16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HIFZI TOPUZ’DAN ‘PARİS SÜRGÜNÜ’ Gönüllü bir sürgün: Avni Arbaş Modern Türk Resmi içinde önemli kesişme noktalarında duran Arbaş’ın çalışmalarını değerlendirmek kolay bir uğraş değil. Topuz’un kitabı bu çerçevede son derece önemli bilgileri tanıklıklara dayanarak akıcı, bir çırpıda okunan bir tarzla okuyuculara aktarıyor. NECMI SÖNMEZ İ letişim uzmanı, gazeteci, koleksiyoncu ve yazar kimliğiyle Hıfzı Topuz 1947’ten itibaren yazılarıyla, söyleşileriyle, ressamların, sanat insanlarının çalışmalarının tanınmasına destek vererek ülkemizde nitelikli “kültür gazeteciliğini” başlatan ilk isimlerden biri. Topuz’un 19591989 yıllarında Unesco’nun Paris’teki merkezinde çalışması kendisine hem bu kentte yaşayan Türk kolonisiyle yakın ilişkiler kurmasını sağlamış, hem de Türk sanatçılarının Fransız sanat ortamıyla kurduğu diyalogu yakından izleme olanağı tanımıştı. Topuz tanıklığını üstlendi ği dönem hakkında iki farklı yazım tarzı geliştiren ender kalemlerden biri olarak, yakın takipçisi olduğu Paris’li Türk ressamların hayatlarını ele alan kitaplarıyla son yıllarda yabana atılmayacak bir atağa kalktı. SÜRGÜNLÜK 2005 ve 2014’te yayınladığı Fikret Muallâ biyografilerinin ardından yeni piyasaya çıkan Paris Sürgünü kitabı ressam Avni Arbaş’ı (19192003) ve ailesini ele alıyor. Modern Türk Resmi içinde önemli kesişme noktalarında duran Arbaş’ın çalışmalarını değerlendirmek kolay bir uğraş değil. Topuz’un kitabı bu çerçevede son derece önemli bilgileri tanıklıklara dayanarak akıcı, bir çırpıda okunan bir tarzla okuyuculara aktarıyor. Bu bilgileri ele almadan önce üzerinde durulması gereken bir “sürgünlük” karmaşası karşısında olduğumuzu da görü yoruz. Sürgün, birini ceza olarak bulunduğu yerden başka bir yere süren anti demokratik bir uygulama olarak Arbaş’ın yaşamıyla uyuşmayan bir sıfat. Çünkü 1946 yılında Boursiers du Gouvernement Français programıyla Paris’e davet edilen Arbaş’ın “sürgünlüğü” ne politik, ne bürokratik bir kökenlere dayanıyor. Bu belki de bir tür gönüllü sürgünlük olarak yorumlanabilir. II. Dünya Savaşı’nın alt üst ettiği yaşlı Avrupa, 1945 sonrasında büyük bir krizi atlatmak çabalıyordu. Fransız Hükümeti dünyanın dört bir yanından Fransa’ya sanat öğrencilerin gelmesi için bir program oluşturmuştu. Türkiye’den bu programla Paris’e gönderilecek sanatçıları Akademi Resim Bölümü başkanı LéopoldLévy ile o dönemin Fransız Kültür Ataşesi Camille Bergeau seçmişlerdi. Avni Arbaş 1946 sonunda, Selim Turan ise 31 Mart 1947’de Paris’e giden ilk genç sanatçılar oldu. Burs sanatçıların kendilerinin tercih edecekleri bir atölyede çalışmalarına olanak verdiği gibi o yıllar için azımsanamayacak bir aylık yaşam desteğini de içeriyordu. Burs karşılığı sadece Paris’te her yıl düzenlenen yıllık sergilere çalışmalarından örnekler göndermeleri isteniyordu. Avni Arbaş son derece saygınlığı olan bu bursla Paris’e gitmiş, kendi kararıyla bu şehirde kalarak hayatını, sanatını şekillendirmişti. Avni Arbaş, Mustafa Kemal portresi önünde. MAHMUT MAKAL VE BİZİM KÖY Topuz’un kitabı 16 Aralık 1946’da Arbaş’ın eşi Zerrin’in Paris’te kızını dünyaya getirirken yaşama veda etmesiyle başlıyor. Bu trajik olayın ardından kendine yeni bir hayat kurma, ne pahasına olursa olsun Paris’te ressam olarak tutunma mücadelesine giren Arbaş daha sonra hayatını paylaşacağı Henriette Lapouge ile tanışır. İlginç olan yedi yıl Paris’te yaşamasına rağmen sanatçının 1953’te bu şehirde açacağı ilk kişisel sergisinde Mahmut Makal’ın Bizim Köy kitabından esinlenerek yaptığı resimleri sergilemesidir. Bit ayıklayanları, öküz arabalarında taşıyan hastaları gösteren bu resimler Arbaş’ın daha sonra kendine özgü olarak geliştireceği lekesel figüratif tarzından uzaktır. Topuz’un sanatçıyla 1953’te yaptığı konuşmada karşımıza çıkan şu satırlara okuduğumuzda oldukça farklı bir Avni Arbaş çıkıyor karşımıza: “Türk sanatkârının da görevi toplumun ihtiyaçlarına tercüman olmak, toplum mücadelesini sanatında yansıtmaktır. Türk ressamı da kendi alanında yani mücadeleyi yapmak zorundadır.” (s. 41) Topuz, Arbaş’ın hayatını kendisinin de tanık olduğu, Paul Eluard’ın cenazesi (s. 4449), Nâzım Hikmet’in Paris ziyareti (s.5457), Hasan Âli Yücel’le olan ortak arkadaşlığıyla (s. 6569) birlikte anlatarak, ressamın 1950 ve 1960’lı yıllarını ele alıyor. Bu bölümde en çok dikkati çeken Arbaş’ın annesiyle yaptığı söyleşi (s. 5864). Bu sayede sanatçının çocukluk ve gençlik yıllarına ait birçok önemli ayrıntıyı öğrenmemiz mümkün oluyor. Unutmamak gerekiyor ki Avni Arbaş bu yıllarda resimlerinde lekelere dayalı bir anlatım geliştirerek, hem soyut deneylere girmiş, hem de kendi tarzını oluşturmaya başlamıştı. Topuz bu önemli noktada, kitabın aşağı yukarı yarısında, sanatçının kızı Zerrin Arbaş’ı, onun yaşamını çalışmasının odağına yerleştirerek, farklı bir perspektif geliştirmeye çalışıyor. ZERRİN VE DERYA Zerrin Arbaş ve Derya Arbaş’ın yaşamları Topuz’un önümüzdeki kitaplarının teması olabilecek, kelimenin tam anlamıyla, trajik ayrıntılara sahip. Bu ayrıntılar bir noktada ressam Avni Arbaş’ın yaşamına da değindiği için, kitapta üç farklı hayat çizgisinin birbirine değmesiyle kurulmuş ilginç kesişmeler, çakışmalar var. Bu arka plan bilgilerine dayanarak ressamın sanatsal gelişim çizgisi de ele alınabilseydi, hiç kuşkusuz şimdiye kadar alışık olmadığımız bir sanatçı portresiyle karşılaşacaktık. Unutmamak gerekiyor ki Avni Arbaş, Selim Turan, Nejad Devrim, Abidin Dino, Mübin Orhon, Fahrelnissa Zeid, Tiraje Dikmen, Hakkı Anlı, Albert Bitran ve Semiramis Zorlu ile birlikte 1945 sonrasında Paris’te çalışarak Fransız sanat ortamıyla eşzamanlı diyaloga giren sanatçı kuşağının üyesi olarak önemli bir varoluş mücadelesi verdi. 1977’den itibaren önce İstanbul’da, 1990 sonlarından itibaren Foça’da ikinci atölyesini açan Arbaş “semifigüratif” olarak değerlendirilebilecek bir stil geliştirdi. Bu stil, Paris’te yaşarken Mahmut Makal’ın Bizim Köy’ünü tema olarak seçen sanatçının, çağdaş olmak yerine modern tarzda kalmayı, kendisini zerre kadar değiştirmeden elli yıl, altmış yıl boyunca “aynı resmi” yapmayı sürdürebileceğinin göstergesidir. Hıfzı Topuz’un çalışması etrafındaki bunca trajediye rağmen, kendisini kendi içine gömen bir ressamın yaşamını gözler önüne seriyor. Ne yazık ki ne Arbaş’ın, ne de üyesi olduğu kuşağın, resimlerini görebileceğimiz bir müze var etrafımızda. n Paris Sürgünü Avni Arbaş, Zerrin ve Derya’nın Öyküsü / Hıfzı Topuz / Remzi Kitabevi / 176 s. / 2019 12 2 Mayıs 2019
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle