02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Sennur Sezer’den “Perşembe Mektupları” ‘Yarına güvenim büyüdü’ Sennur Sezer’in 20102014 arasında, Evrensel’de, çağdaş edebiyatımızın şairlerine, yazarlarına yazdığı mektuplar “Perşembe Mektupları” adıyla kitaplaştı. Bazen altını çizmek istediği bir konu nedeniyle, bazen bir özlemle, kimi zaman ise karşı çıkışla, bir uyarı olarak, yazarlara sorumluluklarını hatırlatmak için yazdığı mektuplar, Ahmet Hamdi Tanpınar’dan, Mehmet Akif Ersoy’a, Leylâ Erbil’den Orhan Pamuk’a, Ayşe Sarısayın’dan Gülce Başer’e eski ve yeni kuşaktan pek çok isme gönderilmiş. Sennur Sezer ile kitabını konuştuk. r Gamze AKDEMİR ektup sizin için neyi ve nasıl bir yazınsal ifade biçimini imliyor? Mektup benim için vazgeçilmez bir tür. Belki bugün yaşı 70’i aşan kuşağımın da. Bizden öncekiler için de öyleydi. Kemal Özer ve Erdal Öz kendilerine gelen mektupları biriktirecek kadar düzenliydi. Telefonun bu kadar yaygın olmadığı dönemin alışkanlığı demek kolaycılık olur. Edebiyat konusunda inandıklarımızı da konuları mektupla tartışırdık, siyasal sorunları da. (Bir mektubu dönüp dönüp okumanın keyfini bugün mektup almayan birine anlatmak zor). Zihninizde özellikle yer etmiş mektuplarınıza bir örnek verir misiniz? Benim unutamadığım bir mektubum, Bursa ya da İnegöl’den arkadaşların, bizim onları ağırlamak için koşuşturmamızın sonucunda bizim hep öyle tasasız yaşadığımızı sanıp “Siz büyük şehirlerde yaşayanlar” diye başlayan mektuplarına yazdığım bir cevaptı. Beyoğlu’nun akşamı yerine bir sabahını, o geceleri ışıklar içinde gördükleri lokantaların sabahları masaların üstünde sebze ayıklayan çıraklarını, bar kızlarının makyajsız yüzleriyle, dağınık, gündelik giyimleriyle yorgun analarına, çocuklarına Balıkpazarı’ndan yaptıkları alışverişi anlatıyordu. Fotokopi yoksunu bir dönemdi. O mektubun kopyasının bende olmasını, o günkü bakış açımı yeniden görebilmek için de isterdim. “HAPİSHANEDEKİLERLE ÇOK MEKTUPLAŞTIM” En çok mektup yazdığınız dönemler hangileri? Biri Kurfallı Köyü’nde öğretmenlik yaptığım dönem olabilir. Taşkızak’tan da epey mektup yazdım. Ama ne kadar önemli kişiden almış olursam olayım (mesela Ahmed Arif) mektupları saklayamadım. (Zaten genç kızların ana baba evinde gizlisi, özeli; kadınların da koca evinde özeli olamaz). Taşınmalar falan filan da yitiklere yol açtı. En kıskandığım insan Almanya’da ormanda bir kutudan çıkardığı mektupları okurken gördüğüm bir yaşlı kadındı. C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I M İkinci Dünya Savaşı’nda, savaştaki nişanlısından gelen mektupları bombalanan evinden kurtarabilmişti. Nişanlısı şehit düşmüş, kadın yeniden evlenmiş. Ama kutu ve mektuplar duruyor. Yıllar sonra bir pazar, tek başına ormana gidilip mektuplar hülyalı hülyalı okunabiliyor. Galiba kişisel özgürlük bu. (Kadının eşinin de bir kutu genç kız mektubu okuması ihtimalini unutmadım). 12 Eylül’de hapishanedekilerle çok mektuplaştım (bu konuda bir ödül bile aldım). Ama o mektuplar da elimde değil, YAZKO’ya el koyanlar evrakları götürmüş. Aynı perişanlığı bir de Gırgır’da yaşadım. Gölge Adam Şirketi, Gırgır’da ne var ne yok el koydu (karikatürlere de). Oysa o mektupların herbiri bir tarihti. Hapishanelerdeki koşulları anlatıyordu. Üstelik Gırgır’daki mektuplar yayımlanmak için yazılmıştı. Hapishanelerden dışarı duyurulabilen seslerdi. Şairliğimin iyi mektuplar yazmama yol açtığını sanırım. “EDEBİYATIN NE OLDUĞUNU UNUTUYORUZ!” Mektuplarınız çağdaş edebiyatımızı tanıma yolunda nasıl bir açımlama sunuyor sizce? Edebiyatın bir zincir olduğu, kayıp halkaların bugüne ulaşmayı engelleyip bugünü anlamayı olanaksızlaştırdığını Fotoğraf: Vedat ARIK Benden nice önce yaşamış olursa olsun. Bazen altını çizmek istediğim bir konu yüzünden mektup yazıyorum. Cahit Sıtkı’yı gençlerin ne kadar az tanıdıklarını fark edince mesela. Onun yaşama sevincinin, dönemi için atak, cesur denilecek davranışlarının unutulmaması gerektiğini düşündüğümde. Bazen bir şaire haksızlık edildiğini fark ediyorum. Mehmet Akif’in halka örnek alınacak öyküler anlatan yanı unutulup öte dünya ya da savaş şairi sayıldığında. Yoksul bir çocuk olarak parasız yatılı okumasının izlerinin şiirlerinde yansıması, kadın haklarını şiirlerinde (üstelik şeriata dayanarak) savunduğu unutulduğunda. O zaman bir isyan tavrıdır yazılan mektubun tavrı. Cemal Süreya’nın tapulu bir ev sayılıp sahiplendiğini gördüğümde, yaşamına girmiş onlarca kadından birinin haddini aşarak yazıp çizmesiyle şiirlerini zedelediğini yaşadığımda. Bu da bir başka tür isyan sayılabilir. Kimi zaman bir veda cümlesi ulaştıramadığım bir şairin ölümü yüzünden yazmak zorunda kalıyorum. Bu arada kitaba girmemiş mektuplar da var. Yazarlıktan başka mesleklerden kişilere sözgelişi bir sendikacıya da mektup yazdım. Uzun zaman İstanbul’dan uzak kalacaktı. Çetin bir göreve gidecekti. Destek olsun dileğinde bir mektuptu. Bilirsiniz mektuplar okundukça tazelenir, yeni anlamlar taşımaya başlarlar. Küçük Prens’in yıldızları gibi kimi zaman ışıldar, kimi zaman kararır. Bu arada mektupların kitap durumuna getirilmesi düşüncesi Abdülkadir Budak’ın. Bu mektupların basım düzeni ve düzenleme emeği bütünüyle Emel Güz’ün. Kitabın düzenlenmesinde hiç emeğim yok. “BEN BİR USANMAZ OZANIM / DERDİM VARDIR İNİLERİM” 20102014 arası farklı bir aralık... Bir mücadele ve yoldaşlık duygusuyla da yazılı. “Perşembe Mektupları”, bu bağlamda hangi duyguların, özlemlerin ve kaygıların dışavurumu olarak nitelenebilir? Darbeleri izleyen yıllar tükenmeyen toparlanma yılları sayılabilir. İşçi sınıfının, aydının, edebiyatın silkinmesi, kendine gelmesi zor olsa da, gerçekleşir de içeriğinde hep aksaklıklar, ağıtlar taşır. O ara ne yazsak, ne yapsak bu özgürlük kaygıları ağır bastı. İnsanın edebiyattan ve sanattan eksilmesi derdimiz oldu. 1980’den günümüze uzanan yıllar, toparlanma ve birbirine güvenme tavrının tazelenme yıllarıdır benim için. O arada Gezi’nin çapulcuları büyüdü, biber gazı bala benzedi. Yarına güvenim büyüdü. Kocadığımı düşündüğümde “güzel bir hayat sürdük, Türkiye’de bir düşü de paylaştık” diyebiliyorum. Mektuplarımın özeti “ben bir usanmaz ozanım / derdim vardır inilerim”dir. Son olarak biz okurlarınızı bekleyen yeni çalışmalarınızı da sormak isterim. Bir türlü başlayamadığım çalışma Yaşar Nezihe Bükülmez ve yaşadığı çağ için yazacağım belgesel anlatı. Öte yandan da şiirler sürüyor. Şairin emeği “sağdıç emeği” günümüzde. n [email protected] Perşembe Mektupları/ Sennur Sezer/ Yazılı Kâğıt Yayınları/ 158 s. 2 0 1 5 n S A Y F A 5 hep unutuyoruz. Eğer Suphi Taşhan’ı kavramazsak 1940 şiirinin belkemiği olan insan hakları kavgasını da anlamayız bence. Çağdaş bir anlatıma da ulaşmamız zorlaşır. Bu mektuplar gençlere araştırma ve okuma isteği verirse bir ipucu, bir kıvılcım olursa ne güzel. O zaman mektup “maksadını aşar”. Metinlerinizde nasıl bir yaklaşımla sesleniyorsunuz yazarlara? Mektuplar bazen bir özlemle (Ruhi Su, Kemal Özer, Betül Tarıman) kimi zaman magazine düşmenin yola çıktığı noktaya uymadığı durumuna karşı çıkışla (Orhan Pamuk) yazıldı. Bir uyarı olarak. Yazarlara sorumluluklarını hatırlatmak için. Mektup yazdıklarımın çok azıyla tanışamadım. Ben şairlerin varislerinin okurları olduğuna inanırım. O yüzden iyi bir okur olarak bütün yazarlara yazmak, uyarmak (kimi zaman okuru da) görevim. “YAZDIKLARIMDA YAŞAMA SEVİNCİ DE VAR SAYGI DA!” Her yaştan, kıdemden yazarlara yazıyorsunuz. Genelde mektup yazacağınız kişileri nasıl seçersiniz? Kitapta yakınlık, arkadaşlık tanışıklık dışında bir derecelendirme yok. Saygı duyduğum, anımsanmasını istediğim, özelliklerinin unutulduğuna inandığım her şair ya da yazara mektup yazabilirim. 2 5 “Kocadığımı düşündüğümde ‘güzel bir hayat sürdük, Türkiye’de bir düşü de paylaştık’ diyor Sennur Sezer. 1323 H A Z İ R A N
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle