03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

[email protected] Hegel: Tin Yapıtlaşmak Zorundadır Hegel’in üç ciltten oluşan Estetik Üzerine Dersler kitabında dizgeleştirdiği sanat felsefesi, süreçsel ve oluşumsal bir nitelik taşır. H egel estetik felsefesi üzerine dersler vermeye 1818’de Heidelberg’te başlar ve daha sonra 1829’a değin Berlin Humboldt Üniversitesi’nde sürdürür. Estetik üzerine tuttuğu notları sürekli güncelleştiren ve dizgeleştiren Hegel’in bu yapıtı, ölümünden sonra yayımlanır. Hegel’in geliştirdiği sanat felsefesi, dizgeliliği, kapsayıcılığı, düşünsel derinliği ve kavram örgüsü gibi özelliklerinden ötürü önemini hep korur. Hegel, ülkü kavramını estetik ile ilişkilendirerek, sanat biçimleri ve sanatın özyapısal belirlenimine ilişkin ölçü koyucu görüşler geliştirir. Filozof, kuramsallaştırdığı estetik felsefesini salt düşüncenin duyusal görünüşü olarak değil, “düşüncenin yaşamı, varoluşu ve canlılığı” olarak tasarımlar. Hegel’in tanımlamasıyla, sanatsal ülkü, “düşünceyi tarihsel gerçekliği içinde ve tarihsel etkinliği” uyarınca anlatmak demektir. Hegel 1797 yılında yazdığı romantik felsefe ve yazın bildirgesi “Alman İdealizminin Dizge Programı”nda ülkü kavramını, sanat ve din ile ilişkilendirir ve bu kavramı, karşılıklı belirlenim ilişkisinden ve tarihsel etkinliğinden yola çıkarak tanımlar. Hegel felsefesinde “tin” taşıyıcı kavramdır. Bu filozofun kavramlaştırmasıyla, tin yapıta dönüşmek zorundadır ve “tarihsel etkinliği ve bir figürün somutluğu” içinde kavranabilir bir duruma gelebilir. Tarihsel gerçekliği içinde ülkünün yeterli belirlenimi, yapıtın da belirlenimidir. Bu nedenle, sanatı geliştiren biricik güç, sanatsal üretimde, dolayısıyla da yazınsal yapıtta duyusallaşan, diyesi, duyumsanabilir duruma gelen tindir. Hegel, yazınsal yapıtı, “dilin ve üretken çalışmanın birliği, dünyayı etken olarak aşma ve anlamlandırmanın birliği” olarak tanımlar. Düşünür, bu tarihsel yapıt tanımından yola çıkarak, sanatı da özerk bir yapıt olarak belirler. Hegel’in tanımlamasıyla, sanat yapıtı, tarihselkültürel işlevini biçimleyen özyapısı temel alınarak tanımlanabilir. Bu tanım, romantik felsefe ve yazın akımının oluşumsalevrensel tümel sanat yapıtı anlayışıyla benzerlik taşır. Sanat yapıtının işlevi, tarihsel gerçekliğin, bir başka anlatımla, tarihsel özbilincin anlaşılır bir tarzda aktarımıdır. TINSELDILSEL MALZEMENIN YENIDEN BIÇIMLENMESI Sanat, verili bir malzemeyi biçimlendirme anlamında üretken çalışma, bir başka anlatımla, biçimlendirici etkinlik olarak tanımlanabilir. Sanat, özellikle anlatı sanatı, biçimlendirim belli bir ereği izlediği için, aynı zamanda dildir, anlamlandırmadır ve yorumlamadır. Bu belirleme uyarınca, yazın, tinsel işlemden geçirilerek biçimlendirilen dili, ikinci kez biçimlendirir. Bu nedenle, yazınsal yapıt, biçimlendirilen tinseldilsel malzemenin yeniden biçimlendirimiyle ortaya çıkar. Dolayısıyla, yazınsal yapıtın özgünlüğü, yeniden biçimlendirimin özgünlüğüdür. Biçimlendirici çalışmanın sonucu olan yapıt, hem biçimlendirim sürecini, hem de biçimlendirimin ereğini somut bir nesnede görülürleştirir. Sanat yapıtında özdeksel bir amaç ya da yarar amacı güdülmez. Böyle bir amaç, ölçü koyucu değildir. Hegel estetiği uyarınca, sanatsal biçimlendirim, biçimlendiren öznenin öz yapısına uygun olarak belli bir dünya anlayışını somutlaştırarak aktarır ya da dolayımlar. Düşünür, bu nedenle Felsefi Bilimler Ansiklopedisi III adlı yapıtının “Saltık Tin” bölümünde ülküyü, sanat yapıtı olarak tanımlar ve düşüncenin belirlenimini gözeterek, sanatı “saltık tinin biçimi” olarak nitelendirir. Üretken çalışma ve dil yoluyla oluşan yazınsal yapıt, somut biçimlendirim yoluyla, dünyayı yeniden anlamlandırma etkinliğinin ürünüdür. Bu yüzden sanat, ancak tarihselliği ve etkinliği gözetilerek anlaşılabilir. Sanat düşüncesinin ve ülküsünün tarihsel belirleniminden, “güzel görünüş”te somutlaşmasından ve sanatın “tarihsel etkinleşme tarzından” yola çıkan Hegel, sanat türlerini simgesel sanat, klasik sanat ve romantik sanat olarak üçe ayırır. SANAT, ESTETIK ÜRETIM ILE TARIHSEL ÖZBILINCI ANLATMA DENEMESIDIR Sanatın tarzları ve türleri tarihsel evrim sürecinde ortaya çıkar. Bu bakımdan sanatın kültürel işlevi, insanın özgerçekleştiriminin ortamı olan toplumda gelişir ve etkinleşir. Dolayısıyla, sanat sal yaratıcı, sanat/yazın yapıtını, içinde yaşadığı somutnesnel yaşamla ya da dünyayla ilişkilendirir. Sanatsal biçimlendirim etkinliğinin somut yaşam dünyasıyla ilişkilendirilmesi açısından sanat, “estetik üretim yoluyla tarihsel özbilinci” anlatma denemesidir. Bu tanım uyarınca, sanat/yazın yapıtı, tarihsel gerçekliği ya da özbilinci görülürleştiren ve dolayımlayan bir estetik üründür. Hegel’in Diderot’dan esinlenerek estetik felsefesinde dizgeleştirdiği efendiköle ilişkisi, yol açtığı sonuçları bakımından somut ve ilginç bir örnektir. Hegel’den esinlenen Marx öncelikle Ekonomi ve Felsefe ElYazmaları adlı yapıtında “özüneyabancılaştırım” kuramını dizgeleştirir. Marx, bu kuram kapsamında emeğin sermaye tarafından sömürülmesi sürecini felsefi bir dizge olarak açıklar. HEGELHÖLDERLIN ETKILEŞIMI Hegel’in yaşamının Frankfurt döneminde düşünsel açıdan etkin olan kişilikler arasında romantik felsefe ve yazın akımının önemli temsilcilerinden Friedrich Hölderlin de vardır. Hölderlin’in Frankfurt’ta Hegel’i, felsefe çevresiyle tanıştırması, Hegel’in sanat felsefesini dizgeleştirmesine ortam hazırlar. Bu dönemde Hegel ile Hölderlin arasında yoğun insani ve düşünsel bir yakınlık oluşur. Ayrıca, bu iki önemli kişilik arasında derinlikli bir düşünce alış verişi özellikle “Dizge Programı”nda ve karşılıklı yazışmalarda açıkça görülebilir. Hölderlin, Hegel’in “Alman İdealizminin İlk Dizge Programı”nın dizgeleştirmesini özendirir. Hegel’in üzerinde sürekli çalışarak geliştirdiği Estetik Üzerine Dersler yapıtı, öncelikle Kant’ın estetik ve düşünsel birikimi bağlamında değerlendirilebilir. Buna ek olarak, Herder, Fichte, Schelling gibi düşünürler ve Rousseau’nun katkıları da gözetildiğinde, daha tutarlı bir çerçeve belirlenebilir. Hegel estetik felsefesini, Aydınlanma birikimiyle romantik açılımların bireşimlenmesi sürecinde dizgeleştirir. Anılan nedenle, felsefî ve yazınsal çözümlemelerde bu iki önemli ve kalıcı akımın etkileşimleri ve yeni düşünsel gelişmelere katkıları belirleyici önemdedir. AYDINLANMA VE ROMANTIZMIN YAZIN ANLAYIŞI Hegel, estetik felsefesini, Aydınlanmanın bitmeye, romantiğin başatlaşmaya başladığı bir zamanda dizgeleştirir. Bu nedenle, Hegel’in felsefi dizgesi, hem her iki akımın öğelerini içerir, hem de onları aşar. Aydınlanma birikimini daha da belirginleştiren Hegel başta olmak üzere, romantik düşünürlerin büyük bir bölümü, aydınlanmacı felsefe ve yazın birikimini ayrıştırıcı bir yaklaşımla geliştirir. Bu düşünürler kendilerini Aydınlanma geleneğiyle büyük ölçüde özdeşleştirir ve onu düşünselyazınsal yönden yetkinleştirmeye uğraşır. Romantik, Aydınlanmanın her şeyi akılcılaştırma ve anlaşılırlaştırma yaklaşımına bir tepki olarak tasarımlanır. Tepkici tavır, bir yandan romantiğin düşünsel yetkinleşmesine ortam hazırlamış, öbür yandan da karmaşıklaşmasına, bulanıklaşmasına ve çelişkilileşmesine yol açmıştır. n 6 27 Haziran 2019
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle