07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

DİCLE KOĞACIOĞLU’NUN ANISINA CİNSİYET KÜLTÜRLERİ ÇALIŞMASI Yaşam Yazımında Çokseslilik Türkiye’de Cinsiyet Kültürleri Dicle Koğacıoğlu Kitabı, bugüne dair yeni sorular sormaya ve yeni kavramsal çerçeveler çizmeye olanak tanıyor. DILARA ERDEM Hukuk, sosyoloji, cinsiyet, aile, gelenek konularındaki çalışmalarıyla ilgilenen sosyalbilim dalları ezberlenmiş, eski dünyaya ait düşünce kalıplarını yıkmaya çalışarak yeni bir kavramsal çerçevenin peşine düşmüştür. Çoğul kimliklere ve öznelliklere sahip bu yenilikçi alanda büyük anlatıların yerini çoksesli ve çokzamanlı hikâyeler almıştır. İletişim Yayınları’ndan çıkan Türkiye’de Cinsiyet Kültürleri Dicle Koğacıoğlu Kitabı da içerisinde barındırdığı farklı mekân ve hikâyelerle bu çoksesliliğe yer vererek önemli bir katkı sağlıyor. Kitapta 2009 yılında aramızdan ayrılan sosyolog Dicle Koğacıoğlu’nun anısını yaşatmak ve yaptığı çalışmalarla açtığı alanı sürdürmek amacıyla 2010 yılından beri Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Mükemmeliyet Merkezi (SuGender) tarafından verilen Dicle Koğacıoğlu Makale Ödülünü’nü kazanmış eserler yer alıyor. Kitabın içerisinde yer alan çalışmalar her ne kadar şehir sosyolojisi, hukuk sosyolojisi ve toplumsal cinsiyet gibi farklı alanlara işaret etse de bu konuları bir arada düşünerek toplumsal dönüşüm, iktidar,vatandaşlık ve kültür gibi kavramların sorgulamasını bir arada irdeliyor. Bun dan dolayı bu farklı bölümlerin keskin bir ayrımını yapmak pek mümkün değil. Her bir çalışma Türkiye’de sosyoekonomik konum, etnik kimlik ya da cinsel yönelim nedeniyle dışlanmış, kırılgan gruplarda aile kavramının, mekân ve zaman anlayışının yeniden kurgulanması konuları üzerinde duruyor ve bunu yaparken toplumsal ve kültürel çeşitliliği genelleyici veya “tektip”leştirici açıklamalardan kaçınıyor. Özenle kaleme alınmış bu çalışmalar özellikle son dönemde daha yoğun bir biçimde hissedilen iktidar araçlarının mekân ve zaman anlayışında ne kadar önemli bir rol oynadığını gösteriyor. EVSOKAK İKİLİĞİNDE MEKÂNSAL SIKIŞMA Kitabın ilk kısmında Leyla Bektaş Ata kişisel deneyime ses vermeye olanak tanıyan otoetnografik yöntemden yola çıkarak genç ve bekâr bir kadın olarak “proje ilçe” diye tanımlanan Başakşehir’e tek başına taşınmasını ve buradaki deneyimini aktarıyor. Bu yüksek binalarda yaşanan yerleşim yerinin gündelik hayat pratiğini toplumsal cinsiyetle birlikte okuyan Ata, buradaki ekonomik ilişkilerin üzerinde duruyor. Ardından Melike Gül Demir, metropollere göç etmek zorunda kalmış Kürt kadınlarının şehir deneyimini ve düşüncelerindeki nostaljik unsurlara değiniyor. Meral Akbaş’ın Kayalıgil ve Acuner’in evsokak ikiliğinde aktardıkları kapatılmayı ve mekânsal sıkışmayı anlatış biçimi ise hayal edilmesi güç koşulların anlaşılmasına olanak tanıyor. “Diller ve Öznellikler” üzerine kurulu olan kitabın ikinci kısmı dillerin, kimliklerin, hikâyelerin, tarihlerin, öznelliklerin cinsiyet perspektifinden yeniden anlatılmasına ve yorumlanmasına odaklanıyorken üçüncü kısım erkeklik ve cinsellikler temasıyla eşcinsel ve biseksüel erkeklerin mekânsal sosyalleşmesini ve trans kadın cenazelerini irdelemekte. Konu ve bakış açılarına baktığımız zaman bu kitaptaki çalışmaların Türkiye gibi kendini sürekli esneten bir toplumda bugüne dair yeni sorular sormaya ve yeni kavramsal çerçeveler çizmeye olanak tanıdığını söyleyebiliriz. n Türkiye’de Cinsiyet Kültürleri Dicle Koğacıoğlu Kitabı / Derleyenler: Cenk Özbay, Ayşecan Terzioğlu / İletişim Yayınları / 2019 / 351 sayfa PELİN ÖZER’DEN ‘BEYAZ EV’ Mülksüzlük Mülkü Beyaz Ev ’in kendi türünü yaratan bir kitap olmasını hedefledim. Yazarken ve okurken hayranlık duyduğum, beslendiğim, üzerine kafa yorduğum pek çok türün sınırlarını araştıran bir kitap hayali. NURDURAN DUMAN H ayatı içine almayıp dışında bıraktığında insan, hayalin takibine dalar.” Kitaba hayal ile hayata ilişkin bir öndeyişle başlıyorsunuz. “Hayal ile hayat” desek? Ya da hayal mi yoksa hayat? Hayal neyse hayat odur sanki. Bu nedenle hayali doğru tanımlamak, o hayalde direnmek gerek, böylece yaşanmaya değer bir hayat hikâyemiz olur. Direncin hayale karışması anlamına da geliyor bu. Kimileri için hayal ulaşılmaz bir âlemken kimilerinin hayatının merkezinde, özünde, çekirdeğinde. Bir hayali, kurmak bir yana gerçekliğine inanıp hakkını vererek yaşamak kolay mı… Zorlanmaya hazır mıyız? Hayallerine uğraşıp didinerek can verenler bir bakıma kur guyu gerçekleştirmiş oluyor. Bir kitabın son noktasını koymaktan pek de farkı yok. Hayal, “halkı olmayan yurt”, biz onu elinden tutup hayata karıştırdığımız an canlanır. Bunu böyle yaşamamış olsaydım “Beyaz Ev”i yazamazdım. Yazmak ve yaşamak, hayal ile hayat “Beyaz Ev”de birleşti. n “Zamanla evin içinde, evi içinde duyarak yaşamayı öğrendi” diyorsunuz kitabın bir yerinde. Beyaz Ev aslında nedir? Beyaz Ev, mülksüzlük mülküdür. Var ile yok arasındadır. Hem görünür hem görünmez. Duyulur duyulmaz bir sessizliğin korunağıdır. Evet, gerçekten bir zaman geldi ve ben evin içimde, bende ikâmet ettiğini duyumsadım. Evi içimde duyduğumda, ona ancak beş duyu üzerinden yaklaşabileceğimi sezdim. Kokuyla açıldı kapı ve ardından evin sessizlikleri yavaş yavaş sözcüklere dönüşmeye baş ladı. Bunun bir dönüşüm hikâyesi olduğunu fark ettiğimde kendimi çoktan bırakmıştım “Beyaz Ev”e. Her bakan farklı okur “Beyaz Ev”i, herkese başka görünür, herkesle ayrı konuşur. Öznenin içini dışa yansıtır. Beyaz Ev’i giysi misali giyindiğinde biri hareketlenir elbet, canlanır bir miktar ama soluk alan bir bedenden yoksun kaldığında da sürüp gider hikâyesi. Bu bakımdan doğadır aynı zamanda. İçinden sadece canlıların değil göçmüşlerin, ismi bilinmeyenlerin, hatırlanmayanların, ruhların, titreşimlerin, yankıların, suskunlukların, kayda geçirilmemiş, kadri bilinmemiş, fotoğrafı çekilmemiş, kitabı yazılmamış hayatların geçip gittiği bir köprü. Yokluktan varlığa, sonsuzluğa… n Düzyazı ile dizenin geçiştiği bu kitap roman mı, şiir mi, bir uzun öykü mü? Hepsi ve hiçbiri. Kitap fikri doğduğunda bir yıl boyunca evin odalarında, bahçesin de, adanın ormanlarında, tepelerinde bu formu, edayı, kurguyu aradım. Bulamasaydım, yazamayacaktım. Beyaz Ev’in kendi türünü yaratan bir kitap olmasını hedefledim. Yazarken ve okurken hayranlık duyduğum, beslendiğim, üzerine kafa yorduğum pek çok türün sınırlarını araştıran, farklı olanaklarını bir arada kullanırken aynı zamanda onları geçersiz kılıp iktidarlarını sarsan ama bir yandan da her birine tek tek saygı sunmaya çalışan bir kitap hayali. Bu süreçte en baskın olan, düzyazıyla (cümleyle) şiirin (dizenin) çekişmesiydi. Şiire iltimas geçseydim daha kolay yazacaktım. Hayalimi hak edebilmek için kolaya kaçmadım; gücüm yettiğince zorladım, zorlandım. n Beyaz Ev / Pelin Özer / Kırmızı Kedi Yayınevi / 179 s. / Haziran 2019 8 8 Ağustos 2019
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle