22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 21 MART 2010 / SAYI 1252 Korku ekranı işbaşında... Kadınların şarkı dinleyip oynadıkları sabah programlarının yerini bir “suçlu” avı aldı; Müge Anlı ile Tatlı Sert, Esra Ceyhan’la Hayat, Acı Umut... İnsanlara verilen mesaj basit; “herkes suçlu olabilir, en yakınındaki bile”. Sonuç; sadece birbirinden değil, ekrandan bile korkan bir toplum. azeteler taranıyor önce. Tabii ki hedef üçüncü sayfa haberleri. En kanlısı, acılısı, merak uyandıran, kafa karıştıranı bulunuyor. Sonra da acının sahiplerinin peşlerine düşülüyor. Kimi zaman mağdurun yakını cenaze töreninde yakalanıyor, kimi zaman mağdur karakolda, adliyede. Sonrası, ekranda geçen bir adalet arayışı! Müge Anlı ile Tatlı Sert, yakın zamanda ekrandan kaldırılan Esra Ceyhan’la Hayat, Acı Umut; işte bu adalet arayışının adresleri. Ekranın hâkimi, savcısı durumundaki bir sunucunun peşine düştüğü suçlu kimi zaman programa da katılan bir kardeş çıkıyor, kimi zaman bir anne. Kısacası kimseye güven yok! Zaten programlar da bu mesajı veriyor. Peki bu programların izlenme nedeni ne? İzleyici üzerinde nasıl bir etki yaratıyor? İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nurdoğan Rigel yanıtlıyor. Son günlerde sabah programları format değiştirdi; artık cinayetlerin peşine düşüldüğü, suçluyasuçsuza karar verilen “mahkeme” salonu tarzındaki programlar moda... Aslında bu programlar yurtdışı için oldukça eski. Mesela Amerika’da sadece bununla alakalı “Suç ve Araştırma” diye bir kanal var. Bu kanalda çeşitli türlerde suç programları yapılıyor. Dedektifler “Parayı izle” yöntemiyle suçlu olduğunu iddia ettikleri kişiyi buluyor, sonra onu adalete teslim ediyor ve mahkeme süreciyle devam ediyor. Bu programların hepsi adalet sisteminin nasıl çalıştığıyla ilgili. Toplumun vicdanının aklanmasına, katarsise ihtiyacı var. Bu programlar da onu gerçekleştiriyor. Yüzde 8085’inde adalet yerini buluyor, yüzde 1520’sinde suçlu kurtuluyor. Türkiye’de durum bundan biraz daha karışık. Programlar adalet sisteminin işleyişini göstermekten ziyade, insanların acılarının üzerine oynanan bir arena gibi. G ESRA AÇIKGÖZ Yapımları çok basite indirgenmiş, çok ucuza çıkartılıyor. Tanrı’ya dönüşmüş bir sunucu eliyle ve diliyle yönetilen bir program ve hiçbir zaman görmediğimiz araştırmacı bir grup var. İzleyiciye öğrettiğiyse; her suçun cezası mutlaka verilecek mi, sorusu. Bu büyük bir soru işareti. İnsanların acısı üzerinden reyting yaparken bir yandan da korku toplumu yaratıyorsunuz. Bunlar, kadın programları olarak geçiyor. O saatlerde kadınlar evde tek başlarına oluyor, yarattığı korku psikolojisini düşünün. Kapının çalması bile büyük bir probleme dönüşüyor. Paranoyak bir şekilde en yakınınızdakinden bile kuşkulanmaya başlamanız da cabası. Çünkü Amerika’dakiler “Parayı izle” yöntemini kullanırken, buradakiler “yakınındakini izle” mesajı veriyor. İnsanların en yakınlarından korkmayı öğretiyor. Kadınların eve, kendi içine kapanmalarına neden oluyor. Üstelik stüdyoda “eşine sahip çıkamamak”, “çocuğunu iyi yetiştirememek” gibi suçlamalarla karşı karşıya bırakılan, tabulara, geleneksel ahlaka sıkıştırılan da genelde kadın oluyor. Devletin birey üzerindeki sorumluluğundansa hiç söz edilmiyor. Öyle ki yeri geldiğinde 17 yaşındaki bir kız çocuğu bile sorgulanabiliyor. Eğlenceden, rahatsız edicilikten eğlenen bir izleyici türüne dönüşülüyor. Amerikalı kitle iletişim kuramcısı George Gerbner’ın televizyon, korku toplumu, şiddet üzerine yaptığı çalışmalar bu programlarla ekranın bir korku mekânına çevrildiğini gösteriyor. Ancak bu çalışmalar, bir süre sonra bu programların, bir çeşit öfke, kin, nefret mekanı haline geldiğini, o görüntüye, ses tonuna, yargılayıcı hale baktığınızda otomatikman kaçıldığını da gösteriyor bize. Yani bunlar da bir süre sonra, insanların kaçtığı programlar haline gelecektir... Yine de hem toplumsal vicdana oynaması hem de merak duygusuna hitap etmesi nedeniyle, bu programlar bağımlılığa daha müsait... En tehlikelisi de öğretmesi, yani katil duruşunu, katil olup da katil değilmiş gibi davranmayı öğretiyorsunuz. Bir model gösteriyorsunuz. Neden olmasın, ben de yapabilirim, diyor insan zamanla. Gerçeklik boyutunu yitiriyor. Kötü insanlarla yakın ilişki kurduruyor. Hiç bilmediğimiz tehlikeli bir süreç bu. Belki Münevver Karabulut’u öldüren Cem Garipoğlu’nun fanları gibi bu programlara çıkan katillerin de fanları olabilir zamanla... Bir gazeteci nereye kadar bir katili yakalamayı başarabilir ki. Muhtemel, polisle danışıklı bir halde sürdürülüyor programlar... Hatta eski İstanbul Emniyeti müdürü Celalettin Cerrah’ın bu programlardan birine teşekkür ettiği de olmuştu... Öyle olunca da bir süre sonra herkesin sınırları birbirine geçmeye başlıyor. Sunucunun savcıya dönüşmesi gibi... Aslında diğer yandan alt metinde, polisin âciz olduğunu veriyor. Sonuçta, polis yapmıyor ki, onlar orada. Genelde de orta alt sınıftan insanlar katılıyorlar bu programlara. Sanırım son zamanlarda bu da değişti. Bir süredir orta sınıf üstünden kişiler de katılıyor. Demek ki insanları çaresiz hale getiriyorlar. İnsanlar da son çare olarak bu simülasyona başvuruyorlar. Adaletin gerçek boyutu hukuktur, burada siz öyküleme boyutu ile adalet simülasyonu yapıyorsunuz. Adaletin yerini bulma konusunda kime güveneceklerini bilmedikleri noktada kendilerini ekrana atabiliyor insanlar demek ki. Sunucular da insanları nesneleştirerek kendilerini özne olarak sunuyorlar. Ancak bu sunucu ve program yapımcılarının katarsisleri, arınmaları nasıl gerçekleşiyor, onu anlayamıyorum. G Prof. Dr. Nurdoğan Rigel C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle