27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

martın cohen ve adrew mckıllop’tan “kıyamet makinesi” Nükleer yalanlar ve Brezilya, yapımı biten nükleer santrallerini çalıştırmadan kapattı. İsveç, 1980’de yapılan referandum sonucunda 2010’da, tüm nükleer santrallerini kapatma kararı aldı ve ilk santralini sökmeye başladı. Nükleer santral kurmama kararı veren ülkeler ise şunlar: Portekiz, İrlanda, Lüksemburg, Danimarka, Yunanistan, İsviçre, Hollanda, Danimarka, İskoçya, Yeni Zelanda. Nükleer silahlara sahip olan ülkeler de var, nükleer santral kurma sevdasında olanlar da elbette. Nagazaki ve Hiroşima ile Fukuşima; her ne hikmetse hep Japonya üzerinden geçiyor nükleer testler ve yanı başımızdaki Çernobil reakötürünün patlamasından sonra yaşananlar hâlâ bazılarına ders olmamış gibi görünüyor. Kitapta, Çernobil’i tasarlayan firmanın yeni nükleer santral girişimlerinde ve Çernobil reaktörlerinin temizlenmesi konusunda, Çernobil’in temiz olduğunu iddia etmeye cüret edecek kadar ileri gittiğini de okumak tüyler ürpertici. NÜKLEER BİZİM NEYİMİZE? “Kıyamet Makinesi”, yıllardır tartışma konusu olan ama tartışmadan daha çok can yakan nükleer enerji konusunun enine boyuna irdeliyor. Kitap bize, nükleer enerji konusunda dayatılan masalları deşifre ediyor bir bakıma. UĞUR bİryol T ürkiye’de enerji üretimi için yerler, nedense doğal ve kültürel önemi çok büyük alanlar arasından seçiliyor. Bu tesadüf mü, yoksa bilinçli bir tercih mi? Kamuoyunun yakından takip ettiği gibi daha önce, nükleer santral için Akkuyu, siyanürlü altın için Bergama, hidroelektrik santral için Fırtına Vadisi, Munzur Vadisi ile Gökova Körfezi, Tatlısu Koyu, Kaz Dağları, SamsunTekkeköy, UşakEşme, Çoruh Vadisi, Ilısu Barajı için Hasankeyf, Antalya’da golf sahası yapılmaya çalışılan Sorgun ormanları gibi pek çok yerde, sahip olduğumuz son derece önemli yaşam alanı, enerji üretimi adı altında yok edilmeye çalışıldı, çalışılıyor. Şimdi de nükleer santraller için Sinop’un, Muğla’nın, Konya’nın ve yine Akkuyu’nun adı geçiyor.   Peki, başta hükümet olmak üzere birçok devlet kurumu neden nükleer enerji sevdasından vazgeçmiyor? Mesela, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK), nükleer enerjiyi şu gerekçeyle savunu yor: “Nükleer enerji üretim zinciri, tümüyle ele alındığında sera gazı salımı konusunda en temiz seçenektir. Nükleer enerjinin iklim değişikliğine sebep olan atmosferdeki sera gazı konsantrasyonunun azaltılmasında büyük rolü vardır. Günümüzde nükleer santraller, elektrik sektöründen kaynaklanan sera gazı salımında Martin Cohen Andrew Mckillop yıllık olarak yaklaşık yüzde 17 azalmaya sebep olmaktadır. Yani aslında nükleer enerjiye nasıl bakılması bu santrallerin yerine fosil yakıtlı santgerektiğini kısa yoldan anlatıyor. Sekiz rallerden elektrik elde edilseydi her yıl bölümde anlatılan nükleer sevdasına 1.2 milyar ton karbon, atmosfere verile“efsane” diyen yazarlar, bunun gelececekti. Nükleer enerji üretimi sürecinde ğin enerjisi, yeşil enerji, reaktörlerin ortaya çıkan atıkların ve kullanılmış yagüvenli ve tehlikesiz, ucuz, jeopolitik kıtların yönetimi, gelecek nesillere fazla koşullardan üstün, çok temiz, radyasyobir yük bırakmadan insan sağlığı ve nun zararsız ve nükleere herkesin yatıçevrenin korunmasını amaçlamaktadır. rım yapmak istemesinin büyük yalanlar Ancak nükleer atıkların (yüksek seviolduğu üzerinde duruyor. Yani nükleer yeli atıklar ve kullanılmış yakıtlar) hâlâ enerji gösterilerinin göz boyamaktan nihai depolanmasının uygulanmasına ibaret olduğunu, bunun için “çevreci” geçilememesi nükleer enerji açısından görünümlü kişilerin bile öne sürüldüdezavantaj olmaktadır. Enerji kaynaklağünü örnekleriyle anlatıyorlar. Nükleer rının gelecek nesiller için de yeterliliği, lobilerinin, çalışmalarını sürdürürken sürdürülebilir kalkınma açısından pervasız bir şekilde geçmişte yaşananlaönemli bir konudur. Özellikle fosil kayra sünger çekmeye uğraştığının üzerinnak rezervleri kısıtlıdır. Nükleer yakıt de duran yazarlar, özellikle Fukuşima hammaddesi olan uranyum ve toryum faciasından sonra nükleerle ilgili dönüm rezervleri ise oldukça fazladır.” Yani bu noktalarını ayrıntılı olarak aktarıyor. metinden anlamamız beklenen şudur: “Türkiye, uranyum ve toryum zenginiFUKUŞİMA’DAN SONRA dir, bu sebeple bunu nükleer santraller NÜKLEER için kullanmalıyız.” Peki, Türkiye sahip Japonya’daki Fukuşima kazasının arolduğu başka kaynakları değerlendirme dından, nükleerin kısmi Rönesansı’nın olanağını yakalamış mı ki, enerji konusona erdiğini ifade eden yazarlar, nüksunda bu kadar kararlı görünüyor? leer enerjinin dünyadaki toplam enerji UCUZ GİBİ GÖSTERİLEN üretiminin yüzde 15’ini karşıladığını, PAHALI YAKIT ticari olarak ise bu rakamın yüzde 6’ya kadar gerilediğini ifade ediyor. Martin Cohen ve Andrew Mckillop’un Fukuşima’dan sonra dünya, nükleer ortaklaşa kaleme aldığı Kıymet Makinesantrallerle ilgili nefesini tutmuş beksi, Türkiye gibi nükleerde ısrarlı olan ve liyor. ABD’de 1978’den, Almanya’da halen nükleer enerji kullanan ülkelerin 1982’den ve Kanada’da 1975’ten itiharitasını çıkarıyor bize. “Dünyanın En baren yeni bir nükleer santral siparişi Pahalı Yakıtı Nükleer Enerjinin Ağır Beolmadığı biliniyor. Avusturya, Filipinler deli” alt başlığıyla okura sunulan kitap, Türk Tabipler Birliği’nin hazırladığı dosyada, nükleer üretimle ilgili şu veriyi de dikkatle okumamız şart: “Türkiye’de nükleer santraller için yeterli uranyum bulunduğu öne sürülüyor. Oysa yaklaşık 9 bin ton civarında çok zengin olmayan ve yurtdışında zenginleştirilmesi zorunlu olan bir uranyum rezervimiz var. Bu da, 1000 mw’lık bir nükleer santralin ancak yıllık ihtiyacını karşılamaya yetebilir. Sonuç olarak yakıt ve teknoloji olarak dışa bağımlılığımız devam edecektir.” Türkiye’de, enerji darboğazı diye bir safsata yıllardır pişirilip halkın önüne konuyor ancak hiçbir zaman Türkiye’nin enerji nakil hatlarındaki kayıplarından söz edilmiyor. Tüm dünyada hızla terk edilmeye çalışılan bir enerji üretim modeli, zorla Türkiye’ye kabul ettirilmeye çalışılıyor. Belli ki Türkiye, kendi topraklarında bu enerjiyi istemeyenlerin deneme tahtası olarak kullanılmaya çalışılıyor. Oysa nükleer santrallerin insan yaşamı ve doğa için geri dönüşü olmayan zararlar verdiğini, çok değil otuz yıl önce yanı başımızda yaşanan Çernobil faciasında görmedik mi? Özellikle Doğu Karadeniz bölgesinde yaşanan kanser vakalarının bir numaralı tetikçisinin Çernobil olduğu, patlamadan sonraki gaz bulutlarının insanları tarumar ettiği apaçık ortada değil mi? Daha dün sahneden hüzünlü Karadeniz ezgileri söyleyen Kazım Koyuncu’yu Çernobil’den sonra kaybetmedik mi ve onunla birlikte binlerce insanı? Sadece Karadeniz ya da Türkiye için değil tüm dünya için nükleer enerji denilen model artığından tümüyle vazgeçmek şart. Editörlüğünü Kıvanç Koçak’ın yaptığı Kıyamet Makinesi’ni sadece nükleer santrale karşı olanların değil, hakikatle yüzleşmeye cesareti olan nükleer sevdalıları da okumalı n Kıyamet Makinesi/ Martin Cohen, Andrew Mckillop/ Çeviren: Serap Arslanpay/ İletişim Yayınları/ 296 s. 18 4 Şubat 2016 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle