Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Şükrü Erbaş’tan “Pervane” ‘İnsan sözlerden yapılır’ Üç yıllık bir aradan sonra yayımlanan kitabı “Pervane”de, Şükrü Erbaş’ın ölüm, emek, acı, ayrılık, aşk, yalnızlık, çocuk, insan ve özgürlük gibi temalarla oluşturduğu şiirlerle buluşuyoruz. “Bir şairin ömrü boyunca tek bir şiiri yazdığına inanan” Erbaş’la hem şiirini hem de yeni kitabını konuştuk. r Nuray SALMAN ç yıl aradan sonra çıkan şiir kitabınız Pervane’yle başlamak istiyorum söyleşimize; “Pervane” geçmişi, dünü, bugünü ve yarını anlatıyor… Bizi biz yapan her şey var. Kitap nasıl oluştu? Bunun, verili akılla bir açıklaması olduğunu sanmıyorum. Yeri geldikçe andığım Mallermé’nin sözünü yine anarak birkaç söz etmeye çalışayım izninizle: “Bir kitap ne başlar, ne biter. Olsa olsa öyle görünür.” Pervane, kendinden önceki tüm kitaplarımdan ama en çok da Bağbozumu Şarkıları’ndan el alan en son eksikli sözümdür benim. Yazıya, şiire dökülsün dökülmesin yaşadığımız, canımızda halkalanan her söz, her eylem, bizi yeni bir biçime sokuyor. Yarattığı hevesle, acıyla, öfkeyle, kırılmayla ve bilenmeyle bizim kalbimizi ve aklımızı yeni sözlerin eşiğine getirip bırakıyor. Pervane, tam da böyle bir eşik hali ya da biraz daha ileri giderek bu eşikten sessizce, mahcup, hazla ve kederle girdiğim, ışığın beni göğsüne bastığı yeni bir konaklama yeri. Kelebek, ışığa dönmeye devam ediyor. Ölümden önce yapabileceği kayda değer başka bir şey olduğunu da düşünmüyor. Uzattım, şöyle bağlayayım: Dünyaya tutunmanın, hayatımı sevmenin en son çırpınışlarıdır Pervane... “ÜSTÜNE TİTREDİĞİM BİR İNSAN ERDEMİ İNCELİK” Bütün kitaplarınızda olduğu gibi Pervane’de de ölüm, emek, barış, acı, ayrılık, aşk, yalnızlık, çocuk, insan, özgürlük sözcüklerini görüyoruz. Hemen her şiirinizde Şükrü Erbaş sözlüğü, atlası var. Aynı sözcüklerle ve temalarla her seferinde yeni bir şiir ortaya çıkarmayı nasıl gerçekleştirebiliyorsunuz? Ben, bir şairin ömrü boyunca tek bir şiiri yazdığına inanırım. Bütün sözcükler döne döne o şiiri kuşatır. O şiir, bizim dünya ile sevinçli ve yaralı var oluş halimiz. Bu büyülü var Ü Şükrü Erbaş “Beş duyumun alanına giren ne varsa becerebildiğim kadar sünger gibi emip üstüne kitaplardan öğrendiklerimi de ekleyerek yaşamaya ve yazmaya çalışıyorum” diyor. oluşu dile getirmede bazı sözcükler, bizim ana rahmine düştüğümüzden bu yana yaşadığımız ve yaşamadığımız ne varsa onlara bağlı olarak öne çıkar. Hayatımızın her anında bir ayin duygusuyla biz o sözcüklerin pervanesi oluruz. Bu, biraz da kaçınılmaz bir yazgı. Bir burgaç gibi kendi anlamımızı derinleştirir dururuz. Korkmamak gerek ya da korkmak gerek, eski sözcükleri, yaşantıları, yeni zamanların ruhuyla silip parlatamıyorsak var oluşumuz kendi gölgesine gömülmeye başlamış demektir. “Düne ait ne varsa dünle birlikte gitti cancağızım/ Bugün yeni bir şeyler söylemek lazım” diyordu, Mevlâna değil mi... Pervane’yi okudukça çocukluğumu, gençliğimi, yaşadıklarımı, yaşamadıklarımı gördüm. Şükrü Erbaş şiiri inceliklerle dolu. Toplumsal ve bireysel yaşamın duyguları şiirlerinizde bir bütünlük ortaya koyuyor. Şiirinizde aşk ile kavga başa baş gidiyor. Önce, “inceliklerle dolu” sözünüz için teşekkür ederim. Üstüne titrediğim bir insan erdemi incelik. Kabalık öyle boyutlara, öyle saygısızlıklara vardı ki, gide gide üslubun biçimden de özden de çok daha değerli olduğuna inanmaya başladım. “İnsan sözlerden yapılır” demiştim bir şiirimde. İnsanınki içinde yaşadığı gerçeklikten yapılmış bir hayat. En tenha, en kapalı dediğimiz hayat bile yalnızca kendinden oluşamaz. Bir bütünün içinde, hem o bütüne kendinden yaşantılar katarak hem o bütünden yaşantılar edinerek var olur. Öyle olunca, insan ağzını açtığında, binlerce ağız o ağızdan ses verir bize. Bu, var oluşun diyalektiği. Aşk da kavga da böyle bir diyalektik içinde birbirine dönüşerek insanı yüceltir. Benim bunu şiirde ne kadar becerdiğim ayrı bir konu ama çırpınıp durduğum bir yazma ve yaşama tutumum olduğunu heyecanla söyleyebilirim. Sayın Erbaş 1970’lerden bu yana şiirin içindesiniz, şiiriniz toplumcu bir gelenekten beslendiği gibi modern Türk Şiirinin diğer alanlarına da açık bir tutumunuz var. Şükrü Erbaş’ı sizden dinlemek istiyorum… Beni benden dinleyeceğinizi sanmıyorum. Şiirlerde ve yazılarda söylediklerimin ötesinde bir ben ve onu anlatacak bir başka ben yok. Beş duyumun alanına giren ne varsa becerebildiğim kadar sünger gibi emip, üstüne kitaplardan öğrendiklerimi de ekleyerek yaşamaya ve yazmaya çalışıyorum. O nedenle dört bin yıllık bir Sümer tabletindeki kanatlı sözler de Dedem Yunus’un bir karıncaya ulu nazarı da Fars müziğinin yerleri ve gökleri bir ayine çeviren o görkemli kompozisyonu da Ritsos’un dünyayı şiire dönüştüren devrim aşkı da benim kalbimin ve dilimin büyüleri. Şiir ve edebiyat değeri taşımak kaydıyla dünyamıza bir anlam katmak kaydıyla hiçbir söze, sese, renge kapılarımı kapamamaya çalışıyorum. Bundan fazlası yakışıksız olur... Bütün zamanların söyle bir sorusu var, “Şiir bitiyor mu?” Türkiye’de ve dünyada şiirin bugünkü yerini nasıl buluyorsunuz, gerçekten kaygı duyulacak bir yerde mi şiir? Ömrünü doldurmuş bir kaygı, bir tartışma olduğunu düşünüyorum. Son insan da gezegenimizden yok olursa o zaman şiir biter. İnsanlar hiçbir zaman kitleler halinde şiire koşmadı ya da şiirden kopmadı ki şiir okurunun azlığı kaygılandırsın bizi. Her zaman az olan şiir okuru, belki birazcık daha azalır ya da çoğalır. Ancak uygarlığımızı olduğu gibi şiirimizi de geleceğe taşıyacak olan o bir avuç “azınlık.” Hani Necatigil, “işimize bakalım” der ya biz sadece iyi şiir yazmaya çalışalım. Birkaç okurumuz olur elbet... Kaldı ki olmasa ne gam, biz kendimize konuşmayı öğrendikten sonra; yazmadan yapamadığımıza göre... “BİZ SADECE İYİ ŞİİR YAZMAYA ÇALIŞALIM” Şiirinizi besleyen ve şiir dünyanızı oluşturan kaynakları bilmek isterim. Örneğin müzikten besleniyor musunuz ve hangi müziklerden? Aynı şeyi resim için de sorabilirim. İlgi alanınızda olan ressamlar vardır mutlaka. Keşke sorunuz kadar kolayca söyleyebilsem... İnsanların yoksunlukları, bu yoksunluklar içinde tıkanıp kalan arzuları, zorba bir güçle yaralanmış adalet duyguları, her akşam eşiklerde koygun acılara dönen sabah sevinçleri, eşitlikle menevişli gelecek tasarımları; çoğaltmak mümkün, sanıyorum şiirimin de benim de ana kaynaklarımız, ana rahmimiz bunlar; bunların kılcal damarlar gibi tüm gövdemize yayılmış binlerce ayrıntısı, yaşantı parçası; içimden hayatın tüm görkemiyle akıp gittiği bin kollu ırmaklar... Müziksiz olur mu hiç... Fena sayılmayacak bir müzik arşivim olduğunu söyleyebilirim. Özellikle etnomüzik ve halk müziği büyük tutkum. Ancak resim konusunda zayıfım... Ustalardan sizi etkileyen şairler kim? Kendi kuşağınız içinde kendinize yakın bulduğunuz şairler var mı? Ya dünya şiirinde ilgi alanınız içinde olan şairler? Siz benden isimler bekliyorsunuz ama bu son derece sıkıntılı bir durum. Yine de Yunus Emre’den Hafız’a, Binbir Gece Masalları’ndan Decameron Hikâyeleri’ne, Cervantes’ten Laurence Sterne’e, Nasreddin Hoca’dan Nâzım’a, Kısası Enbiya Hikâyeleri’nden Hasan Ali Toptaş’a, Kafka’dan Şolohof’a o kadar çok öğretmenim var ki... Elbette baştan sona, son yüz yıllık şiirimiz. Sait Faik’ten Ethem Baran’a, Vüs’at O. Bener’den Faruk Duman’a, İkinci Yeni’nin bütün şairlerinden Metin AltıokBehçet AysanAhmet Erhan’a; ismini saymadığım bütün şairedebiyatçı yoldaşlarımdan özür dileyerek o kadar çok ki hayat bilgisi öğretmenlerim... Harf harf borcum var hepsine. İnternetin şiire yararı ya da zararı var mıdır? Şiir ve internet hakkında düşünceleriniz ne? Yanlışın doğrudan kat kat hızlı yayıldığı bir tuhaf dünya. Sonuçta bir iletişim alanı ama öyle berbat kullanılıyor ki giderek herkesin kör ve sağır bir tekrara döndüğü bir iletişimsizliğe varıp kilitleniyor. Bütün teknik cihazlar, olanaklar gibi iyi kullanılabilirse bizi iyiliğe, kötü kullanılırsa kötülüğe götüren bir zamane çaresizliği... Eğer bir ülkenin şiirini kuran yapıtaşı şairlerinin kitapları, hiç olmazsa yılda birkaç baskı yapıyorsa internet de bir şiir alanı olarak kabul edilebilir. Yoksa bugünkü haliyle herkesin her şairden birkaç dizeyi paylaşarak şiiri bildiği, yanılsamanın iyi şiirin sonsuz hakikatini ipotek altında tuttuğu kötü bir panayır yeri olarak kalacak. İnternet ortamı, takipçilerini kitaba, dahası iyi kitaba götürdüğü gün, benim açımdan bir değer kazanacak. n Pervane/ Şükrü Erbaş/ Kırmızı Kedi Yayınları/ 76 s. K İ T A P S A Y I 1 3 2 2 S A Y F A 8 n 1 8 H A Z İ R A N 2 0 1 5 C U M H U R İ Y E T