadesi ve dört kez çıkan idam kararına rağmen beraat etti. Mahkemenin hukuk tarihine geçecek kararı şöyleydi: “Sanık İbrahim Çiftçi’nin maktül Doğan Öz’ü taammüden öldürdüğü mahkememizce sabit görülmüştür. Ancak Askeri Yargıtay Daireler Kurulu kararına direnilemeyeceğinden 7/8’lik oy çokluğuna dayanan Daireler Kurulu bozma ilamına sırf, bu hukuki zorunluluk nedeniyle uyulmuş ve sanık Çiftçi’nin beraatına karar verilmiştir.” 21 Mart 1973: Asıl adı Veysel Şatıroğlu olan ünlü saz ozanı “Âşık Veysel” Sivas’ın Sivrialan köyünde hayata veda etti. karar verildi. 2000: Genelkurmay Başkanlığı, Talat Aydemir’in idamıyla sonuçlanan 1963’teki darbe girişimine katılan 1459 Harp Okulu öğrencisinin haklarını 37 yıl sonra iade etti. 22 Mart 1933: Nazilerin tutsaklarını tıbbi araştırmalarında denek olarak kullandığı ünlü toplama kampı Dachau açıldı. 1982: Birçok kişinin parasını “yüksek faiz, güvenli yol” diyerek alıp işleten banker Kastelli yurtdışına kaçınca devlet kasasına el koydu. 70 banker ve banka yöneticisinin yurtdışına çıkışı yasaklandı. 25 Mart 1957: Fransa, Batı Almanya, İtalya, Belçika Hollanda ve Lüksemburg, Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun kurulmasını sağlayan Roma Antlaşması’nı imzaladı. 26 Mart 1995: Avrupa Birliği üyesi olanlar ve olmayan bazı 23 Mart 1910: Ünlü Japon yönetmen Akira Kurusova (sağ üstte) dünyaya geldi. 1949: Büyük Doğu dergisi sahibi Necip Fazıl Kısakürek, kumar oynarken yakalandı. 24 Mart 1882: Ünlü Alman hekim Heinrich Robert Koch verem hastalığının mikrobunu buldu. 1999: Abdullah Öcalan’ın, güvenlik açısından Ankara’ya getirilmesi sakıncalı bulunduğundan tutuklu olduğu İmralı Adası’nda yargılanmasına 27 Mart 1972: Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi lideri Mahir Çayan (sol altta) ve arkadaşları Ünye Radar Üssü’nden üç İngiliz teknisyeni kaçırdı. Hazırlayan: ALİ SELİM EMEÇ (aliselim@yahoo.com) C M Y B C MY B ülkeler arasında, sınır kapılarındaki polis ve gümrük kontrollerini bütünüyle ortadan kaldırmayı amaçlayan Schengen Antlaşması (1985) yürürlüğe girdi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle