Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
şıladım. Bizi tanıştıran Aygül Özkaragöz’e sorduğumda o da şaşırmıştı. Aygül Hanım, ona babasının işini sorunca “Yazar” demiş. Ne tür kitaplar yazdığını sorunca aldığı yanıt: “John Le Carre türü şeyler…” >> 3818 “Herkes sanatı anlamaya çalışıyor. Peki, neden kimse bir kuşun şarkılarını anlamaya çalışmıyor?” Pablo Picasso 3819 Aldus Manutius’u (14491515) her bibliyofil tanımalıdır! Bir İtalyan hümanistti, matbaacılığa baş koydu. “Italik” denen hurufatı tasarladı, virgül ile noktalı virgülü icat etti. Venedik’te “Aldine Yayıncılık” ile yayımcılığa da başladı. Bugünün ciltsiz kitabatına tekabül eden küçük boyda ve ucuz kitaplar üreterek okumayı bir varsıl ayrıcalığı olmaktan çıkardı. 1502’de Grek yapıtlarına öncelik veren Yeni Akademi’yi kurdu. Üyeleri arasında Desiderius Erasmus ile Thomas Linacre da vardı. Aldine Yayıncılık 1597’ye dek 132 nitelikli kitap yayımladı. Ürünleri seçme koleksiyonlardadır ve piyasası yoktur, belki de hiç olmayacaktır. 3820 Çek yazarı Bohumil Hrabal’ın (19141997) 1965 ürünü, “Bay Kafka ve Diğer Kült Hikâyeler”inde Frantiska Kafkova adlı karakter anlatıcıya lanet yağdırırken, “Senin doğal bir ölümün olmayacak” kehanetinde de bulunur. (Usta yazar Hrabal 1997’de nasıl mı öldü? Bulovka hastanesinde, beşinci katta tedavi gördüğü odanın balkonunda güvercinleri beslemeye çalışırken düşerek…) Üstadın kimi öykülerinde depresif karakterler, beşinci kattaki bir camdan kendilerini dışarı atarak intihar ederler. 3821 Angela Carter, “Bir kitap okumak onu kendin için yeniden yazmak demektir” buyurmuştu. Ona katılırım! Ama ben yazarı veya şairinden imzalı bir kitap edinmişsem, onlar bana yapıtlarını okurken ben dinlemekle yetinirim. Sanki… 3822 Diyarbakır eski Belediye Reisi Mehdi Zana’nın (doğ. 1940), 12 Eylül darb(e) sürecindeki mahpushane anılarından (Vahşetin Günlüğü): “Domalın! denirdi. Domalan kıçından darbeler yerdi. Domalmayan başka gardiyanların yardımıyla başı bok kanalına batırılır, boklandıktan sonra, pantolonu, donu çıkarılır, domalttırılarak makatına cop sokulurdu. Makatına cop giren tutuklunun çığlığı yeri göğü sarsardı. Ve daha sonra makattan çıkarılan o cop diğer tutuklulara yalatılırdı… Eğer yüzbaşının özel belirttiği bir kimse varsa ve emre uymuyorsa, çoğu zaman ya makatına cop sokulur ya da bok yedirilirdi. Bu ara ‘çıplak çarmıha’ germeler, uzuvlara ip takmalar veya bok kanalında oturtmalar gibi işkence metodları uygulanırdı. Veya gardiyanın öfkesi artmışsa bir buyruk verirdi. ‘Koğuşa girerken herkesin yüzünü boklu göreceğim. Yüzünde pislik olmadan giren olursa anasını si..rim’, derdi. Koğuşa girer kapıyı açar, tutukluların gelişini beklerdi. Bu ara bakarsın bok kanalının üzerinde kavga başlamış. Verilen zaman çok azdı. Bir veya iki dakikayı geç Aldus Manutius mezdi. Herkes yüzüne bok sürerdi. Kapıya gelinmiş, bakarsın birinin yüzünde bok azdır. Yanındaki arkadaşının yüzündekini alır, ‘ver benim bokumu’ diyerek aldığı boku yüzüne sıvamaya başlardı. Böyle zamanlarda makatına cop sokulmaktan kurtulmak için tutuklunun gözü başka şeyi görmezdi.” 3823 Yukarıdaki maddeyi okuyunca aklınıza (k)akademisyen ve darbe yalakası C.Ş. geldi değil mi? Hazret Kasım ayında, “dışkı yedirmek işkence değil” iddiasında bulunup aldığı tepkiler üzerine özür dilerken “amacının işkence mağdurlarının travmayı atlatmasına yardım etmek olduğunu” belirtmişti. İşkence mağdurlarına yardımcı olmayı çeyrek yüzyıl sonra akıl eden o kişiyle aynı sahafa gider gelirdik. Sahafbaşına, o sapık zihniyetli kişi müşterin olmaya devam ederse ben yokum demek için telefon ettim. Aldığım yanıtı tek cümleye sığdırmak gerekirse: Bir daha bu dükkâna zor girer! 3824 1969’da girdiğimde Robert Kolej Yüksek Okulu’ydu, çıkarken Boğaziçi Üniversitesi! “Az acılı” askeri müdahale, “12 Mart” günleriydi, yüksek okul ve liselerde kaos kol gezerdi. Okulun o dönem öğrenci işleri sorumlusu Prof. Dr. Mustafa Dilber’di (doğ. 1940). Alçak gönüllü, iyi niyetli ve öğrenci dostuydu. Filozof gibi bir duruşu vardı, saygıdeğerdi. Öğrencilerini askeri baskı(n)lara karşı sonuna kadar –ustalıkla korudu. Yatılıların gözde hocasıydı, öğrencileri ona “Mustafa Abi” derlerdi. Yüksek lisansımı yaparken danışmanımdı. Benim için o dün, bugün ve yarın hep “Hocam”dır ama sevimli arkadaşım Leyla Giray’la evlendikten sonra eniştem de olmuştur. Ezcümle, Mustafa Dilber, Boğaziçi Üniversitesi tarihinin gösteriş değil iş yapan bir gizli (kahr)amanıydı… 3825 27.12.15! İstinye Park AVM’deki D and R Kitabevi’nde gezinirken, Yeni Çıkanlar (b)ölümüne atılmış bir “Yaban” gördüm. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun (18891974), 1932 ürünü “Yaban”ını yerine götürmeden önce, karıştırırken 20 sayfa okumuştum bile. Yalın ve sürükleyiciydi; ne bir cümle eksik ne bir cümle fazlaydı. Güncel, didaktik ve şiirseldi. Derken yüz binlerce basıldığı iddia edilen, dev marketlerde orta yerlere yığılmış çok satan kitaplar aklıma geldi, mevcut “sığlık katsayımız”daki artışı unutmamam için bir uyarı olmalıydı… n KItap 4 Şubat 2016 11