02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Sibel Özbudun’dan “Marksizm ve Kadın: Emek, Aşk, Aile” Marksizm özgürleştirir! Sibel Özbudun imzalı “Marksizm ve Kadın: Emek, Aşk, Aile”, editörlüğünü Önder Kulak’ın yaptığı Marksist Öğreti Dizisi’nin ilk kitabı. kamusal ayrımını alabildiğine muğlaklaştırıp hane üretimini yaygınlaştırarak sömürüyü azamileştirmenin peşinde. Sosyal harcamaların (devleti küçültüyoruz retoriğiyle) kısılması yoluyla toplumsal “yeniden üretim” (eğitim, sağlık vb.) maliyetinin aileye, yani kadınların sırtına yüklenmesi de cabası. Çalışmamda Marx ile Engels’in yaşadığı dönem, 19. yüzyıl kapitalizmiyle günümüz koşulları arasında fazla bir fark olmadığını vurgulamaya çalıştım. Engels, “İngiltere’de İşçi Sınıfının Durumu” başlıklı çalışmasında, İngiltere’deki işçilerin, özellikle de kadın işçilerin, tüyler ürpertici çalışma ve yaşam koşullarını betimler. Burada anlatılanlar ile günümüzde Güneydoğu Asya ya da Latin Amerika’daki ter atölyelerinde, serbest ticaret bölgelerinde ya da evlerinde çalıştırılan kadınların durumu arasında hemen hiçbir fark yok. “MARKSİST ELEŞTİRİ KADINLARI ‘YENİDEN ÜRETİCİ’ OLARAK ELE ALMALI” Marksist çalışmalar, bu bağlamda, neoliberal kapitalizmin yıkıcılığından ağır bir pay alan kadının insafsız sömürü koşullarına tabi üretici konumunu, nasıl hakça bir düzleme taşıyarak yorumladı ve bunu ne süreyle diri tutabildi? Günümüzde Marksist eleştiri, sermaye hareketlerinin küreselleşmesinin getirdiği muhalefet çeşitliliğini, emeksermaye çelişkisinin birincilliğini göz ardı etmeksizin, kapsamaya çalışıyor. Bir başka deyişle geçmişte az çok türdeşleşmiş (mavi yakalı, çoğunlukla erkek, sınaî işçiler) sınıfın yerine, kadınlaşmış, çocuklaşmış, etnikleşmiş, göçmenleşmiş, güneylileşmiş kolektif/ küresel bir işçi sınıfı ile karşı karşıyayız. Üstelik bu emekçilerin ana gövdesi, eskiden olduğu gibi binlerce kişinin çalıştığı fabrikalarda yoğunlaşmış değil. Bu durum, günümüzde emekçilerin örgütsüzleştiği ve “açlıkla terbiye edildiği” koşullarda, mücadele araçları bir hayli gerilemiş olan Marksizm’i aynı anda birkaç düzlemde birden etkimek zorunluluğuyla karşı karşıya bırakıyor: Etnik, toplumsal cinsiyete değin, ulusal, kültürel, ekolojik bir dizi sorun ve talebi “sınıflar mücadelesi” ekseni etrafında bağdaştırma sorunu. Bir başka deyişle hiçbir Marksist, toplumsal cinsiyete (ya da kimliğe, çevreye vb.) ilişkin sorun ve talepleri “devrimden sonra”ya erteleyemez. Bu işin bir yönü. İkinci yön ise günümüzde Marksistler, kadınların talepleri bağlamında sınıfsal sömürü ile ataerkil tahakküm arasındaki ilişkilerin deşifre edilmesinde daha fazla gayret göstermek, bir başka deyişle kapitalizmin ataerkini nasıl yeniden ürettiğini açığa çıkarmak durumunda. Bu ise kadınları salt “üreticiler” olarak değil, aynı zamanda “yeniden üreticiler” olarak ele almayı gerektirir. Yani kadınlar, kapitalizm koşullarında yalnızca boğaz tokluğuna çalışmaya razı işgücü kaynağı oldukları için sömürülmüyorlar, aynı zamanda sağlık hizmetlerinden çocukların dünyaya getirilip yetiştirilmelerine, yemekbulaşıkçamaşırı üstlenmekten dinsel inançların sürdürümüne kadar toplumsal yaşamın yenidenüreticileri konumuyla da ataerkil tahakküm altında, sömürüye duyarlı bir toplumsallığın biçimlenmesine katılıyor. Bu durumda K İ T A P S A Y I 1 3 2 3 r ibel Özbudun’un çalışması dört bölümden oluşuyor: “Kadınların Kurtuluşu Yönünde İlk Adımlar: Ütopyacı Sosyalizm”, “Marx, Engels ve Kadınların Kurtuluşu”, “Ekim Devrimi, Sosyalizm, Kadınların Kurtuluşu” ve “Kapitalizmin Ataerkini Yeniden Üretmesi”. Neoliberal kapitalizm kadını ve emeğini nasıl vahşice vurdu? Ütopyacı sosyalizm, Marx ve Engels için esin kaynağı olmakla birlikte hangi temel farklılıklara sahip? Aydınlanma kadına nasıl bakar? Neoliberal kapitalizmin iflasının erken patlak vermesinden yola çıkarak Marx ile Engels’in Komünist Manifesto’larında sözünü ettiği hayalet nasıl bir kez daha sahnede? Bunlar Özbudun’un çalışmasında yanıtlarını irdelediği sorulardan sadece bazıları. Özbudun’la “Marksizm ve Kadın: Emek, Aşk, Aile adlı çalışmasını konuştuk. S Hande MİR “Kadınerkek eşitsizliği, kapitalizm için bir nimetti; bu sayede patronlar kırsal kökenli on binlerce kadını, erkek işçilerin yarısı, hatta daha düşük ücretlerle günde 1214 saat çalıştırıp bunu “kadının (ataerkil baskılardan) özgürleşmesi” olarak sunabiliyordu!” diyor Özbudun. Neoliberal kapitalizmin, edilgenleştirmeye çalıştığı kadını, emeği ekonomiye döşeli bir “kaldırım taşı” addederek daha vahşice vurması. Çalışmanızda ele alınan bu ilk bağlamı konuşarak başlayalım. Batı Avrupa’da biçimlenen kapitalist sistem, pek çok eşitsizliği (kır/ kent, Avrupa/Avrupadışı, kafa emeği/ kol emeğinde) olduğu gibi kadınerkek eşitsizliğini de kendi tarihinden devralıp bir çeşit yeniden dizilime tabi tuttu. Kadınerkek eşitsizliği, kapitalizm için bir nimetti; bu sayede patronlar kırsal kökenli on binlerce kadını, erkek işçilerin yarısı, hatta daha düşük ücretlerle günde 1214 saat çalıştırıp bunu “kadının (ataerkil baskılardan) özgürleşmesi” olarak sunabiliyordu! Aslına bakarsanız, günümüzdeki neoliberal kapitalizm sosyalist sistemin yıkılması, çokuluslu sermayenin emeğin bol ve ucuz olarak temin edilebildiği güney ülkelerine kaydırılması, emek örgütlülüğünün küresel ölçekte büyük mevziler kaybetmesi vb. nedenlerle 19. yüzyıl başlarında olduğu kadar “vahşi” ve denetim dışı. Emek cephesinin gerilemesi nedeniyle neoliberal kapitalizm, 19. yüzyıl başlarındaki “vahşi kapitalizm” koşullarına geri dönüşü temsil ediyor. Bu tabloda, günümüz kapitalizmi, kadın emeğini (hem kuzeyde hem de güneyde) esnekleştirerek, taşeronlaştırarak, informelleştirerek, örgütsüzleştirerek ve domestik/ S A Y F A 1 0 n 2 5 H A Z İ R A N 2 0 1 5 C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle