17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

[email protected] ‘Eyvah, yanlış anlaşıldım’ Ortak (resmi) dilimiz Türkçeyle konuşup yazmaya karşın, yanlış anlatma ya da anlaşılma, şimdilerde önemli sorunlarımızdan biri. S orun Dil Dilde mi?’ yazımı okuyan Türkçe öğretmeni, 6 Nisanda TÜYAP 24. İzmir Kitap Fuarında yolumu kesti; yanlış anlayan “pek genç sözleşmeli” öğretmenler de bu dönemin çocukları... Son yıllarda, çoğunca benzer ağızlardan sıkça duyduğumuz iki tümce var: “Sorun yalnız yabancı sözcükler, tabe “Yanlış anlaşıldım. Sözlerim çarpıtıl lalar mı? Evde çocuklarım, okulda öğ dı…” Yanlış anlaşılanların, sözleri çarpı retmenler, müdür ne desem yanlış anlı tılanların başını yirmi dört saat susma yor. Sürekli yanlış anlaşılıyorum, sorun yan politikacılar çekiyor. Bir de yediği bende mi?” dedi. içtiği, ayrılıp buluştuğu sevgilisiyle ana İzmir’e en uzak ilçeden bir başına gel haberleri bile süsleyen “ünlü” sanatçı mişti; kitap dolu “poşetleri”ni değil, tor lar, gazeteciler var. balarını zor taşıyordu. Çocuklarının bi Kuşkusuz yanlış anlaşılmaktan yakı ri 15, öteki 17’sindeymiş. Birlikte çalış nan sevgili öğretmenle dilinin ucuna ge tığı “sözleşmeli” öğretmenler gibi okul leni savurup toplumun duyarlı noktaları müdürü de “pek” gençmiş. MEB’nin, nı kaşıyanları bir tutamayız. İzleyip göz “4+4+4”lük sözde eğitim “ucubesi”ni lediğim kadarıyla kimi politikacılar yanlış dayattığı günlerde işe başlamış; çocuk anlaşılacağını bile bile kişi ve kurumları ları bugünkü iktidarın eğitimi tersyüz karalayan dili özellikle kullanarak toplu eden siyasalarına doğmuş; belli ki onu mun ilgi ya da tepkisini ölçüyorlar. ‘OKEY’LE ‘İNŞALLAH’ ARASINDA Ortak (resmi) dilimiz Türkçeyle konuşup yazmaya karşın, yanlış anlatma ya da anlaşılma, şimdilerde önemli sorunlarımızdan biri. İzmirli öğretmen her gün laik eğitimden, bilimsel ve sanatsal olandan uzaklaşan çocuklarımızla gençlerimiz için kaygılanıyor. Yanlış anlaşılmaktan âdeta hoşlanır olan, bundan bile türlü çıkarlar sağlayan başka bir toplum var mıdır? Bilmiyorum, gözlediğim şu; “okey”le “inşallah” arasına sıkıştırılan bir dille, eğitim maskeli eğitimsizlikle, yanlış anlaşılmayı meslek edinenlerle pek çok ünlü yaratılabilir. 1970’li yıllarda başbakanımız Bülent Ecevit’i, 90’larda cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer’i, Dil Devrimiyle kazandığımız sözcüklerle konuştukları için özellikle “milliyetçi muhafazakâr” kesim halkın anlamadığı dille konuşuyorlar diye eleştirirdi. Ecevit, Kıbrıs olayları sırasında “eşgüdüm” sözcüğünü kullanınca, Süleyman Demirel, “Kimi güdecekmişiz” benzeri bir soruyla herkesi güldürmüştü. Dünün kimi politikacılarını tedirgin edense halkın Ecevit’i de Sezer’i de doğru anlamasıydı. O dönemlerde yanlış anlaşılma trafiği bugünkü gibi hızlı değildi; yanlış söz ve eylemler için “Dün, dündür” alışkanlığı egemendi. 2000’ler Türkiyesinde bu alışkanlık bitti; çünkü toplumun gözü önünde olanların çoğu saat başı diliyle vezir ya da rezil olmayı başarı sayıyor. Biz halkız; okuldayız, sokaktayız; çarşı pazardayız; iller, ilçeler ve köylerdeyiz. Düşünce, inanç ve köken ayrımımız olsa da ortak dille iletişim kuran koskoca bir ülkeyiz. Türkçe söylenen her şeyi anlıyoruz. Dili sürçer, ayağı kayarsa bir insan, bir iki kez yanlış anlaşılabilir; türlü nedenlerle sözleri çarpıtılabilir. Bir kez bile yanlış anlaşılsa, bundan utanç, üzüntü duyanların özrü başka bir konu. İzmirli öğretmenin çocuklarıyla yaşadığı doğruyanlış anlaşılma kaygısı, bütün ana babaların başında diye kestirip atabilir miyiz? Yineliyorum, sorun dilde değil. Aklın öncülüğünü, bilimsel sanatsal olanı yadsıyanların; cumhuriyetle, Atatürkçü düşünceyle hesaplaşanların; belgesi, tanığı olan gerçekleri bile bile çarpıtanların yanlış anlaşılma yaygarası, gerçekten kara gülmece örneğidir. Sorunları dile yüklemek, başını kuma gömerek kolaycılığa sığınmaktır. Sorun, 1950’lerden bu yana Dil Devrimiyle yenileşen Türkçeyle barışık olmayan siyasalardadır. Çoktandır ortak dili bile öğretemeyen sistemle çocuk ve gençlerimiz, yazık ki yarının sürekli yanlış anlaşılacak bireyleri olmaya aday… Sorun büyük ve derin… n OSMAN ÇAKMAKÇI’DAN ‘OĞUL’ Duygunun şiddetli sahiciliği... Türk şiirinde oğul/kız odağında farklı bağlamlarda kitap boyutunda verimleri biliyoruz. Şairler bireysel ya da toplumsal tarihin içinden oğula/kıza bakıyorken Çakmakçı, ‘Oğul’‘ ile olguya bir varoluş sancısı ile yaklaşıyor. CENK GÜNDOĞDU 90’ların önemli aktörlerinden birisin. Pek çok tartışmayı başlattın, çeviri, deneme, anlatı, eleştiri alanında ürünler oraya koydun. Senden beklediğimiz şiir kitabın 14 yıl gibi uzun denecek bir süre sonra yayımlandı. Nasıl hissediyorsun? Kitap çıkarmak bir tür kendini teşhir etmek, savunmasız bir biçimde ortaya koymak demektir. Hem bir doygunluk hem de bir tamamlanmamışlık duygusu bu. Aslında her kitap yarımdır. Siz bitti dediğinizde biter gibi olur ama içinizde devam eder. n Bireysel tarihinin yansımalarına, dramatik ve trajik hallerine rastlıyoruz şiirlerde. “Oğul kendi hayatının esiri” diye seslendiğin yerden kalkarak şunu sormak istiyorum: Bir oğul olarak mutsuzluğunun sebebi nedir? Aile bir insanın kendisini güvende hisset mesi gereken bir kurumdur. Yalnız değilsinizdir, arkanızda hep bir kuvvet vardır. Ama ben bir gün pek şiddetli bir biçimde bunların birer kurgu olduğunu, kendinizin aslında yapayalnız olduğunu fark ettim. Kapitalizmin düzeni bu ilişkilerde de işliyor. Her kurumda olduğu gibi aile içinde de hiyerarşiler var. Babaanne evlatlarına karşı büyük suç işliyorlar. Halbuki bir çocuğun hayatı, anne babasının ona verdikleri kadardır. Annem babam bana korku, mutsuzluk dolu bir hayat verdiler. Bu sadece benim bireysel trajedimi yansıtmıyor. Aynı zamanda dünyadaki büyük yalnızlığı anlatıyor. ŞAİRİN MESELESİ n Yıllarca, “Bir şairin meselesi olmalı. Problemleri olmadığı için süslü laflarla sahtelikle geziniyorlar sahtelikle geziyorlar...” dedin. Peki nedir Oğul’da senin meselen? Evet, bir şairin dünyayla var oluşla arasında bir mesele olmalı. Toplumla, insanla da. Söyleyecek gerçek bir sözü olmayanlar şiirde sanatlara aşırı başvurur. Şiiri sadece estetik bir mesele, bir sanat olarak görür. Oğul sadece beni anlatmıyor. Bu kitapta gittikçe kaybolan bir duyguyu somutlaştırmaya, ona vücut kazandırmaya çalıştım. Dünyamızda her şey bir kavram haline geldir, kavramsallaştı. Ben en hakiki yanlarımızdan biri olan duyguyu ortaya koyarak, onu somutlaştırmaya çalışarak aslında ilkel bir içgüdünün sahiciliğini ortaya koymaya çalıştım. Ben kavramlara, düşünceye değil, bedene ve varlığa daha yakın olduğunu hissettiğim duygunun sahiciliğine ulaşmaya çalıştım. Bu aynı zamanda dünyamızın bugünkü kabul görmüş değerlerine karşı da bir diklenme, bir karşı duruştur. n İçinde bulunduğumuz koşulların, şiirimize yansıdığını düşünüyor musun? Kesinlikle hayır. Bence 2000’lerle birlikte dünyada bir çağ kapanıp yeni bir çağ açıl dı. Bu süreçte herkesin kafası karmakarışık. Dünyayı görüp algılamak, anlamak neredeyse imkansızlaştı. Yeni bir dile ihtiyaç var. Bu dil henüz bulunabilmiş değil. Bu durumdan en çok etkilenenlerden biri de şiir oldu. Zira şiir, insanın kadim kendini ifade etme yoludur. Şiir yeni bir dil bulmalı. Şiirin yeni koşulların yarattığı duruma karşı yeterince tepki gösterebildiğini düşünmüyorum. n Oğul / Osman Çakmakçı / İş Kültür Yay. / 48 s. / 2019 14 2 Mayıs 2019
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle