04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

MEHMET ULUSOY’DAN ‘ÇÜRÜMENİN ESTETİĞİ’ Çürümeye karşı Ulusoy, “postmodernizm” ideolojisiyle estetik bir hesaplaşma olan Çürümenin Estetiği adlı yapıtında bu olgunun toplumsal, siyasal, ideolojik temellerini gösteriyor. ÖNER YAĞCI U lusal Devrim ve Küresel Karşıdevrim, Türk Devrimi ve Milliyetçilik adlı kitaplarında küreselliğin ulus devletleri yok eden gerçekliğine karşı düşüncelerini aktaran Mehmet Ulusoy, yıllardır Bilim ve Ütopya, Papirüs, Berfin Bahar, Teori, Sanatçının Atölyesi gibi dergilerde düşünce ve kültür sanat yazılarıyla yer alıyor. Ulusoy, çağın kültür ve sanatına egemen olan “postmodernizm” ideolojisiyle bir anlamda estetik hesaplaşma olan Çürümenin Estetiği adlı yapıtında toplumsal, siyasal, ideolojik temellerini göstererek alanda dünyaya son on yıllarda yaşatılan küresel saldırının nedenlerini, getirdiklerini, götürdüklerini, getirmekte olduklarını insanlığın birikimi olan yapıtların tanıklığıyla, dünyadan ve bizden örneklerle gözler önüne seriyor. Kitap boyunca kültür sanatın ve estetiğin çürütülmesinin boyutlarını izliyoruz. Ulusoy, küreselleşme projesinin kültürel biçimi olan postmodernizmin, emperyalist kültürün bugüne kadar bilinen özelliklerini aşan, derin bir çürüme ve çöküşü yansıtan kapsamlı bir ideolojik kültürel dönüşüm niteliği taşıdığından yola çıkıyor. Mafyalaşan, asalaklaşan sistemin tüm kurumlarıyla “tüketim toplumu” adı altında geriye ve çöküşe doğru evrilirken kültür ve sanatın da farklı bir yönde gelişmesinin beklenemeyeceğini söylüyor. Bu nedenle köklü bir aydınlanma karşıtlığı anlamında bir “Yeni Ortaçağcı karşıdevrim” olan bu dönüşümün olumlanması ve meşrulaştırılması, kabul edilir hale gelmesinin zorunlu kıldığı estetize edilmek için bu yolda dünyada yapılanları, dünyaya getirilen yeni kavramları açıklıyor. Çürümenin Estetiği’nde, en temel değerin “para” olduğu, para alışverişinin en büyük ekonomik sektör haline geldiği, “ABD’nin dolara dayalı haraç sistemi”, silahlı güce, zora dayanan dolar saltanatı olan bir sistemin adı olan Yeni Ortaçağ’ın ortaçağın toplumsal, ekonomik, felsefi ve ideolojik temelleri aktarılıyor. Sanayici burjuvazinin ilerici rolünü terk ederek tekelciliğe yönelmesi, ulusal ekonomilere karşı “mafya ekonomisi”nin yükseltilmesi, “mafyatarikat” bütünleşmesi, “yer altı ekonomisi”nin ve “kara para aklama”nın örgütlenmesi örnekleriyle anlatılıyor. Dünyanın “üretim kültürü”nden “tüketim kültürü”ne sürüklenmesi ve Yeni Ortaçağ’a karşı mücadelenin olanaklarının, dinamiklerinin neler olduğu belirtiliyor. Ulusoy, “Batı toplumlarında egemen hâle gelen bu düşünce ve kültürde, aydınlanma, evrensellik, laiklik, gerçeklik, eşitlik ve özgürlük gibi modernliği tanımlayan kavram ve pratikler, hatta bizzat ‘insan’ gerçekliğini yitirdi” diyor. Kitapta, Yeni Ortaçağlaşma ile birlikte çağdaşlığın temel ölçütleri, “bilimsel düşünce, bilimsel yöntem, eşit yurttaş olmak, siyaset, düşünceler” gibi toplumsal siyasal kimliklerin yerini “etnik ve dinsel yapılanmalar, mezhepler, tarikatlar, cemaatler gibi kimliklerin, Ortaçağ’a ait kurumlar”ın aldığını, “sistemin toplumsal kültürel dokusunu” bunların belirlediğini, “bilimsel düşünce ve bilimsel yöntem”in terk edildiğini, falcılığın, akıldışılığın, zamandışılığın ruhçuluğun benimsetildiğini, dünyadan ve ülkemizden örneklerle okuyoruz. YENİ ORTAÇAĞ Yeni Ortaçağ’a dönüşümün kuramsal temelinin Alvin Tofler’in Üçüncü Dalga kitabıyla oluşmaya başladığı, elektronik ve bilgisayarın “temel sanayi” olduğu bu kitabın yaşamı genetik mühendisliği, uzay sanayi ve hizmet sektörü ile sınırladığı, oysa bunların hiçbirinin insanlığın temel gereksinmelerini karşılayan üretim sektörleri olmadığı, tarım ve sanayi dalgalarından sonraki bu “postkapitalizm”in daha sonra “endüstri ötesi toplum”, “postendüstriyel toplum” olarak adlandırıldığı anlatılıyor. Ortaya çıkan sistemin “otoriteyi öne çıkardığı, sanayiyi ikinci plana ittiği, reklam, pazarlama, para alışverişi ve mafyatik örgütlenmelerin merkez olduğunu belirtiliyor. Kültürün ideoloji, uygarlık, antropoloji ile ilişkileri, emperyalizmin ideolojik operasyonlarının “kültür” örtüsü altında nasıl gerçekleştirdiği kültürün çeşitli alanlarından zengin örneklerle açıklanıyor. “Kültürelcilik”, “çokkültürlülük” ve “ulusal kültür” kavramları birçok aydının yapıtından örneklerle anlatılırken “Yeni Ortaçağ’ın panzehirinin ulusal tarihi köklerden beslenen bir aydınlanma” olduğu, “ulusal kültürün “bağımsızlıkçı, aydınlanmacı, akılcı, toplumcu karakteri”nin bu savaşımın öznesi olduğu belirtiliyor. Yapıtta, modernizmin ilerici ve gerici yönelimleri örnekleriyle açıklanıyor. Aydınlanma ve modernizmden postmodernizme geçiş sürecinde dünyada yaşananlar aktarılırken gerici modernizmin soyut sanat ve postmodernizmle modernizmden kopuşu anlatılıyor. Aydınlanma ve modernite karşı postmodernizm ortaya çıkından başlayarak irdelenirken bunun edebiyattaki “gerçekçilik, eleştirel gerçekçilik, romantizm, modernizm, toplumsal gerçekçilik” akımlarıyla bağlantısı; 20. yüzyılda modernizmin gericiilerici olarak ayrışması, “dışavurumculuk, kübizm, dadacılık, gerçeküstücülük, soyut dışavurumculuk” akımlarının postmodernizme temel oluşturduğu örneklerle anlatılıyor. Sanatta nitelik kaygısının terk edilmesini, özgünlük ve biriciklik ölçütlerinin önemsizleştirilmesini ifade eden “kitsch’leşme” ve “popüler kültür”le birlikte gelen postmodern sanat, ayırt edici özellikleriyle, “akılcılık ve ciddiyetin yerini eğlence ve histeriye bırakması”, “evrensel ve ulusal üstkültür”e karşı “tekil bireylerin ses ve söz merkezli, merkezsiz, çok merkezli kültür”e dönüşmesi, “sanatın sonu”, “postsanat” savları özellikleriyle inceleniyor. 1980’lerden bugüne Türk kültür ve sanatındaki postmodern dönüşüm ve yabancılaşma, Türk devriminin sanat ve edebiyatındaki ulusal ve toplumcu içerikten başlanarak, “toplumculuktan bireyciliğe, büyük ideallerden sıradanlığa ve bayağılığa geçiş” anlatılıyor. Sanatta ve edebiyatta “kurmaca, oyun, fantezi üzerinden anlamsızlaşma, sığlaşma, sıradanlaşma”nın egemen duruma geldiği, kuramcılarının yazdıklarının değerlendirilip eleştirilmesiyle ve örnekleriyle aktarılıyor. Bu süreçte Türk aydınının görevinin kendi özgün kimliğini bulma görevi olduğu vurgulanıyor. 1973 Petrol Krizi ile başlayan, Batı’da “Yeni Ortaçağ”laşma ya da “liberal küresel karşıdevrim” sürecinin ülkemizde daha çok 1990’lardan sonra uygulamaya koyduğu kapsamlı proje ve programların bir tarihsel gerçeklikmiş gibi sunulmasına karşı, alıntı yapılan, değerlendirilen, tanık gösterilen onlarca kitapla da zenginleşen bir çığlık bu kitap. n Çürümenin Estetiği / Mehmet Ulusoy / Berfin Yayınları / 384 s. / 2019. 28 7 Kasım 2019
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle