16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

FERIDUN ANDAÇ’DAN ‘KÜLTÜRSÜZLÜĞÜMÜZÜN DÖRT MEVSIMI’ ‘Vicdan duygusuyla yazmak’ Yerel yönetimler kültürel çalışmalara ilk adımda önem verirlerse toplumu nerelere taşıyabileceklerini bilmeliler. Belki de bu kültürel çölleşme de böyle böyle aşılabilecektir. FOTOĞRAF: LÜTFİ ÖZGÜNAYDIN 4 2 Mayıs 2019 GÜRER MUT K ültürsüzlüğümüzün Dört Mevsimi, yoğun bir kültürel eleştiri barındırıyor. Türkiye’de izlenen çarpık kültür politikalarına, kültürel ve sosyal yozlaşmaya ayna tutuyor. Kitabınızı kaleme almanızda nasıl bir motivasyon rol oynadı? 2000’lerin dünyası, “soğuk savaş”ın sözüm ona sona erdirilmesiyle başka bir yörüngeye girdi. Küreselleşme kavramı en çok dillendirdiğimizdi. Toplum olarak bunların sonuçlarını yaşıyoruz. Çağının çağdaşı olma bilinci/düşüncesi sizi sorgulamaya itiyor ister istemez. Olagelen her şey sizi ilgilendiriyor; siyasetten çevre sorunlarına, dünyanın gidişatından kentlerin dokusuna, eğitimden tarihin akışına dair her bir şeyi dert ediniyorsunuz. İşte yaşadığımız bu süreç ülkemizi de kıskacına aldı her alanda. Adeta erozyona uğradığımızı söyleyebiliriz. Toplumsal çözülmenin uğrakları kültürel alandaki tahribatla kendini iyice gösterdi. Sanırım bunları görüp yaşamak sizi izleyen olmanın ötesine taşıyor. Her şeyi sorgulamaya yöneliyorsunuz. Kitabın oluşumu da bir bakıma bunların yansımalarıyla kendini var etti. n İlk bölümlerde yol ve yolculuk kavramlarıyla karşı karşıya geliyoruz. Birey için yola çıkmak, ‘gitmeyi seçmek’ neden önemli? Yazan, düşünen birinin gitmesi kaçınılmaz. Bunu salt bir yerden bir yere gitmek olarak da almamalı. Bir düşünceye, bir yazara/kitaba/zamana gitmek olarak da algılamalı. Giderseniz görürsünüz, yaşa dığınız her karşılaşma sizde yeni algı kapıları açar. Yani görme yolculuğuyla başlar her şey. Ulus olarak kendimizi “göçebe” diye nitelendirsek de; gezmeyi pek sevmeyiz. Yani bakıp geçeniz. Giden insanlar “büyük” yaratıcılardır. Düşleri vardır, meraklıdırlar. Giderseniz karşılaşabilirsiniz, “yeni” olan her şeyin kapılarını aralarsınız böylece. O anlamda edebiyatın kapılarını yaratabilmek, yeni edebî akrabalar edinebilmek için gitmek kaçınılmazdır bence. Kendi olabilmek için böylesi bir serüveni yaşamak gerek diye düşünüyorum. KİTAPEVLERİNE ÖNCELİK n “Kitabevleri yayıncının aynasıdır. Fuarlar asla değil” diyorsunuz. Bugün popülerleşen yayınevlerinin politikalarını, yayın çizgilerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Şu bir gerçek ki okuyan toplumlar bilim ve teknolojiye, yaratıcılığa önem veriyor. Yani “kitap” da bir göstergedir bu bağlamda. Bunu yaygın etkin kılma çabası yayıncılığımızın en temel uğraşı elbette. Gelgelelim popülerliğin akıl almaz biçimde her şeyi mubah kılmasıdır. Fuar furyasının kitabevlerini sildiğini söyleyebiliriz. Dahası buna yerel yönetimler de el atınca panayıra dönüştü. Sözüm ona bunu kültürel etkinlik adına yapıyorlar. Kolaycı yaklaşım. Oysa yerel yönetim kendi beldesinde fuarı değil kitabevlerinin, kütüphanelerin, tiyatro ve sinema salonlarının varlığını çoğaltarak ancak bir kültürel girişimde etkin olabilir. Birçok yayınevinin bu furyaya katılmasını şunun için eleştiriyorum: Sektörünüzün gelişimi, önünün açılması için sektörel kimlikli fuar yapın, satış amaçlı olmaz bir fuar. Okurun kitabevlerine gereksinmesi var, yılda bir iki kez kitap almayı beklemeye değil. n Kitabınızda, ‘Kitap Ekleri: Yanlı/Yanlış Tutumlar’ diye çarpıcı bir bölüm bulunuyor. Kitap eklerinin yanlı duruşlarını, yanlış tutumlarını biraz açabilir miyiz? Sizin de şu an içinde bulunduğunuz mecra, aslında öyle bir kirlenmeyi getirdi ki; neredeyse oraya çıkmayan/orada görünmeyen kitap/yazar yok sayıldı. Kitap ekleri birer kitap tanıtım mecrası olmaktan çıkıp gösteri arenasına dönüştü. Eleştiri, söyleşi, tanıtım yazıları yerine daha “kişisel” bakışlar egemen olmaya başladı. Hadi buna “görünme hevesi” diyelim. Sanırım burada yayın sektörünün de aymazlığı var. Ürettikleri ürünün dağıtımını pek önemsemedikleri gibi tanıtım mecrasını da ıskalıyorlar. Vasatı egemen kılma çabasına dönüştü eklerin artışı da. Giderek nitelik de düştü, bir furya başladı. Oysa okuru kitap okumaya yönelten/yönlendiren bir mecra olması gerekirken, geneldeki kültürel yozlaşmanın bir ürünü olarak, oraya da popülerlik yansıdı. VİCDAN DUYGUSUYLA YAZMAK 1980 sonrası neoliberal politikalarla birlikte kültür ve bellek mekânları önemli tahribata uğradı. Bir anlamda çarpık modernleşme kimliksizleşmeyi de beraberinde getirdi. Kentler, insan, yerel değerler dönüşüme uğrarken, yiteni kayda geçmek gibi bir önceliğimiz de olmadı. n Yerelin kaybolan belleğini bugün yeterince inceliyor muyuz? Şimdilerde Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Fakir Baykurt ve Erhan Bener okumaları yapıyorum. Cumhuriyet’in kuruluş felsefesinin derin izlerini iyi edebiyata bakarak görüp anlayabiliriz. Bu yazarlar toplumu/insanı, yaşanan dönüşüm süreçlerini anlatan yapıtlar var ettiler. Onların yazdıkları üzerinden pekâlâ toplumu okuyabiliriz. Ama bu nereye kadardı; 1980’lerin başına kadar… O bilinçli bakışın donanımını var eden Cumhuriyet’in kurucu felsefesi kan kaybına uğrayınca, küresel salgın hayatımızı kuşattı. HES’lerden nükleer santrallere, çocuk tacizlerinden kadına şiddete, inanç ile insanları aldatmadan mafyatik ilişkiler ağı toplumu ur gibi sarmışken; bugünün yazarı da bunları görmezden gelerek yazıyorsa; acaba vicdanı nerede aramalıyız? Adlarını andığım yazarlar o vicdan duygusuyla yazdılar; yazdıkları zamanın ruhunu kavramaya çalıştılar. Oysa bugün popüler olana ilgi/yönelim pirim yaptığı için herkes her şeyi söyler, her şeyi yapar oldu bu alanda. “İyi” her zaman gölgelendi. Sanırım bunu da bir Hasan Ali ToptaşAhmet Ümit karşılaştırmasını yaparak görebiliriz. n 2000’ler Türkiye’sinde ‘Kitapsız seçmenin’ belirlediği bir demokrasi anlayışı yaygın kılındı. Fakat son yerel seçimlerde farklı bir tablo ortaya çıktı gibi. Sizce Kitapsız seçmen bir tür değişime mi uğruyor? Evet, yaşanan yoksullaşma ve çözülmeler karşısında çözüm üretemeyen siyasi iktidarların vasatlığını gören kitleler, bence, asıl çözümün yerelde olduğunu görmeye başladı. Çünkü toplumsal örgütlenme modelini de yerelde kurabilirsiniz ancak. Bunun nasıl filizlenebildiğini adım adım görüyoruz birtakım yerel çalışmalarda. Toplumun ancak böyle dönüşebileceğini, çağdaşlaşma bilincini böylelikle kurabileceğimizi de gösteriyor. Yani yerel yönetimler kültürel çalışmalara ilk adımda önem verirlerse toplumu nerelere taşıyabileceklerini bilmeliler. Belki de bu kültürel çölleşme de böyle böyle aşılabilecektir. n Kültürsüzlüğümüzün Dört Mevsimi/ Feridun Andaç / Eksik Parça / 240 s. /2019
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle