Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Uğur Biryol’dan “Kazım’ın Sevdası” Fotoğraf: Uğur BİRYOL Fotoğraf: Hatice TUNCER Hızla geçtik Kazım’ın hayatından Kazım Koyuncu’yu kaybedeli on yıl oluyor. 25 Haziran 2005’te aramızdan ayrıldığında geride şarkılar, sözler, hayatı güzelleştirmek için takındığı bir tavır, duruşunu hiç bozmayan bir insan portresi bıraktı. Uğur Biryol’un kaleme aldığı “Kazım’ın Sevdası” (Kazimişi Oropa), Kazım Koyuncu’yu ailesinin ve arkadaşlarının dilinden anlatıyor. Elbette kendisinin ve Biryol’unkinden de... r Ali BULUNMAZ stiklal Caddesi’nin iki yanında uzanan ağaçların “yürümeyi engelliyor” bahanesiyle kesilmediği ve Gezi Parkı’na “kışla yapma” inadıyla göz dikilmediği günlerdi. Caddenin bir köşesinden çıkarsa Kazım’ı görürüz ümidiyle kimi insanların İstiklal’i turladığı ve şansı yaver gidenlerin ona denk geldiği zamanlar... O vakitler Çernobil ara ara gündeme geliyordu. Bir taraftan Karadeniz’in derelerinin ve ırmaklarının nefesini kesecek HES’lerin temelleri atılırken öte yandan şimdilerde “temiz enerji kaynağı” gibi sunulan ve Akkuyu’da kurulması planlanan S A Y F A 1 4 n 2 5 İ “KENDİM OLMAK İSTİYORUM” Sanal ve sosyal ortamlarda “herkesin herkesle çok iyi arkadaş olduğunu” iddia ettiği bugünlerde, Kazım’ı tanımaktan öte anlamak H A Z İ R A N 2 0 1 5 Uğur Biryol’un kaleme aldığı, Kıvanç Koçak’ın editörlüğünü yaptığı “Kazım’ın Sevdası”nda, yakınları ve arkadaşları Kazım’ı anlatıyor. Fotoğraf: Ann GRANIER nükleer santralin propagandasına çoktan başlanmıştı. Ha bunlara Karadeniz Sahil Yolu’nu eklemeyi de unutmayalım. Kısacası memleket yine hareketliydi, Kazım’ın hep şikâyet ettiği sistem bir şekilde işliyordu. İşte o günlerden; iki yanı ağaçlı İstiklal Caddesi’nin bir köşesinde duyduğum cümle dün gibi aklımda: “Şimdi Taksim’in bütün mekânlarını gezip oralarda saatlerce otururuz ama ne dünyayı ne de memleketi kurtarabiliriz. Sadece dostlar ediniriz, sonra da hep beraber sokağa çıkarız…” Dile kolay, 25 Haziran 2005’ten bu yana, yani Kazım’ın “ta başından beri gücüme gitti”(1) dediği hayata veda edişinin üstünden tam on yıl geçmiş. Bu on yılın ardından, üç senelik bir çalışmanın sonunda Uğur Biryol imzalı Kazım’ın Sevdası (Kazimişi Oropa) geldi. Aslında imza Biryol’a da ait değil, kendisini dinleyelim: “Kitabı yazan ben değilim, Kazım’ın kendisi. Benim fonksiyonum sadece anlatılanları ve söylenenleri bir araya getirmekten ibaret.” Kazım’ın Sevdası, geçmişe dair bir kitap gibi görünse de yüzü geleceğe dönük. Biryol’un deyişiyle “Kazım’ı ileride öğrenecek insanlara ışık tutmayı” amaçlayan bir anlatı. Fotoğraf: Ali ELVER arşivinden. ailesiyle giriyor söze. Pançol’la başlayıp Kazım’ın “Biz” duygusunu kazandığı ve kardeşliğin anlamını öğrendiği yıllara doğru yürüyor. Bol kardeşli aile ortamı, solcu bir baba, emekçi bir anne, tarihe ve müziğe meraklı Kazım’ın kemençe ustası Yaşar Turna’dan dinlediği ezgiler: Bu noktada “Kendim olmak istiyorum” diyen Kazım’la karşılaşıyoruz; ablası, arkadaşları, ağabeyi hep buraya dokunuyor. Kazandığı üniversiteyi bırakıp kendini tamamen müziğe vermesi ilk başta pek anlaşılamıyor fakat yıllar her şeyi yerli yerine oturtuyor. Kazım’ın “kendi olma” veya “kendine dönme” hali de müzikle paralel yürüyor. Önceleri pek dikkatle eğilmediği Lazlığı, sonradan bir kilometre taşı oluyor. 2001’de söyledikleri önemli: “Laz olduğunu yüksek sesle söylemen pek hoş karşılanmaz. Ama şimdi ben de Lazlığımdan bahsederken milliyetçi bir noktayı kastetmiyorum. Milliyetçi olacak kadar salak bir insan olma ihtimalini görmüyorum kendimde (…) Lazların kendi dillerini, kültürlerini sonuna kadar yaşayabilmelerini istiyorum. Benim bu konuda Lazlara vereceğim destek, başkalarına vereceğim destekten daha az değil. Ama daha fazla da değil (…) Lazlığın, Karadenizliliğin verdiği başka bir durum var, ciddiye mi almıyorlar nedir? Bizim şarkı sözlerini, Laz fıkrası dinler gibi dinlediler galiba.” Tabii anlattığı bu dönem, Ali Elver’le kurdukları Dinmeyen sonrasına denk geliyor. Yani Memedali Barış Beşli’yle oluşturdukları, dünyanın ilk ve tek Lazca rock grubu olan Zuğaşi Berepe (Denizin Çocukları) yıllarına. Kazım’ın hayatındaki önemli eşiklerden Zuğaşi Berepe de Biryol’un dediği üzere “gerçek bir deneme, özgün bir proje”; çılgınlık ve marjinallikten öte memlekete “müzikal ve kültürel katkı.” Va Mişkunan (Bilmiyoruz) ve İgzas (Gidiyor) gibi klasikleşmiş iki albüm çıkaran Zuğaşi Berepe, hemen her grubun başına gelen dağılma sürecini yaşarken “Neden?” sorusuna Kazım’ın verdiği yanıt manidar: “Lazlıktan.” KAZIM’IN SOLOLARI Biryol, Dinmeyen ve ardından gelen Zuğaşi Berepe dönemlerini, hem Kazım’ın hem de o zamanlar birlikte çalıştığı arkadaşlarının ağzından anlatırken daha bağımsız müzik yapmaya koyulan Kazım’ın portresini de çiziyor bir taraftan. Burada Kazım’a dair hatırlanması gereken bir gerçek beliriyor: Müzik sektöründe yer alıp da profesyonellik yerine amatör ruhla hareket eden; aslında sadece müzikte değil, bunu bütün yaşamına uyarlayan bir insan. Memleketine gidip türküler derlemesi de insanların arasında oluşu ve sokağa yabancılaşmaması da hep bu ruhla açıklanabilir. “Laz sörfü” Viya, Karadeniz sahilinin doldurulmasına tepki göstermek için ilk solo albümünün de adı oluyor. Siyanürle altın aranan Artvin ve Bergama’ya, nükleer santral kurulması planlanan Akkuyu’ya, Gökova’da termik santral yapmaya çalışanlara iğneleyici bir selam Viya! Kazım’ın ömrü boyunca insan ve doğadan yana attığı zarı da simgeliyor adeta. Biryol, Kazım’ın Sevdası’nda bu öykülere geniş yer ayırırken şu notu düşmeyi de ihmal etmiyor: “Viya, Laz coğrafyasının her şeyini anlatma çabasıydı bir bakıma. Yoksulluk da vardı, umut da K İ T A P S A Y I 1 3 2 3 daha önemli sanki; Biryol, kitabı biraz da bu nedenle hazırlamış. Kazım’ı anlatanlarda da aynı tavrı bulabiliyoruz. Dolayısıyla kitap, Kazım’ı salt doğumgününde ve ölüm yıldönümünde değil, her zaman hatırlayan ve hatırlamak isteyenlerin emeğiyle ortaya çıkmış. Kazım’la ilgili hatırlanması gereken şeylerin listesi uzun; Biryol, kalabalık C U M H U R İ Y E T