05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

MURAKAMI’DEN ‘MESLEĞİM YAZARLIK’ Yürekteki karanlığın dibine yolculuk Murakami’nin yeni deneme kitabı Mesleğim Yazarlık, tüm yazma heveslileri için esin verecek sapyamalarla yüklü. LİKYA BADEMCİ B ugün Japon edebiyatı dendiğinde akla ilk gelen isim şüphesiz Haruki Murakami. Sadece Japonya’da değil, tüm dünyada oldukça popüler olan Murakami kitapları yayınlanır yayınlanmaz en çok satanlar listesinin en üst sıralarına yerleşiyor. En büyük sıçramasını Sahilde Kafka ile yapan yazarın İmkânsızın Şarkısı, Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu, Yaban Koyununun İzinde, Zemberek Kuşu’nun Güncesi, 1Q84 ve en son yayınlanan çok uzun romanı Kumandanı Öldürmek gibi yeri doldurulamaz onlarca romanı bulunuyor. Sadece romanları değil, denemeleri ile de kişisel yazma deneyimini ve dolaylı yoldan öz yaşam öyküsünü okurları ile paylaşan Murakami’nin Koşmasaydım Yazamazdım’ın ardından okurla buluşan ikinci deneme kitabı Mesleğim Yazarlık, tüm yazma heveslileri için esin verecek sapyamalarla yüklü. 12 bölümden oluşan kitap, Murakami’nin edebiyatla kurduğu ilişkiden, kişisel yazma macerasına, yazarlık mesleğine dair düşüncelerinden, kişisel yaşantısının kendini nasıl beslediğine dair pek çok şeyden bahsediyor. NASIL ÖZGÜN OLUNUR? Kitabın sayfalarında ilerlerken Murakami’nin roman yazarı olduğu ilk zamanlara doğru da bir yolculuğa çıkıyor sunuz. Ne yazacağı, neyi nasıl yazacağı konusunda bocalasa da roman yazma deneyimini yaralı bir güvercinin sıcaklığını avuçlarında hissetmeye benzeten Murakami, o sıcaklık duygusunu kaybetmemiş. Özgünlük söz konusu olduğunda Murakami’nin hayal gücü ile baş etmek çok da kolay değil. Sonuçta onun kitaplarını okurken gökten balık yağsa bile buna şaşırmamak gerekiyor. Murakami’nin “özgünlük”ten bahsederken sıraladığı üç ölçüt dikkate değer: Başkalarından farklı eşsiz bir tarz, bu tarzın zaman içinde sürekli geliştirilmesi ve zaman içinde bir referans haline gelmesi. Zira bir yazarın bir anda parlayıp sönmesi onun söz konusu özgünlükten yoksun olduğunun en açık göstergesi Murakami’ye göre. “Omlet yapmak için önce yumurtayı kır mak gerekir” Her yazı meraklısının en büyük sorusu olan “peki ama ne hakkında yazmalıyım?” kitabın en önemli başlıkların dan. Madde bir, roman yazarı olmak için en önemli şey kesinlikle çok kitap okumaktır. Murakami bunun üzerinde uzunca duruyor. Çünkü roman yazmak için roman denilen şeyin yapısını iyi anlamak gerekir ki bu da ancak okumakla mümkündür. Bütünü olduğu haliyle hafızada tutmak zor olduğundan her daim ayrıntılara odaklanan Murakami’nin en büyük silahı ise gözlemlemek. Çünkü “dünya gözünüze sıkıcı görünebilir ancak aslında büyüleyici, gizemli cevherlerle doludur” diyor. Kitabın son kısmına geldiğinizde Murakami tamamıyla kendiliğinden ortaya çıkmış bu metin için halihazırda “otobiyografik” kabul edilecek olması durumuna hazırlıklı olsa da aslında öyle bir bilinçle yazılmadığının bilinmesini istediğini tekrar ediyor. Aynı zamanda roman yazmak isteyenler için bir rehber görevi de üstlenmeyen bu kitap, yine de bu açıdan esin verici olmaya kayıtsız değil. Gerek yazma tekniği gerek üslubu gerekse kurgu gücü ile 21. yüzyılın en önemli yazarlarından biri olduğu tartışma götürmeyen bir yazarın açık yüreklilikle kaleme aldığı bu metin kesinlikle okumaya değer. n Mesleğim Yazarlık / Haruki Murakami / Doğan Kitap / 208 s. / 2019. ECE GAMZE ATICI’DAN ‘AILE GELENEĞI’ Sevdiğini öldürmek Türk edebiyatında “kutsal alan”a böyle cesurca, gerçeğin aynalarından bakabilen ve şiirselliğini de kaybetmeyen pek az metin vardır. AYLIN AYDIN E ce Gamze Atıcı’nın son romanı Aile Geleneği, hayatı kavramayı kolaylaştıran yapı taşlarını, ikili zıtlıkları yok eden bir metin olarak karşımıza çıkıyor. Metnin kendi iç metafiziğinde: Varoluş/yokoluş, suç/ suçlu, iyi/kötü, mutlu/mutsuz gibi ikilikler birbirine bağlı yapılar olmaktan çıkarılmakla kalmıyor yerlerine maktul anne/ katil çocuk, iyi aile / daha iyi aile türünden yeni ama “parodileştirilmiş” ikili zıtlıklar belirmeye başlıyor. Atıcı romanını temellendirdiği bu yapıbozumcu metafizik dünyada, anlatıyı iki ana parçaya bölmüş, iki otantik anlatıcı yaratmıştır: Ölmüş (yokolan) maktul/anne ve yaşayan (varolan) katil/çocuk. GELENEK / GELECEK Tolstoy Anna Karanina’yı şöyle açar: “Mutlu aileler birbirine benzer, her mutsuz ailenin ise kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.” Atıcı’da da mutlu aile/mutsuz aile ikiliği ve sorunsalı, iyi aile /daha iyi aile ikiliğine zekice ve bol oyunlu biçimde evrilir. İstanbul’da yaşayan Hikmet ve Sümer aileleri, yaşayışları, yapıp edişleri en önemlisi “aile gelenekleri” ile ilk bakışta birbirinin zıddı, ötekisi gibi konumlanırlar. O çok bilindik zengin, eğitimli, iyi aileler ve dar gelirli, görece az eğitimli, sorunlu aileler zıt evreni... Mutlu olmak Hikmetler için bir “hedef” değil doğuştan edinilmiş bir özelliktir, Sümerler içinse mutluluk “bağlamdışıdır” (irrelevant), konuları o değildir! Bu iki bağımsız dünya ve varoluşun yolu çok tuhaf, postmodern “tekinsizlik” kavramını selamlayan bir çifte cinayet olgusuyla kesişir: Kimin kimi, nasıl ve nerede öldürdüğü belirsizdir, olaylar adeta buzlu bir cam ardından, bir ölünün dumanlı kafasından aktarılmaktadır... Artık Hikmetler ve Sümerler içiçe geçmeye başlamıştır; ikili zıtlığın çözülüp birbirine dönüştüğü o büyülü âna tanıklık ederiz. Paradigma yavaş yavaş dönüşmeye başlar; refah ve bolluk manevi dünyadaki yoksulluğa evrilir; yakışıklı heteroseksüel bireyler birer çift yönelimli kuir’e, kazanan kaybedene, maktul katile, çocuk anneye dönüşmüştür. Gelecek geleneği ele geçirir, bağlamsızlık “başıbozukluk” yeni normaldir zira her iki ailenin oyun kurucusu “anne” figürleri ortadan kalkmış, dünya eski bilindik dünya olmaktan çıkmıştır. DOSTOYEVSKİ’DEN LACAN’A Dostoyevski’de baba katli olarak karşımıza çıkan Freudyen baba/çocuk çatışması ve çocuğun önce babasına ve onun “yasasına” başkaldırması ve babanın bir çeşit sem bolik ölümüyle bireyleşmesi olgusudur. Bu sembolik ölüm, epistemolojik kopuş silsilesine önemli bir üçüncüyü eklemek Atıcı’nın metni için yol gösterici olacaktır. Lacan’a göre ise çocuk için temel kopuş ve bireyleşme süreci kendisiyle büyük özdeşleşme yaşadığı anne’den ayrılma ile başlar. Anneçocuk ikiliği ve ilişkisi ve sağlıklı bir kopuş, bireyin oluşumunun temelidir. Denilebilir ki Atıcı’nın metninde temel ikili zıtlıklardan biri anne/çocuk ikili yapısıdır. Ölü anne / Gelenek, Yaşayan çocuk/Gelecek ile durmadan çatışmakta, bu çatışma taraflardan birinin fiziksel dünyayı terk etmesiyle hız kesmeyerek, metafizik bir düzlemde devam etmektedir. Bu yönüyle Aile Geleneği özellikle bizim gibi toplumlarda kutsanan annelik müessesini, anne/çocuk evreni hakkında hiçbir reel yoruma ve bakış açısına izin vermeyen o tabusal alanı derin bir psikanaliz seansına sokmakta. Denilebir ki Türk edebiyatında bu “kutsal alana” böyle cesurca, gerçeğin aynalarından bakabilen ve şiirselliğini de kaybetmeyen pek az metin vardır. Bugün postmodern paradigmayı özümsemiş, onun tekinsiz dünyasında kolayca gezinebilen; bizden, içeriden ses veren ancak evrensele de uzanabilen genç kuşak yazarlar edebi hayatımızı zenginleştirip ümidimizi arttırıyor. Gelecek geleneği yeniden yazıyor. n Aile Geleneği / Ece Gamze Atıcı / Doğan Kitap / 336 s. / 2019. 20 7 Kasım 2019
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle