Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
‘Baş başayım katilim zamanla...’’ 1416. sayımızda yer verdiğimiz Ingeborg Bachmann şiirlerine bu sayımızda devam ediyoruz. INGEBORG BACHMANN/ ŞİİRLER/ ÇEVİREN: DANYAL NACARLI GÜZ TATBİKATI Demiyorum ki ben: o dündü. Metelik etmez uzanmışız yine cebimizde yaz paralarıyla alayların talaşına, güz tatbikatında zamanın. Bize yok güneye varan kaçışların kuşlara olduğu kadar faydası. Geçiyor akşam vakti balıkçı tekneleri, gondollar karşı kıyıdan. Ve arada bir kırıkları kaçıyor düşlere tok mermerin en zayıf yerime, güzellik yoluyla, gözlerime. Yazıyor o ayazı uzun uzun gazeteler. Ve onun yarattıklarını, okuyorum aptalları, ölüleri, sürgünleri, katillerle on binleri ve buz kütlelerini, hiç karşılaşmadan huzur veren tek haberle bile. Zaten ne gereği var? Öğle üstü gelen dilencinin yüzüne çarpıyorum ya kapıyı. Barış geldi çünkü ve esirgeyebilirsin bu nahoş görüntüden artık kendini ama kurtulamazsın seyretmekten yağmurda mutsuz ölümlerini yaprakların. Gel bir yolculuğa çıkalım seninle. Selvi ağaçların, palmiyelerin de altında ya da portakal bahçelerinde kampanya fiyatlı eşi benzeri olmayan guruplara dalalım seninle. Hadi gel unutalım dün’e yazdığımız yanıtsız kalan mektupları! Mucizeler yaratıyor işte zaman. Ama uğrarsa bize vakitsiz zonklamasıyla suçun: evde yokuz. Kalbin mahzeninde, uykusuz, rastlıyorum yine kendime alayların talaşında, güz tatbikatında zamanın. KARANLIK ŞEYLER SÖYLEMEK Orfe gibi çalıyorum hayatın tellerinde ölümü, dünyanın güzelliğine ve gökyüzünü yöneten gözlerinkine karanlık şeyler söylemek geliyor elimden sadece. Unutma sen de ansızın o sabah, yatağın daha ıslakken çiyden ve karanfil uyurken koynunda karanlık nehri gördüğünü usulca önünden akan. Ve gerilmişken sessizliğin teli kan yığılı dalgaya, kavradım çınlayan kalbini. Gecenin gölge saçına dönüşmüş zülüf hemen. Karanlığın zifiri taneleri yağıyordu yüzüne senin. Kismetin değilmişim. Ağlıyoruz şimdi ikimiz de. Ingeborg Bachmann Ama Orfe gibi ölümün tarafında biliyorum hayatı ve benim için maviye çalıyor sonsuzluğa kadar kapalı gözün. BİR PAŞAYA Şanı adına görülmüşse yine o pazarlık gözü puslu, ağarmış milletlerin bir yardakçısın o gün amadesin hizmetine hudutlarımızın, çok iyi bildiğinden hepsini kanlı çitlerle çekmesini. Gölge gölge düşer kitaplarda önün sıra senin adın ve çeler belirince uzasın diye aklını defnenin. Bildiğimiz: Kimseyi kurban etme kendinden önce ve seslenme Tanrı’ya. (O istedi mi hiç yağmana ortak olmayı? Hiç taraftarı oldu mu umutlarının?) Şunu bil: Vazgeçersen eğer senden önce niceleri gibi bölünmez gökyüzünü kılıçla ayırmaktan, ancak o gün yeşerir yaprağını defne. Ve itersen korkunç bir kuşkuyla bahtını eyerinden binersen kendin, o zaman müjdelerim sana zaferi! Çünkü kazanmış sayılmazsın sen yerine elde edince onu bahtın, indirse de düşmanların yelkenleri ve bin bir silah geçse de eline ve meyvesi başkalarının işlediği bahçenin Bahtınla felaketin çevrende yollarını birleştiği yere oraya yönelt savaşı. Karanlığın çöktüğü, askerlerin uyuduğu, sana beddualar yağdırıp senin de onları lanetlediğin yere taşı ölümü. Düşeceksin dağlardan ovaya, azgın sularla döküleceksin uçurumlara, dibine kadar doğurganlığın, toprakta tohumlara ve altın madenlerine filizden ırmaklara, heykelini dövdükleri o “büyüklerin”, varacaksın derin kıtalarına kadar unutmanın milyonlarca kulaç oradan, düşlerin ocağına. En sonunda ateşe de. Orada bir yaprak uzatacak defne sana. n KItap 3320 Nisan 2017