16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SES SIHIRBAZIYLA BÜYÜK BULUŞMA: ALAN PARSONS Alan Parsons denince aklıma iki şey geliyor: “The Dark Side Of The Moon” ve “La Sagrada Familia”. İlki, kayıtlarını yaptığı efsane albüm; ikincisi, “Gaudi” albümündeki şaheser. Biri Pink Floyd’u bugüne taşıdı, diğeri The Alan Parsons Project ismini kalıcılaştırdı. Sadece bu değil tabi, daha pek çok şey var buna sebep olan: Pink Floyd zaten vardı, büyüktü; The Alan Parsons Project derseniz, o güne kadar yaptıklarıyla pek çok insanın kalbini zaten çalmıştı. Andığım ikili, bendeki Alan Parsons’ın yansıması. Bildiğim, sevdiğim, adını duyduğumda aklıma getirdiğim bu… Bir de memleketteki yansıması var: Alan Parsons, kim olduğunu bilmeden sevdiğimiz bir isim. Şöyle anlatayım: Annem Alan Parsons’ı biliyor. Kendini değil, “iş”ini biliyor. TRT’de yayımlanan (yarışmadan belgesele uzanan) pek çok programda onun ezgileri jenerik müziği olarak kullanıldı. Gerçek dinleyicileri zaten aşinaydı ama onu bilmeyenler de Alan Parsons müziğiyle bu vesileyle tanıştı. Alan Parsons, 70 yaşını henüz doldurmuş bir isim. Daha genç. 1967’de, 19 yaşındayken meşhur Abbey Road stüdyolarında başlayan macerası hâlâ sürüyor. Ses masasında önce The Beatles albümleri geçmiş elinden, sonra Pink Floyd… “Abbey Road”dan “Atom Heart Mother”a zıplamış, oradan “The Dark Side Of The Moon”a geçmiş. Aynı stüdyoda, sonradan yoldaşı olacak Eric Woolfson’la tanıştığı tarih, 1974. Ertesi yıl yan yana geliyorlar ve The Alan Parsons Project adıyla yürümeye başlıyorlar. 1987’ye kadar süren yürüyüşte geride bıraktıkları, on stüdyo albümü. O yıl yaptıkları “Gaudi” sahalara şahane veda: Zirvedeyken bırakıyorlar! Sonrasında pek çok toplama ve konser albümü çıkıyor ama ilhamını Edgar Allan Poe’dan alan, onun sözleriyle ilerleyen 1976 tarihli “Tales of Mystery and Imagination”la başlayan bu on albümlük seri, topluluğun adını progresif rock tarihine altın harflerle yazıyor. Aldığı sayısız ödülü ve 13 Grammy adaylığını saymayayım bile… The Alan Parsons Project, döneminin en büyüklerinden. Hâlâ yeri doldurulamaması bundan. 2009 yılında kaybettiğimiz Woolfson’un besteleri, Parsons’ın becerisiyle bütünleşince ortaya çıkan, içinde bulunduğum kuşağı derinden etkileyen bir sihir. Benim topluluğu keşfetmem, son dönemine denk geliyor. İzzet Öz ya da Yavuz Aydar olmalı, TRT 3’te takip ettiğim bir yapımcının programında “Stereotomy”den şarkılar çalması, miladım. Sonrasında hızla geriye dönüp diğer albümlerin peşinden koştuğumu hatırlıyorum. Henüz internetin olmadığı, Google ya da Spotify’a soramadığımız dönemler… İzmit’teki kasetçileri dolaşıp memlekette yayımlanan albümleri topladığımı hatırlıyorum. O dönem Arista’nın Türkiye distribütörlüğünü üstlenen Milletlerarası Müzik Yayınları (MMY) tarafından yayımlanan bu kasetler, hâlâ koleksiyonumun değerlileri arasında. Başa döneyim: The Alan Parsons Project’e meftun olmamı sağlayan albüm, “Gaudi”. Sadece müziğiyle değil, öğrettikleriyle de öyle. Albümde en sevdiğim şarkı olan “La Sagrada Familia”, yıllarca sürecek bir hayalin başlangıcı: Gaudi’nin kim olduğunu öğrendikten sonra yapmak istediğim tek şey Barcelona’ya gitmek, onu ve eserini yerinde görmekti! Yıllar sonra, ilk yurt dışı seyahatimdeki ana durak, bu yüzden Barcelona oldu. Bugün, o seyahatimde La Sagrada Familia’nın karşısında (cebimdeki walkman aracılığıyla) bu şarkıyı dinlediğimi, yıllarca Türkiye’de bulamadığım “Gaudi” plağıyla eve döndüğümü uzakta kalmış hoş bir anı olarak hatırlıyorum. 31 Mayıs Cuma gecesi, bu hoş anı yeniden canlanacak. Varsın “La Sagrada Familia”ı söylemesin; “Don’t Answer Me”den “Miracle”a, “Limelight”tan “Standing on Higher Ground”a uzanan repertuvar bize yeter. Üstelik –benden duymuş olmayın– usta, iki “TRT klasiği”ni birbirine yapıştırıp çalıyor: “Lucifer” ve “Mammagamma”. “La Sagrada Familia” derseniz, küçük bir hafiyelik macerası sonrasında en son 27 Şubat 2019’da Medford’daki Chevalier Tiyatrosu’nda verdiği konserde söylemiş olduğu bilgisine ulaştım. Zor ama asla imkansız değil. Zorlu PSM bünyesinde bu yıl üçüncüsü gerçekleştirilen PSM Caz Festivali, beş haftalık programı dahilinde Bobby McFerrin’den John McLaughlin’e, Madeleine Peyroux’dan Enrico Macias’a dünyanın devlerini sahnesine taşırken Elif Çağlar’dan Barış Demirel’e, İlhan Erşahin’den Okay Temiz’e memleket müziğinin her kuşaktan büyük müzisyenlerini onlarla yan yana getiriyor. Hepsi bir yana, beni heyecanlandıran isim, Alan Parsons. Yıllar önce İstanbul’da verdiği konseri kaçırmış olmanın üzüntüsü içimde, sadece onu telafi etmekle kalmayacağım, sayesinde gençliğime bir yolculuk yapacağım. Alan Parsons Live Project, 31 Mayıs'ta Zorlu PSM'de! Yazı: Murat Meriç 3
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle