05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Tarihin ‘sol’ yanı Türkiye’deki sol hareketin tarihini yazmak, uzun dönem çeşitli güçlüklerle karşılaştı. Son yıllarda bu konuda bilimsel ve popüler yayıncılık örnekleriyle sisin belli oranda dağılmış olduğu söylenebilir. T ürkiye’deki sosyalist hareketin yılmaz araştırmacılarından Rasih Nuri İleri, 1960’larda, teorik birikimi ve örgütçülüğüyle hareketin en önemli figürlerinden biri olan Reşat Fuat Baraner’den ısrarla anılarını yazmasını ister. Baraner, gizli kalmış olay ve olguları açık yazmanın güçlüğünü belirterek buna yanaşmaz. Onu en çok duraksatan olayın ise, 1947 yargılamalarında, parti önderi Şefik Hüsnü’nün düştüğü durum olduğu tahmin edilebilir. ŞEFİK HÜSNÜ’NÜN AZABI 1946’da, İnönü yönetimindeki Türkiye, ikinci büyük savaşı kazanmış ülkelere yanaşarak “demokrasi” rüzgârları estirince, peş peşe yasal sosyalist partiler de kuruldu. O iyimserlikle, TKP önderi Şefik Hüsnü Deymer, eşinden kendisinin bir biyografisini yazmasını ister. “Komintern ve gizlilik dönemini yazmam tehlikeli olmaz mı?” diyen eşine, “artık dönem değişti, her şeyi yazabilirsin” der. Gelgelelim Şefik Hüsnü’nün başını çektiği Türkiye Sosyalist Emekçi Köylü Partisi ve Esat Adil Müstecaplıoğlu önderliğindeki Türkiye Sosyalist Partisi’nin ömürleri sadece altı ay sürer, bir sıkıyönetim bildirisiyle partiler, sendikalar ve yayın organları kapatılır, yöneticileri tutuklanır. Şefik Hüsnü’nün evine gelen polisler, henüz yazılmamış anıları değil ama Komintern’e gönderilecek bir rapora hazırlık niteliğinde notları (ünlü “sarı defter”i) bulurlar ve davaya malzeme yaparlar. İşin ilginci, Şefik Hüsnü, sözkonusu notlarda “basiretsizlik göstererek polise belge yakalatan yoldaşlar”dan da yakınmaktadır. Şefik Hüsnü, Emniyet’te günlerce uykusuz bırakılma işkencesine direnerek (hatta doktorluk bilgisiyle kendisini koruyup ölümden dönerek) bunun bir rapor olduğu ifadesine imza atmaz. Ancak belgenin yakalatılması olayı gerek yoldaşların, gerek rakip partililerin diline düşer, Şefik Hüsnü için ölünceye kadar azap konusu olur. Attilâ İlhan’a bile, romanları için malzeme olur! SİSLİ TARİH Rasih Nuri İleri, yazdığı önsözlerde, araştırmalarını yaparken karşılaştı Hikmet Kıvılcımlı Reşat Fuat Baraner Şefik Hüsnü (solda) Yahya Kemal ile. ğı yasal engellerden, mahkeme kararlarından da söz eder. Sadece olay ve olguları nesnel biçimde aktarmak bile “suç” sayılmış, davaların konusu olmuştur. İleri, kendisinin TKP bağlantısını açıklamakta sakınca görmez. Gelgelelim, “radikal komünist” olmadığını, örgütsel bağları bulunmadığını vurgulayan Mete Tunçay da temel kaynak niteliğindeki Türkiye’de Sol Hareketler kitabından ve öteki araştırmalarından ötürü kovuşturmalar geçirir, yasal engellerle karşılaşır. Nitekim kaynakların önemli bir kısmı, ancak yurt dışı araştırmalardan sağlanabilmiştir. Türkiye sol hareketi, uzun yıllar tarihini Fethi Tevetoğlu, Aclan Sayıl gan, İlhan Darendelioğlu gibi “antikomünist”lerden öğrenmek zorunda kaldı. Elbette bu kitaplar, içerdikleri ve “soğuk savaş” dönemi diliyle yazılmış “sübjektif” değerlendirmelerden ve kara çalmalardan ötürü değil, yazanlarının ulaşmakta pek güçlük çekmedikleri belgelerden ötürü bir ilginin konusu olmuştu. ALACAKARANLIK ARALANDIKÇA… Kerim Sadi’nin, Rasih Nuri İleri’nin, Mete Tunçay’ın öncü ve ana kaynak niteliğindeki çabalarından sonra, özellikle 1980’lerin ikinci yarısından itibaren kurumsal etkinliklerin ve yayıncılığın art ması, ilgi ve meraklara ivme kazandırdı. Sol tarihin en önemli dönüm noktalarından biri olan 1951 tevkifatının gerekçeli kararının elli yıl sonra kitaplaşabilmiş olması, Komintern belgelerinin peyderpey kitaplaşması, Hikmet Kıvılcımlı, Hasan İzzettin Dinamo, İsmail Bilen, Mihri Belli ve Sevim Belli’ninkiler başta olmak üzere, hareket içinde yer almış pek çok kişinin anılarını kaleme alması, alacakaranlığı belli oranda araladı. 1990’larda Nâzım Hikmet Vakfı’nın ve Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı’nın (TÜSTAV) konuyu “kurumsal” düzeye taşımaları, araştırma ve yayınların çoğalmasına yol açtı. Son yıllarda konuyla ilgili popüler yayıncılık da gelişti. Bunların bir bölümü, sözgelimi sevgiyle andığımız Alpay Kabacalı’ninkiler gibi, “dokümanter” yayıncılık ile ya da biyografi yazımı ile kesişmekte ve her kesimden okura seslenen nitelikleriyle öne çıkmakta. Emin Karaca, Nâzım Hikmet’i, Esat Adil’i, Hikmet Kıvılcımlı’yı, basınyayın dünyasını ve başka yakın tarih olaylarını ele alan çok sayıda kitabıyla, bu konuda en çalışkan yazarlardan biri oldu. TÜSTAV yayınları arasında da araştırma ya da derlemeleriyle belirginleşmiş çok sayıda adın emekleri yer buldu. Yalçın Küçük gibi, kitaplarında konuyla ilgili önemli pasajlara yer veren araştırmacılar da oldu. Atilla Akar’ın 1989’da kitaplaşan Eski Tüfek Sosyalistler röportajı da konuya ilgiyi artıran, hem buruk hem hoş izler bırakan bir yayındı. POPÜLER SOL YAYINCILIK Popüler kitapların bir bölümü, biyografi niteliğinde. Bunların bir bölümü de “roman” biçiminde kaleme alınmakta. Nâzım Hikmet ile ilgili olanlar niceliksel bir ağırlığa sahip. Bazı kitaplar ise, tematik yönelişi farklı olmakla birlikte, sol hareket ile kesişen boyutlar taşıyorlar. Sözgelimi, Liz Behmoaras’ın Suat Derviş’in hayatını konu alan kitabı, Derviş’in Reşat Fuat Baraner’in eşi olması nedeniyle, sol hareketle ilgili önemli ayrıntılar da içermekte. Fatma Nudiye Yalçı da sol hareket içinde özgül yeri olan kadınlardan biri. Hikmet Kıvılcımlı’nın yol arkadaşı ve onunkilere paralel yayıncılık yapmışlığı var. Bilgesu Erenus’un onu konu alan oyunu ve hakkında yapılan başka yayınlar, haliyle sol hareketin de içinden geçiyor. Çalışmalarını daha yakın dönemlere özgülemiş araştırmacılar da oldu. Turhan Feyizoğlu, özellikle 1960 sonrası gençlik hareketlerini ele alan öncü çabalarıyla dikkat çekti, onu dönemin içinden geçmiş pek çok genç yazarın çalışmaları izledi. Ülkemizde uzun yıllar sol hareketin tarihinin sağlıklı bir şekilde yazılamayacağı inancı vardı. Bu kanıyı hâlâ sürdürenler yok değil. Oysa, 1940’ların sonu ile 1950’lerin başına odaklanmış Bir Gün Yeniden adlı romanımı ve Şairler Kahvehanesi’ni yazarken elden geçirdiğim yüzlerce kitap, sol hareketin meşhur bölünmüşlüğünün ölçüleriyle değil de tümel gözetilerek bakıldığında, alacakaranlığın epey dağılmış olduğu fikrini bana vermiştir diyebiliyorum. Nâzım Hikmet’in anı romanı başta olmak üzere, konunun edebiyata yansımaları ise ayrı bir yazının konusudur. n 12 7 Kasım 2019
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle