07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Doğumdan ölüme hayat; aşkla… Aşk, yaşanılır yanıyla özelleşip hayatımıza anlam katıyor. Ne var ki bunu olgusal, kavramsal boyutta çağlar aşırı besleyen müzikten resme, tiyatrodan sinemaya, edebiyata sanat yine Bde. Edebiyat deyince de şiir, öykü, roman kuşkusuz… ilinen, paylaşılan yargı değil midir, sanatta işlenen tutkuların, güdülerin, yaşanana oranla daha canlı önümüze geldiği? geliştirilen anlatı, bütün bunları kuşatan bir toplumsal gerçeklik zeminine otururken siyasal roman olarak da kendine özgü yer kaplamayı başarıyor. Anlatıcı, “Her şey, senin şu anki ya Abdullah. Masallara özgü don değiştirmenin farklı örnekleriyle de karşılaşılıyor bu arada. Babanın yerine geçerek “anlatmaya devam ede(n)”, “işi gücü uydurmak olan” “Zilli Şıh” edasında bir Sonra yapıttan yansı şına ayak bastığım gün başladı,” di kadın meddahtan söz etmek bile ola yan bu sanatsal gerçekliğin toplumdan yerek giriyor romana, ikinci tekil ki naklı bu çerçevede. (58, 67) topluma, kuşaktan kuşağa kişileri de şi ağzıyla sürdürüyor. Kim bu anla Anlatıcı, “yazar ağbisi”ne karşı say rinden etkilediği. Bu yolla kavramsallı tıcı, kime anlatıyor? Yazar, kardeşi gılıdır ama serzenişte bulunmaktan ğın katıldığı anlatıda, gerçeklik düzeyi ni kendisine romanın anlatıcısı seçi da kaçınmaz. Söz konusu ağbinin nin alabildiğine yükseldiği. yor. Böylece Abdullah Ataşçı, anlatı öykülerine romanlarına taşıdığı dede Sanatın evrensel gücünü ortaya ko cı kardeşin ağzından öyküleri roman nin aşkıyla kendi yeniyetmelik aşkını yan önemli bir ayıran bu kuşkusuz. Ni larıyla ad olarak da doğrudan anlatıya da buluşturur öte yandan. Aşk, dede tekim Anadolu insanının yüzyıllardır ya katılıyor. Üstelik yaşamöyküsünde yer nin dilinden gönlünden anlatıcının ye şadığı destansı aşklara yer açıp bunları alan öğretim, meslek bilgilerini de ça niyetmelik yıllarına taşınır hoş çakış söylen havasında işleyen anlatılar, bi kıştırıyor anlatı evreniyle. Bir belgesel tırmalarla. rer yaşam yoldaşı olarak bizlerle yolcu havası estiriyor böylece. Bu aşkı kendi bakışıyla ele alırken luğunu sürdürüyor. Anlattığı ise başlangıçta “Sen” diye anlatıcı, “yıllar önce, ağbimin yazdı Toplumsal yaşamı da, “gönül” deni rek seslendiği ikinci tekil kişi. Ama an ğı Birînda adlı kitaptan öğrendim,” de len bu körük yelleyip tutuş latı ilerlediğinde gi yip ekler: “dedem bütün sırlarını ağbi turuyor işte. derek sisler dağılıp me anlattığından, onun yazdıkları ya Abdullah Ataşçı, bu kav bunun “kayıt” olduğu lan yanlış şeyler de olsa inanmak ge rayıştaki yazarlardan. Ya anlaşılıyor. Bu bağ rekir gibi geliyor bana.” Sonra kuşku zında öykücü olarak kendi lamda okuru, final sunu da yansıtır, dedenin Ermeni kı sine yer açıp sonradan ro de yakıcı bir sürpriz zıyla yaşadığı aşkın aktarımına yönelik: mana geçerken masal, söy de bekliyor aynı za “Ağbim ne yaptı peki, tutup Alex Ha len vb. geleneksel türlerden manda. ley gibi belgesel kitaplar yazacağı yer daha çok yararlandı, anla de oturup hikâyeler ve romanlar yaz tılarına başka bir hava ver “YARA BENDE” YA dı. Gerçekleri bozup onlara yeni şekil meyi, ayağına çabuk kıv DA YAZARININ İZİNİ ler verdi böylelikle. Birkaç küçük doğ raklık kazandırmayı bildi. SÜREN ROMAN… runun içinden yüzlerce yalan çıkardı. Yara Bende, iç içe Ona sorsan böyle olmadığını söyleye ÖYKÜDEN ROMANA halkalarla kurulu ma cektir, yazdıklarımın hepsi son nokta ABDULLUH ATAŞÇI… sal, oyun dizisi bağla sına kadar gerçeğin ta kendisidir, diye Ataşçı’nın “Toplu Öy mında, kalıba uygun cektir belki de. / Ağbim hakikatleri bo küler” başlığı altındaki verimleri luk yönünde gelişen ancak kendi bi zup onlara yeni şekiller vermekte usta ni okumuş, üzerine yazmıştım da: çemiyle uyumlu olarak okuru, yazınsal dır her zaman.” Kimse Bilmesin (Everest, 2017). İş açıdan yine de uçsuz bucaksız kırlarda Sonuçta anlatı karakterleri kendi Mi te 2006’da öyküyle başladığı bu yol gezdiği duygusu yayan bir anlatı. Ro lena’larını doğurup dünyaya getirir, culuğu 2011’de ilk romanıyla sürdür man Elazığ’ın, kimileri yakılmış, izi tozu böylelikle kendilerine yarattıkları aşk dü yazar. Artarda romanlar dizdi. Tü ortadan kalkmış köylerinden göçerek tan kalkarak anlatıda belirgin bir kav mü şu sıra Everest’çe yayımlanan ya kendilerine benzer insanların kurduğu ramsallığın da önünü açarlar. pıtları şöyle sıralanıyor: Dağda Duman mahallede, “şehir olamamış bu kıyısın Abdullah bütün bunları, “siyasal ro Yeri Yok (2011), Birîndar (2015), Yara da yaşayan zavallılar”ı (77) konu edini man” yazdığı havası yaymadan bu Bende (2018). yor. Futbol takımı, türbeleri, mezarlığı, doğrultuda herhangi iştahlılık sergi Abdullah, Yara Bende adlı son roma fırını, kahvesi, dolmuşu, kendine özgü lemeden anlatısına taşırken yine de nında söylen, masal karışımı ustalıklı ritüelleriyle “varoş” diyelim. sağlam verilere dayalı başarılı bir si bir anlatıyla çıkıyor okur karşısına. Aşk Latife Tekin’in Berci Kristin Çöp yasal roman evreni kuruyor denebilir. ekseninde üç kuşaktan (dedeoğul/kız Masalları’nın (1984) uzak çağrışımla da Buysa Abdullah’ın öyküden sonra Ya torun) farklı örneklerle kurulup geliştiri olsa bir çalım anımsanabildiği, gülüm ra Bende örneğine benzer başka ro len, folklorik temelde dinsel mitle, ritü semelerin dudakta burulup kaldığı hü manlar çatmakta ileride de hüner gös elle kuşatılıp gizemli koridorlar açılarak zünle karılı anlatı getiriyor önümüze terebileceğini muştuluyor. n 12 8 Ağustos 2019 ÖYKÜDENLİK… Fulya Bayraktar; “Bana Öyle Tuhaf Bakma”… Dört kadının on beş yıldan bu yana yayımladığı bir “öykü ve şiir dergisi” var: Lacivert. Bu kadınlardan biri de öykücü Fulya Bayraktar. İkinci öykü kitabıyla okuru selamlıyor: Bana Öyle Tuhaf Bakma (NotaBene, 2019). Yazar, ilk öyküsünde nasıl bir kavrayışla öyküler yazacağının ipucunu veriyor. Çünkü öykü kişisi, “[b]aşka insanların neler yaptıklarını, neler yaşadıklarını gözlediğinde ancak, hayata karıştığını hissed(er).” Bu arada bir başka öykü kişisi de şöyle söylemekten alamayacaktır kendisini: “ne olur beni de yaz.” (14, 21) Fulya, öykü kişilerini gündelik yaşamda çeşitli olayların içinden çıkarıp yapılandırıyor. Öyküleri, doğrudan bu öykü kişileriyle baş başa bıraksa karşımıza çıkan insan portrelerinin öyküler aracılığıyla çok daha can yakıcı konuma geçeceği açık. Nitekim doğru yaklaşımla öyküyü kişilerinde gören, bunu onlarla sürdüren bir anlayışa sahip Fulya, ama onları kendi öykülerinde yalnız bırakmak yerine görece bir tür yol göstermek isteyen tutum sergiliyor. Dışavurumcu, izlenimci öykülemenin peşinden gittiği görülüyor Fulya’nın, yazınsal yerleştirimi, süslemesiyle birlikte. İlk bölümde her öyküde geçen, anlatıcının yakaladığı, gözlediği “tuhaf tuhaf bakma” yargısı leitmotive dönüşüyor. “Tuhaf Sensin” başlığını koyduğu ikinci bölümdeyse yargıyı taşıyana yöneliyor bu kez. Yer yer hoş alaysılıkların kestiği anlatı, okuru enikonu eğlenceli bir okumayla buluşturuyor. Sonuçta Fulya Bayraktar, yaşanılan “tuhaf”lıklara bakarken aykırı açıdan yaşanılanları da süzgecinden geçirmeye girişiyor. www.sadikaslankara.com, her perşembe öyküroman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle