Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
İLKER BAŞBUĞ’DAN ‘TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NDE GÜÇ ODAKLARININ MÜCADELESİ (19231961)’ Bir asker / yazarın kaleminden güçler savaşı! Başbuğ’un kitabı, elbette kimilerine göre hayli tartışmaya yol açacak kimilerine göre de resmi tarih esintili olarak değerlendirilecektir. Ancak önemli olan ordunun en tepesinde görev almış bir askerin sorduğu cesur sorulara cesur yanıtlar vermesi. MUSTAFA K. ERDEMOL O smanlı’da Güç Odaklarının Mücadelesi’nden sonra, devamı niteliğindeki Türkiye Cumhuriyeti’nde Güç Odaklarının Mücadelesi kitabıyla yazma serüvenini hız kesmeden sürdürüyor İlker Başbuğ. Türkiye’nin 26’ncı Genelkurmay Başkanı olan yazarın son derece üretken bir asker olduğunu söylemeye gerek yok. Çok sayıda, hem de hayli hacimli, bol kaynakçalı kitapları var. Asker kökenli yazarların siyasal, toplumsal olaylara bakışları ilgimi çeker. Genellikle yaklaşımları tüm yaşamını adadıkları askeri çerçeveye dayansa da kimi askerlerin bunun dışına çıkıp ele aldıkları konulara son derece geniş açılı baktıklarından haberdarım. Sun Tzu, Carl Von Clausewitz, Napolyon Bonaparte, düşünceleri günümüz Fransız ordusunda hâlâ etkili olduğu söylenen Ferdinand Foch bunlara örnek gösterilebilir. Bizde, yanılabilirim ama toplumsal, sosyal konuları da ele alan iyi bir asker / yazar yok. İlker Başbuğ, bu boşluğu doldurmaya aday bir asker yazar. Yazdıklarının tümüne katılması gerekmiyor okuyanın; örneğin, ben hem tarihe bakış hem yöntem açısından Başbuğ’la aynı düşünceleri kolay kolay savunan biri değilim ama hayli yüksek askeri bilgi eşliğinde yapılan kimi değerlendirmelerinden yola çıkarak söylüyorum, Başbuğ’un kitaplarından alıntı yapmadan benzeri konularda yazı yazmak sanırım büyük eksiklik olur. CESUR SORULAR Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti’nde Güç Odakları kitabı, ele aldığı konuyu kapsamlı inceleyen bir çalışma olarak ilgiyi de övgüyü de hak ediyor. Elbette, ki milerine göre hayli tartışmaya yol açacaktır, kimilerine göre de resmi tarih esintili olarak değerlendirilecektir. Ancak önemli olan Türkiye ordusunun en tepesinde görev almış bir askerin bu kitabında sorduğu cesur sorulara cesur yanıtlar vermesidir. Sorgulanamaz, ele alınamaz olduğunu düşündüğümüz konulara, olaylara ilişkin sorular bunlar. Yanıtlarının ne olduğu ya da önemi bir yana, sorulmaları bile çok önemli bana kalırsa. “Tarihi doğru anlamanın yolu daha çok okumaktan geçer” diyen bir asker olarak Başbuğ’un çok okuduğu, okuduklarından sonuçlar çıkardığı belli. Soruları da bu “çok okumanın” doğal sonucu elbette. Başkasını bilemem ama “Atatürk’e yapılan suikast girişiminin bertaraf edilmesinden sonra Atatürk’ün karşısında rakip kalmış mıdır?” türü bir soru, bu soruya farklı yanıtlar verecek kesimlere açık bir tartışma çağrısıdır bir yandan. “Kalmamıştır” diyenler Atatürk’ün, karşısında rakip bırakmama yöntemini de sorgulamaya başlayacaktır. Ama Başbuğ bundan çekinmemiş hiç. Çünkü kendi verdiği yanıttan emin, olguları tarihsel koşullarıyla ele alma ilkesinin farkında. Kendi okumalarımdan yola çıkarak, İnönü’nün Başbakanlığı bırakmasından sonra Atatürk’ün neden Celal Bayar’ı Başbakan olarak seçtiğinin farklı farklı yanıtları olduğunu bilirim. Başbuğ ise bu tercihin Bayar’ın iktisat bilgisiyle ilgili olabileceğini belirtiyor. Kitap, üzerinde çok konuşulan “tartışmalı” konularda bile son derece açık yanıtlar vermesi açısından da ilginç. Sonraki gelişmeleri dikkatle izleyenlerin gerçekten de bu tercihte Bayar’ın “iktisat bilgisi”nin etkili olduğunu görebilirler. Bu, neden önemli? Şundan; ısrarla Atatürk ile İnönü arasında bir dönem yaşanan soğukluğun çok derin felsefi ayrılıklara dayandığını iddia edenlerin bu iddiaları çürüyor böylelikle. Soğukluğun nedeninin Atatürk’ün bazı konularda “hızlı” gitmesine İnönü’nün itirazı olduğunu söyleyenler, gerekçelerin başka olduğunu Başbuğ’un kitabından (da) öğrenebilirler. ŞU TOPRAK REFORMU! Kitapta; örneğin, Köylüyü Topraklandırma Kanunu’nun neden uygulanamadığı gibi soruların da yanıtları var. CHP’nin, bana göre feodalizme dayalı toprak ağalığını, ortadan kaldıramasa da hayli etkisizleştirecek bu reformu, yaptığı en önemli uygulamalardan biri. Tam anlamıyla yaşama geçirilebilseydi, bambaş ka bir ülke olurdu bugün Türkiye. Tarımda modernleşmenin başlamasına, köylülerde feodal ağaya bağlılığın yok olmasına yol açabilirdi. Başbuğ, yasalaşan ancak uygulamada başarısız olan Köylünün Topraklandırılması’ndaki bu başarısızlığı, “CHP yönetimi savaş yılgını ve yoksul bir toplum gerçeği karşısında, toprak mülkiyetinin büyük toprak sahipleri tarafından kontrol edilmesini önleyememiştir” cümleleriyle açıklıyor. Bu cümlelerle de olsa cesur bir belirlemedir bu. Feodalizmin tasfiyesinde başarılı olamamanın kabulüdür, bir başka ifadeyle. Feodalizmi tasfiye elbette zorla, güçle olmaz, bu bir süreç işidir. Ancak toprak ağaları karşısındaki bu “ilk geri çekilme”, “doğu”dan başlayarak tüm ülkenin kaderini etkilemiştir. Demokrat Parti, büyük toprak sahiplerinin çıkarını savunan, “demokrasi yanlılığı, köylüseverlik” soslu söylemlerle ortaya çıkabilmişse, tabanı işte bu tasfiye edilemeyen feodalitedir. 27 MAYIS NE İDİ? Bir asker olarak Başbuğ’un 27 Mayıs için ne söylediği önemli değil midir sizce de? Bugüne kadar askerlerin 27 Mayıs’ı nasıl değerlendirdiğini, onu bir halk hareketi gibi gördüğünü biliyoruz. Ama Türkiye’nin 26’ıncı Genelkurmay Başkanı 27 Mayıs’ın “halk tarafından gerçekleştirilen bir hareket” olmadığının altını çizerek “27 Mayıs bir darbedir” diyebiliyor. Böyle demek, 27 Mayıs’ın kimi kazanımlarının reddi anlamına gelmez elbette ama sonuçta onu bir darbe gibi görmemek, 12 Mart’ın da 12 Eylül’ün de “darbe” olarak görülmesine engel olur. Bu nedenle Başbuğ gibi önemli bir askerin 27 Mayıs darbedir demesi son derece cesur bir belirlemedir. Başbuğ’un yanıt aradığı sorulardan biri de Türk devrimlerinin, üzerinde oturduğu felsefi zeminin ne olduğu sorusu. Kitapta okuyacaksınız. Bu soruya keşke hep birlikte yanıt arasak, başka sorular, başka yanıtlar türetsek. Kitap dört bölümden oluşuyor. İlk üç bölümde Atatürk ile İnönü’nün cumhurbaşkanlıkları ardından da DP dönemi anlatılmakta. 27 Mayıs’la başlayan dördüncü bölümde ise 1961’e kadar ülke siyasetinde yaşananlar ele alınmış. Bu yaşananların aslında bugün yaşadıklarımızın temelini oluşturduğunu görmek çok çarpıcı gerçekten. Benim, olmadığını düşündüğüm “asker / yazar” boşluğunu doldurmaya aday biri İlker Başbuğ. Varsın her yazdığına ya da olgulara yaklaşımındaki yöntemine katılmayayım ama kendi adıma “bir askerle” üzerinde tartışabileceğim “kültürel / siyasal bir zemin” oluşuyor yazdıkları sayesinde. Bu nedenle kitaplarını önemsiyor, okuyorum. n Türkiye Cumhuriyeti’nde Güç Odaklarının Mücadelesi (19231961) / İlker Başbuğ / Kırmızı Kedi Yayınları / 552 s. 8 7 Kasım 2019