Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
HASAN ALİ TOPTAŞ’TAN ‘BENİ KÖR KUYULARDA’ ‘Siz yaşayanlar, çok tuhafsınız’ Kurduğu yaratı dünyasıyla geniş okur kitlelerinin büyük beğenisini kazanan Hasan Ali Toptaş, yeni romanı Beni Kör Kuyularda ile okurlarını yine zenginliklerle dolu bir anlatım metninin içine çekiyor. MURAT ÇELİK B eni Kör Kuyularda, Güldiyar’ın, babası Muzaffer’e yemek götürme sahnesiyle açılıyor. Güldiyar eve döndüğünde, sessizliğinden şüphelenen annesi Bahriye sıkıştırıyor onu, yolda başına bir iş gelip gelmediğini soruyor; çocuklar kaçırılıyor, kadınlar öldürülüyor ülkede, bu evham değil artık belleğin kanıksadığı doğal bir şüphelenme hali. Güldiyar konuşmuyor, sırrından taşamayınca ağlamaya, gözlerinden yaş yerine taşlar dökmeye başlıyor. İlk taşlar kayboluyor, olan bitene inanmakla inanmamak arasında kalan Bahriye’nin aklına taşları muhafaza etmek gelmiyor. Muzaffer de akşamına haberdar ediliyor tabii, o da yolda izde başına bir iş gelip gelmediğini sorguluyor. Güldiyar ağlıyor, yaş yerine taşlar dökülmeye, döküldükçe etrafa saçılmaya, etrafın kulağına fısıltı halinde yayılmaya devam ediyor. Meraklılar iştahlarını kabartıp kabartıp eve doluşmaya, bu tuhaf durumun gösteri değeri taşıyıp normalleşmesine katkı sunuyor. Taş dökülmesi, insanların daha evvel karşılaşmadıkları bir durumla karşılaşacaklarında arzularını zapt edip edemeyecekleri bir imtihan. Taş imgesi, “kötü”yü ve “iyi”yi ayıklıyor. Onu görebilenler talihli olduklarını düşünüyor, yeryüzünde belki de daha önce meydana gelmemiş bir olayın tanığı oldular. Anlatacakları hikâyelere yeni ve eşsiz bir hikâye eklediler. Tatminleri yerinde. Güldiyar’ı doktora götürmeye karar verdiklerinin sabahında Bahriye kanatlar takınıp uçmağa varıyor. Bir süredir haber alamadıkları oğulları Hüseyin’e kavuşuyor belki. Hüseyin bu hikâyeye varabiliyor mu, yoksa Hüseyin Gazi Türbesi içindeki sandukada mı yatıyor bunu bilemiyoruz. Hüseyin demişken, Güldiyar’ın gözlerinden dökülen taşlar, Hz. Hüseyin’in evladına bir yudum yol olup da varamayan bir kuyunun yaslı taşları mı, işte bunu da bilemiyoruz; ayrıca hüseyni makamda türkünün eksik bir harfi mi, notası mı olduğunu hiç düşünmüyoruz. Tüm bunlar aşırı yoruma girer: “Giden gelmiyor, acep ne iştir.” DURSUN İLE MUZAFFER Muzaffer’in arası komşuları Dursun ile açık. Bir ikinci sır onların aralarında, tam ortalarında gömülü; kadınları da bilmiyor ama erkek olma hali böyle tasavvur edilebilir, susmakla, acizliği susup güçlü görünmekle. Böyle zamanda küslük güdülmez tabii defter dürülmez, ne de olsa bu evlek yeri beraber buldular vakti zamanında, gecekonduları bir kondurdular; eski günler unutulmaz. Dursun, durumun çetinliğiyle, taziye evini bahane edip aslında Güldiyar’ın göztaşlarını görmeye gelen kalabalığın hayhuyuyla uğraşmaya girişiyor. İnsanları durdurmak için yeğeni Cihan’dan destek istiyor, Cihan da arkadaşı Rüstem’i alıp geliyor. Kalabalığı püskürtüyorlar ama hal çare değil. Aksakallı bir hoca “Kızın içine şeytan girmiş” deyip bu olağanüstü hali, olağanüstü bir varlığın kudretiyle izah ediyor. Rüstem ön ayak oluyor daha sonra, bir araba tutup Cinnah Caddesi’ndeki doktora gidiyorlar fakat doktorlar ilk kez böyle bir vakayla karşılaştıklarını söyleyip onları dertleriyle baş başa bırakıyor. Pozitif bilimlerin açıklaması ne kadar tutarlı ve rutinse mistiğin dallanıp budaklanması, kocaman bir delik açıp doymak bilmez bir iştahla hikâyeyi kendi girdabına çekmesi de öyle bir çıkmaz. Burada ikisine de rastlamıyoruz. Modern bir masal kahramanı demek Güldiyar’ı bir tasnif rafına hızlıca kaldırır, olayın akışı, sözcüklerin birbirlerine eklemlenerek çıkardıkları sesler, bağlaçlar eşliğinde çoksesli Kafkaesk bir anlatı demek daha manidar. YÖNTEM Eve döndüklerinde kalabalıkla mücadele etmek adına Güldiyar’ı görmek isteyenler içeriye sırayla alınmaya, bir liste tutulmaya başlanıyor. Rüstem akıl ediyor bunu, “yöntem” geliştiriyor. Ertesi gün Dursun ve Cihan kayboluyor ortadan, onların yerine kara giyimli iki adam düzeni sağlamak hususunda yardımcı oluyor. Derken, Rüstem bir daha gözükmüyor, o başka bir kuyuya ait, belki de bu devrin Rüstem’leri yiğit değil; barkodu var, benzer karanlığa. Evin avlusunda kara giyimli adamlar kaosu yönetmeye, Güldiyar’ı merak edip görmek isteyenleri içeriye daha muntazam biçimde almaya başlıyor. Muzaffer bunun basit bir iyilik hareketi olamayacağından şüpheleniyor. Evet, fiyatlandırmaya göre Güldiyar’ın gözlerinden dökülecek taşları görmenin, görme ihtimalinin bedeli 50 lira! Evin avlusu do lup taşarken evin etra fında seyyarlar iş tut maya başlıyor. Pana yır alanına kurulmuş sirke benziyor ar tık Muzaffer ve kı zı Güldiyar’ın evi, “seyirlik” bir hal alıyor. Seyretme ye gelenleri seyre den bir ayrı toplam sa içeri girmeye te şebbüs etmeyip çe kirdek çitleyerek ora da bulunmanın hazzı nı yaşıyor. Kara giyimli adamla rın sayıları artarken bir de başları sanılan Nedim çıkıyor ortaya. Kaynak bulun muş işletme modeli kurulmuş tu; Nedim, yöntemi geliştiriyor, içeriye daha fazla seyirci almak için “seyir süresi” belirliyor, gi renler yirmi dakikadan fazla kalmamalı ve ayakkabılar giriş çıkışta kimseyi eğlememeli, bu yüzden eve girerken ayakkabı ların çıkarılmasının mecburiyeti ortadan kalkıyor. Durumun vahametinin farkın da varan Muzaffer, evin camı na “satılık” ilanı asıyor, buradan kurtulup köye dönmek istiyor fa kat bu artık mümkün değil. Baba kız, istemedikleri, talep etmedikle ri bir gösterinin nesnesi haline dö nüşüyor. Güldiyar’ın taşları dökül dükçe, dökülüp çoğaldıkça onları istifleyenler, bir düzen dahilinde du varlar örerek Güldiyar’ı ve >> 24 7 Kasım 2019