Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Gökçe Bezirgan’dan “Hasta Öyküler” ve “Kulağa Kaçan” ‘Kitabım, yarayı kapaktan göstermeye başlıyor’ “Hasta Öyküler ve Kulağakaçan”, Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülü kazanan Gökçe Bezirgan’ın, ilk çalışmasıyla yeni öykülerini bir araya getiren bir edisyon. Bezirgan’la bu iki kitabın bağını, kendi edebiyat anlayışını ve dergilerle olan ilişkisini konuştuk. r Onat ÖZLÜ lk öykü dosyanız Hasta Öyküler’le Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülü’nü kazanmıştınız. Geçen üç yıl hayatınızda edebiyata dair neler oldu? Kulağakaçan’ın, Hasta Öyküler’den farkı ne? Varlık Yayınları’nın Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülü’nü aldığımda edebiyat ortamlarında henüz adı duyulmamış bir yazardım. Üniversite döneminde İzmir’de bir dönem çıkarılan Ünlem dergisinde bir öyküm yayınlanmış, sonrasında iş hayatı ve koşullar derken yazı ile ilişkim neredeyse yok denecek hale gelmişti. 2010’da çalıştığım kurumdan ayrılıp bir süre yurtdışında yaşamamla birlikte yeniden kendime, içime bakabildim. Baktım ki yazı aslında içimde bir yerlerde kalmış, orada bekliyor. Yeniden okumaya ağırlık verdim ve yeni öyküler ardı ardına çıkmaya başladı. Türkiye’ye döndüğümde Jale Sancak’la tanıştım ve Galapera’da atölyeye katıldım. Atölye boyunca yazmaya devam ettim, üniversite döneminde yazdığım öyküleri de elden geçirdim. Sonrasında Hasta Öyküler oluştu ve ardından ödül geldi. Ödül, büyük bir mutluluk tabii ki ama büyük bir sorumluluk da barındırıyor içinde. Ödülün hemen ertesinde bir süre yazamadım açıkçası. “Ne yazsam da daha iyi olsa” kaygısı yaşadım. Ama sonra bildiğim gibi yazmaya karar verdim. Farklı bir şeyler peşinde koşmanın beni kısıtladığını fark ettim çünkü. Bu sebeple S A Y F A 4 n 1 8 da öykü karakterlerinin hayattan aldığı yaralar benzer özellikte. İz bırakan türden. Bir şekilde kapamaya çalışsan da, dikiş atsan da izi kalan... Ayfer Tunç’la Karanlıkta Kelimeler kitabında, Ayfer Tunç’un söylediği bir cümle var. “Edebiyat görmek isteyene yarasını gösterir.” Belki de Hasta Öyküler ve Kulağakaçan, yarasını görmek isteyene kapaktan başlıyor göstermeye... “OKUMADAN YAZMAK MÜMKÜN DEĞİL” Kulağakaçan bölümünün ilk öyküsü “Balık Fırtınası.” Bu ad bana hemen Sait Faik Abasıyanık’ı çağrıştırdı. Kimleri okursunuz, kimlerden etkilenirsiniz, neler size ilham kaynağı olur? Ben de birçok yazar gibi okumadan yazmanın mümkün olmadığı görüşündeyim. Hayatımın bazı dönemlerinde okumalarımın kesintiye uğradığı zamanlar oldu. Yine zaman zaman da bazı koşullardan kaynaklı yeterince okuyamadığım olabiliyor. Bu dönemler insanı yazıdan uzaklaştırıyor. Çünkü okumak öncelikle farklı teknikleri keşfetmek, kendi tekniğini bulmak için gerekliyken yazarı besleyen önemli unsurlardan biri. Fakat sadece okumak da yeterli olmuyor. Ben sık sık içime bakarım. İçimdeki ufak bir his bir öykü yaratabilir. Sonra hayatı gözlemlerim, sokaktaki insandan hatta mevsimlerden etkilenirim. Mesela Hasta Öyküler’de yer alan “Fırtına Kuşu” öyküsünü yazdığım dönem gerçekten İstanbul’da kar kış kıyametti. Fakat hiçbir zaman birebir gerçekliği yazamıyorum. Sadece gerçeklikten etkileniyorum. Zaten doğrudan bir anlatım yöntemi de kuramıyorum öykülerimde. Bu eğer ilham ise benim öncelikli ilhamım hayat. Okuduğum yazarlara gelince, Türk Edebiyatı’nı okumayı seviyorum. Tabii ki yabancı yazarlardan da sevdiklerim var. İlk aklıma gelen John Fowles, Milan Kundera, Sartre, Stefan Zweig, Kafka, Albert Camus. Ama Türk Edebiyatı’nın daha sıkı bir takipçisiyim. Mutlaka atladığım isimler olacaktır fakat Bilge Karasu, Leyla Erbil, Sevim Burak, Tezer Özlü, Hasan Ali Toptaş, Ayfer Tunç, Latife Tekin, Sema Kaygusuz, Mine Söğüt kendimi daha yakın hissettiğim yazarlardan. Türk Edebiyatı’nın vazgeçilmezleri; Yaşar Kemal, Sabahattin Ali, Oğuz Atay ve Vedat Türkali’yi saymadan edemem. Cemil Kavukçu, Faruk Duman, Ahmet Büke, Barış Bıçakçı, Ferit Edgü, Füruzan, Tomris Uyar ve Mehmet Zaman Saçlıoğlu da severek okuduklarım arasında. Yeni kuşak öykücülerden ise Bora Abdo, Berna Durmaz, Pelin Buzluk, Birgül Oğuz, Ayşegül Çelik, Hande Gündüz ve Yalçın Tosun’u kendi seslerini oluşturmaları bakımından başarılı buluyorum. Burada adını sayamadığım ama okuduğum yeni kuşak yazarlar da var elbette. Elimden geldiğince hepsini takip etmeye çalışıyorum. İlgi çekici konular seçmenizin yanı sıra farklı, özgün bir diliniz de var. Biçim ve üslup tercihlerinizi nasıl yapıyorsunuz, bunlar üzerinde ne tür çalışma yöntemleri seçiyorsunuz? Aslında her öykü yazarken kendi biçimini buluyor. Ama özellikle denemeyi istediğim biçimler de oluyor. Öykünün ruhuna uygun olacağını düşündüğüm biçim ve teknikleri denemeyi seviyorum. Günlük, mektup ya da sadece diyaloglardan oluşan öyküler gibi. Bazı öyküler de bunu istiyor zaten. Hislerimi de dikkate alarak öykü ve biçimini birleştirmeye çalışıyorum. n İ Hasta Öyküler ile Kulağakaçan birbirinden çok da bağımsız değil. Yine kendi bildiğim dilde, kaderin bir şekilde adil davranmadığı, doğuştan eşit yaratılmayan, kendini ifade edemeyen insanlar var Kulağakaçan’da. Yine zaman zaman kapalılığa kaçan öyküler mevcut. Fakat bu, bir tercih. Her öykünün herkes tarafından aynı şekilde anlaşılmak zorunda olmadığını düşünürüm. Tüm bu sebeplerle Hasta Öyküler ile Kulağakaçan’ın bir kan bağı var diyebiliriz. Elbette farklı zamanlarda, farklı okuma ve beslenmelerle oluştular. Hatta Kulağakaçan, hayatımın da pek çok yönden farklılaştığı bir dönemde ortaya çıktı. Ama yine de kardeşler. İki kitabınızın tek bir kitap olarak basılması okuyucular açısından çok güzel olmuş. Fakat niçin böyle bir karar verdiğinizi merak edenler olabilir. Hasta Öyküler, Varlık Yayınları tarafından Kasım 2012’de çıkarıldı. Yani 2012 sonu gibi. Geçen iki buçuk yılda iki baskı yaptık. Ancak adedi az olan baskılardı bunlar. Hasta Öyküler’in yeterince okura ulaşmadığını düşünüyordum. İletişim Yayınları’ndan Levent Cantek’e Kulağakaçan dosyasını ulaştırdığımda, beraberinde Hasta Öyküler’i göndererek onu da yeniden bastırmak isteğimden bahsettim. Levent Cantek, her iki dosyayı beraber değerlendirmeyi teklif etti. Ben de olumlu baktım. Çünkü Hasta Öyküler bu kez İletişim Yayınları’ndan çıkarak hem yeniden okurla buluşacak hem de ikinci kitap Kulağakaçan yayınlanacaktı. Üstelik aralarındaki bahsettiğim bu kardeşlik bağı da bu iki kitabın bir arada değerlendirilmesini mümkün kılıyordu. Kışkırtıcı bir kapağı var Hasta Öyküler ve Kulağakaçan’ın. Bu kapağın metinle nasıl bir bağı var? Hasta Öyküler ve Kulağakaçan iki kitabın birleşimi bir kitap. Bu sebepten kapağın, iki kitabı da kapsayabilecek nitelikte olması gerekliydi. Kapak, İletişim Yayınları’nın önerisi ve deneyimi ile ortaya çıktı ve her iki kitabın ortak derdini aktaran bir kapak oldu. Kapaktaki görselde, dikilmiş bir yara var. Her iki kitabın “EDEBİYAT DÜNYASINDA DERGİLER HEP VAR OLMALI” Bu geçen sürede öykülerinizi ara ara edebiyat dergilerinde gördük. Nasıl bu dergilerle ilişkiniz, bir yazar ve okuyucu olarak? Açıkçası dergilerle ilişkimin belirli dergilerle kısıtlı olduğunu düşünüyorum. Hasta Öyküler sonrasında bu üç yıl içinde, Dünya’nın Öyküsü, Varlık, İzafi ve Sarnıç dergilerinde öykülerim yayınlandı. Ancak bu dergiler bir şekilde ulaşabildiğim dergilerdi. Bazı dergiler var ki ulaşılamıyor. Nedenini bilmiyorum; belki politikalarından, belki de gerçekten tarz uyuşmazlığından kaynaklı bir ulaşamama durumu bu. Ancak sık sık takip etmeye çalışıyorum tabii ki edebiyat dergilerini. Edebiyat dünyasında dergilerin her zaman var olması gerektiğine inanıyorum. H A Z İ R A N 2 0 1 5 Gökçe Bezirgan’ın ilginç konular seçmesinin yanı sıra öykülerinin de özgün bir dili var. Hasta Öyküler ve Kulağakaçan/ Gökçe Bezirgan/ İletişim Yayınları/140 s. K İ T A P S A Y I 1322 C U M H U R İ Y E T