05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Y eçen haftaki Yeryüzü Kitaplığı’nda, bir zamanlar sansüre uğrayan on iki ünlü kitabın başına gelenleri aktarmaya başlamış; The Culture Trip (Kültür Yolculuğu) adlı internet sitesinin verdiği listeden ilk altı kitabın (“Lady Chatterley’nin Sevgilisi”, “Cesur Yeni Dünya”, “Yengeç Dönencesi”, “Şeytan Ayetleri”, “Lolita” ve “Ulysses”) yasaklanma serüvenlerini yazmıştım. Bu hafta da 12’lik listenin ikinci altısına bakalım. eryüzü Kitaplığı CELÂL ÜSTER [email protected] G Yirminci yüzyılda sansüre uğrayan on iki ünlü kitap: II Sansür cephesinde yeni bir şey yok yayımlanabilecekti. “Hayvan Çiftliği”, yalnızca Stalin’in totaliter yönetimine değil, Batı kapitalizmine de keskin yergiler yöneltmesine karşın, yayımlanır yayımlanmaz, Sovyetler Birliği’nde yasaklandı. Bu yasak günümüzde Küba ve Kuzey Kore’de sürüyor. Kenya’da da yasaklanmasının ardında ise, Orwell’in yozlaşma ve rüşvetçiliği ağır biçimde eleştirmesi yatıyor olsa gerek. “Hayvan Çiftliği”ne getirilen en “ilginç” yasak, kültürel ve yönetsel yapısına İslamiyet’in damga vurduğu Birleşik Arap Emirlikleri’nde. Kitabın bu ülkenin okullarında okutulması yasak. Neden mi? Malum, İslamiyet’te domuz etinin yenmesi haram; kitapta ise “konuşan domuzlar”dan geçilmiyor!.. ÇAVDAR TARLASINDA ÇOCUKLAR J. D. Salinger’ın ABD’de 1951’de yayımlanan “The Catcher in the Rye”ı, bizde 1967’de Adnan Benk’in Fransızcadan çevirdiği “Gönülçelen” adıyla ünlenmiş; otuz yıl sonra da Coşkun Yerli tarafından İngilizce aslından “Çavdar Tarlasında Çocuklar” adıyla kazandırılmıştı dilimize. Sonradan dünyadan elini eteğini çeken Salinger’ın tek romanı olmasıyla da “kült kitaplar” arasına giren “Çavdar Tarlasında Çocuklar”da, ergenlik çağındaki duyarlı ve isyankâr Holden Caulfield, kendine özgü diliyle, yetişkinlerin “düzmece” dünyasından kaçışını ve bir psikiyatrın koltuğunda son bulan gerçek ve masumluk arayışını anlatır. Salinger’ın yapıtının ABD’deki okullarda ilginç bir ünü var: Hem en çok yasaklanan hem de en çok okutulan kitap. Bu romanı “ahlak dışı” ve “açık saçık” bulan tutucular, ABD’deki cinayetler ve intiharlardan “komünist” düşüncelerin yayılmasına kadar pek çok “şer”in altında bu kitabın yattığını ileri sürdüler. Kitabı savunanlar ise ergenlik çağındaki gençlerin bunalım ve düşkırıklarını benzersiz M A Y I S 2 0 1 5 iki karakterin geceyi birlikte geçirdiğine ilişkin bir ima dışında, tek bir erotik sahnenin bile bulunmadığı kitabın müstehcen olmadığı, eşcinsellik tartışmasının da müstehcen sayılamayacağı biçiminde karar verdi. İngiliz mahkemesinin yapıtın yayınına koyduğu yasak ise ancak Hall’un 1943’teki ölümünden sonra kaldırılacaktı. AMERİKAN SAPIĞI Bret Easton Ellis’in “Amerikan Sapığı” adlı romanı 1991’de yayımlandığında, birçok ülkede yasaklandı, pek çok ülkede de on sekiz yaşın altındakiler için sakıncalı bulunarak poşete sokuldu. Ellis, ölüm tehditleri ve nefret dolu mektuplar aldı. Neden? Çünkü romanın Manhattanlı genç ve zengin bir yatırım bankacısı olan kahramanı Patrick Bateman, sayfalar boyunca, kurbanlarının gözlerini çıkararak, memelerini keserek, kafalarına çivi çakarak işlediği cinayetleri ayrıntılarıyla anlatıyordu. Oysa 1980’lerin sonlarındaki Wall Street patlaması günlerinde Manhattan’da geçen roman, bazı eleştirmenlere göre, “kapitalizmin sığ ve kötücül yanlarına yöneltilmiş keskin bir eleştiri”ydi. Kitaptaki karakterlerin gözü maddi kazançtan başka bir şey görmüyordu. Bir “meta”, hatta bir “et parçası” olarak gördüğü her şeyi, dahası insanları da “tüketen” Bateman, tüketici kültürünün yarattığı bir canavarın edebiyattaki parodisinden başka bir şey değildi. Kadınlara uygulanan şiddet yüzünden Ellis’in romanının yayımlanmasına karşı çıkan feminist aktivist Gloria Steinem’in, kitabın 2000 yılında çekilen beyazperde uyarlamasında Bateman’ı canlandıran Christian Bale’in üveyannesi olması ise, ironik bir rastlantıydı… DÜŞGÜCÜYLE SEVİŞTİLER İki haftadır Yeryüzü Kitaplığı’nda sözünü ettiğim, sansürün eline düşmüş bütün bu kitapların yasaklanma nedenleri arasında “ahlak”ın, tutucuların elindeki otoriteye dayalı ahlakın baş sıraya yerleştiğini gördükçe, ABD’li gazeteci ve yazar George Jean Nathan’ın bir sözü düşüyor aklıma: “Sanatta ahlaktan söz etmek, sevişmede yasama meclisinden söz etmek gibi bir şeydir. Sanat, düşgücünün sevişmesidir…” Demek, tüm bu yapıtların “suç”u, düşgücüyle sevişmek… Burada gündeme getirdiğim sansür öykülerinin hepsi de geçen yüzyıldan; ama on beş yılını ardımızda bıraktığımız yirmi birinci yüzyılda da sansür cephesinde de, edebiyat cephesinde de yeni bir şey yok! Sansür “kuzgunu aklayıp güvercini kovalamayı”, edebiyat da “düşgücüyle sevişmeyi” sürdürüyor!.. n K İ T A P S A Y I 1 3 1 8 bir anlatımla dile getiren bir roman olduğunu… GAZAP ÜZÜMLERİ John Steinbeck’in, Büyük Bunalım yıllarında geçen, göçmen tarım işçilerinin acımasız, insanlıktan uzak yaşam koşullarını anlattığı “Gazap Üzümleri” (1939) adlı romanı, o denli gerçekçiydi ki, yoksul Joad ailesinin Oklahoma Dust Bowl’dan California’ya göç ettiği bölgenin mahkemesi kitabı yasaklamaktan başka bir çare bulamamıştı. Sonradan “Gazap Üzümleri” Pulitzer Ödülü’nü kazanacak, Steinbeck de 1962’de Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer görülecekti. YALNIZLIK KUYUSU Hall Radclyffe’in 1928’de yayımlanan “Yalnızlık Kuyusu” adlı romanı lezbiyenliği konu aldığı için İngiltere’de “skandal yaratarak” bir süre yasaklanmıştı. Radclyffe, bu yapıtında, genç bir kızla kendisinden daha büyük bir kadın arasındaki ilişkiyi ayrıntılı biçimde ele alıyordu. Romanda anlatılan tutkulu ve içten aşk öyküsü, zamanın tutucu İngiliz okurunca lanetlendi ve kitap hakkında dava açıldı. Yargıca bakılırsa, kitap değerli ve ölçülü olmasına karşın, “nezih insanlar”dan yalnızca lezbiyenliği tanımalarını değil, lezbiyenliğin bir kusur olmadığını anlamalarını da istiyordu. Sonuçta, mahkeme, “müstehcen yayın” olduğu gerekçesiyle kitabın tüm nüshalarının yok edilmesine karar verdi. Virginia Woolf, E. M. Forster, T. S. Eliot gibi ünlü yazarların karşı çıkmalarına karşın, “Yalnızlık Kuyusu”na karşı yürütülen bu kampanya İngiltere’nin edebiyat tarihinde homofobik bir leke olarak kalacaktı. Daha sonra bir ABD mahkemesi, BATI CEPHESİNDE YENİ BİR ŞEY YOK Erich Maria Remarque’ın 1929’da yayımlanan “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” adlı romanı, siperler dışında bir geçmişi ya da geleceği yokmuş gibi görünen askerlerin günlük yaşamını anlatıyordu. Kitabın, dönemin gündelik konuşmalarındaki sıradan bir ifadeyi aktaran adı, savaşta her gün yaşanan dehşeti sıradan bir olaymış gibi yansıtan soğukkanlı ve özlü anlatımıyla uyum içindeydi. Remarque’ın romanı, yerleşik değerlere kayıtsız kalışıyla, zamanın milliyetçilik edebiyatından tümüyle ayrılıyordu. Nazilerin 1933’te meydanlarda yaktıkları kitaplar arasında, Kafka’nın, Thomas Mann’ın, Albert Einstein’ın yapıtlarının yanı sıra savaşı hepsinden daha dolaysız bir biçimde eleştiren “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” da vardı. Nasyonal Sosyalistler, savaşın gerçek ürkünçlüklerini bu denli inandırıcı bir anlatımla gözler önüne seren kitaba “kayıtsız kalamamışlar”, sansür ateşinde yakmaktan başka bir çare bulamamışlardı. HAYVAN ÇİFTLİĞİ George Orwell’in “Hayvan Çiftliği” adlı romanı, daha yayımlanmadan “sansüre uğrayan” kitaplardan. Orwell’in 1943’te tamamladığı roman, hem sağdaki hem de soldaki yayınevlerince, Stalin yönetimindeki Sovyetler Birliği’ne karşı ağır bir yergi olduğu gerekçesiyle geri çevrilmişti. Kitabı İngiltere ile SSCB arasındaki savaş ittifakı yüzünden sakıncalı bulan yayınevleri “Hayvan Çiftliği”ni yayımlamaya yanaşmamışlardı. Kitap İngiltere’de ancak savaşın bitiminden üç ay sonra, 1945 Ağustosu’nda S A Y F A 6 n 2 1 C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle