05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

tarafından da okunduğumuzu sık sık unutuyoruz. Bir cümlenin altını çizerken birdenbire okunaklı bir varlığa dönüştüğümüzü gözden kaçırıyoruz. Yazının okurla paydaş olduğu şey, karşılık okunuyor olmalarıdır. Roman kahramanı, başka bir roman kahramanına konuşurken bile, bir yanıyla okura yöneliktir. Kendini okura dinletiyordur. Tanış çıkacağı birine... Edebiyatın bu oyunbaz yanını hala hayretle karşılıyorum. Deniz kenarında geçen, yüzeyden derine doğru bir dolaşım var. Özellikle diyaloglardan güç almışsın… İstedim ki bu kez en yüzeyden derine gidelim. En yüzeydeki dünya telaşının kenarından tutup birer birer çözülelim. Romandaki karakterlerin kendini koyvermesi biraz da bundandır. Ortalık sidik kokmaya başlar, düzen dağılır, suçlu aranır, söyleşmelerin şakulü kaymaya başlar. Meseleyi halletmek için değil, bu kez geri dönüşsüz bir biçimde kaybetmek üzere konuşurlar. “Bir diyalog olduğumuzdan beri, insan göksel bir varlığa dönüştü” der Hölderlin. Gökselleşince ister ister istemez kendi dibine temas edersin. Göklerdeki dibine. O yüzden bu romandaki konuşmalar, iki lafın belini kıralım türünden sohbetlere pek benzemiyor, her birinden kan sızıyor. Simin, Eda ve Nihan. Bu üç kadını düşündüğümde en sessizi Nihan dahil bir şekilde “güçlü” olduğunu düşündüm. Sen bu üç kadını nasıl tanımlarsın hikâyeleri üzerinden… Romandaki karakterleri tek tek anlatmayayım. Okurla kitap arasındaki mahrem ilişkiye girmeyelim. Ben bu romanı, ta çocukluğumdan beri zihnimde o kadar çok yazdım ki onun hakkında konuşmaya mecalim kalmadı. Önünden arkasından dolanarak kendi doğal yaşamına müdahil olmak istemiyorum. Hele bu kitabın ebeveyni olmak hiç istemiyorum. Birini lanetlesin, birini büyülesin, birini itsin, birinin başına bela olsun ama beni çağırmasın yanına. Ayrıca, bir kitabı kim nasıl anlam verir, nasıl okursa kendisiyle ilgili bir sorumluluk alır bence. Ne de olsa, dışımızdaki bir nesne hakkında düşünürken nihayetinde hep kendimizle ilgili söyleriz. Bütün okumalar kişiseldir. En nesnel yargılar, soğuk ve uzak bakışlardan değil, tersine alabildiğine öznel, merak ve hayret dolu sıcak ilgiden doğar. Kitaplar okurla dudak dudağa konuşur zaten. Zihinsel olduğu kadar tensel bir tesiri vardır. Romanlar, hikâyeler, şiirler zihnimizde özel alana dönüşür. Seyrettiğimiz resmi ister istemez betime, dinlediğimiz müziği zamanın içinde bir işarete dönüştürürüz. Sözgelimi Bach’ın Goldberg Varyasyonları alıştığım bir içlenmenin her seferinde özlenmesine sebep olur. Ama kitap öyle değildir. Her okumada değişir, eksilir ya da katmanlanır, kütüphanedeki öbür kitaplara göre içerik kazanır. O yüzden Barbarın Kahkahası’ndaki temalar, olay örgüleri ya da karakterler üstüne fazla söz tüketmek istemiyorum. Aksine seyretmek istiyorum. Simin’in reçeteleri bir yere değecek mi? Eda’nın erotizm söylemi nasıl alımlanacak, çok merak ediyorum. Kuran’dan vazgeçen Alikar Cebrail’ine C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I kavuşacak mı? Selçuk’un kadın korkusu teselli bulacak mı? Avla avcı arasındaki farklı cepheler fark edilecek mi? Tümüyle teslim ettim kendimi. “HEPİMİZ SUSUYORUZ” “Birinin bu olayı adamakıllı yazması gerek” diyor Eda ve ekliyor: Bu meseleye kenardan bakabilecek bir anlatıcı lazım. Bundan yola çıkarak sana sormak istiyorum; sen kendini kenardan bakan bir anlatıcı olarak görüyor musun? Moteldeki anlatıcı benim elbette. Ama kimin yerinden yazdığımı okuyucuya bırakayım. Sadece olayların tanığı değildim yazarken. Bu romanı toynaklı hayvan yerimle yazdım. İlk kez denizin tuzunu tattığında yeni bir evren yaratan çocuk yanımla, yaşlılık halimle, ölümlü etimin ürküntüsüyle yazdım. O koyda av olan keçinin yerine sızlandım. Öte yandan başkalarının yerine de yazdım. Gerçek hayatta karşılaşmaya bile katlanamadığım, katiyen canlılığın değerini bilmeyen insanların yerine. Bundan başka bir güncellik de bilmiyorum doğrusu. Dolayısıyla romandaki kişiler bir topluluğun simgesi değil. Hiç kimse kendinden ibaret değil çünkü. Hatta hiçbirimiz sandığımız insanlar da değiliz. Kişi ne kadar kendini kurgularsa kurgulasın, gerçekte kendini şaşırttığı anlarda açığa çıkar. Okuduğumuz metin iç sese dönüştüğünde mesela, kendimizle ilgili yeni bir şey duyarız. Ufuk “Yazar birdenbire çok eski bir serüvene uyanmalı. Kendisinin de harcandığı bir serüven gibi düşün. Dertle meşgul olması gerek. Kendisiyle değil” diyor. Bu romanın yazarı Sema Kaygusuz’un meşgul olduğu dert/ler neydi? Bilincine vardığım dertlerimin hepsini bugüne değin yazdığım bütün metinlere serdim. İlginçtir ki bilincinde olmadığım bazı kişisel trajedilerimi yazdıktan sonra fark ettiğim zamanlar da oldu. Söyleşiye taşıracak bir sessizlik kaldıysa, o da sonraki metinlere taşınır umarım. Ama illa ki sustuğum bir şeyler vardır. Hepimiz susuyoruz, bakmayın. Yazmak ve okumak, suskun yanımızı duyurduğumuz bir eylem herhalde. Her kitapta katlanarak büyüyen bir suskunluktan söz ediyorum. Kitapta Esrariler bölümünde bir sahne var. Alikar elini kulaklarının üstüne koyup “Bana bakınca ne görüyorsun?” diye sorar. Gösterdiği jest, kendisinin paranteze alınmış halidir. Ben de herkes gibi bir parantezim. Paranteze bir kere girdin mi, iç anlam derinleşen bir zindana dönüşüyor. Suskunluk atıl kalıyor. Sonsuzluğu zihninde dolaştıran ölümlü ten devam ediyor. Bu ikilem eşliğinde yazının içinde dolaşıp duruyoruz. Cümlenin sonuna koyduğun nokta, zamanın içinden yaşamsal bir kesit çıkarmıyor yalnızca. Onu sonlandırıyor da. O zaman aynı hikâyenin bir daha asla yazılamayacağını idrak etmek zorunda kalıyorsun. Barbarın Kahkahası’nda kimse kurtulamayacak. Kitap “tüylerimin yönünde okşayın beni” diye başlamış olsa da öyle bir okşama yok, gayet iyi biliyorum. n [email protected] Barbarın Kahkahası/ Sema Kaygusuz/ Metis Yayınları/ 152 s. 1318 2 1 M A Y I S 2 0 1 5 n S A Y F A 2 1
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle