05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Sezer Ateş Ayvaz’dan “Küllenmiş Bir Kuşu Yakalamak” ‘İnsan bu çağda kendi öyküsünü yazar ve siler’ r Gamze AKDEMİR “Rüzgâra uygun yerleşmiş evlerde uykuların serinliği başlamış, terli bedenler soğumuş, bir iç ferahlığıyla çarşafları üzerine çekmiş kollar, toplanmış bacaklar, kurumaya yüz tutmuş nemli saçlar, uyuyorlar. Yalnızca Sabah’ın yatağı korkuların batağında (...) Binlerce kere yerle bir olan kentin yıkıntılarının üstündesin şimdi. Sana anlatacak ne çok şey var, Nilüfer, dön bak ateşin sırrına, senden önce var olanlar ve sensin orada yanan, farkında değilsin, bir yüzün annene, bir yüzün Sabah’a dönük.” (“Küllenmiş Bir Kuşu Yakalamak” adlı öyküden) ünün hangi saatlerinde yazdığınızı sorarak başlayalım söyleşimize. Gece yazar, gündüz silerim. Şaka tabii. Bazen tersi de oluyor. Bizi besleyen de öldüren de hayat! Neler okuyorsunuz? Sanat, felsefe, siyaset. Siyaseti, sadece genel iktidar mekanizmaları olarak görmüyorum tabii; gündelik hayatta işleyen iktidar ve maskeleri daha çok ilgilendiriyor beni. bir gelecek ufkundan bakmayan bir sanat olmaz gibi geliyor bana. Öykü yazmak, belleğin şimdiki zamanından düne, yarına da gidip geliyor böylece. Yolculuk insanların yolculuğu ama aynı zamanda rüzgârın, sokakların, seslerin, ay ışığının, temmuzun yolculuğu da... Şimdi zik zak günlerindeyiz, çapraz sorguların, düş kapılarının, çağrılmadan gelenlerin, son otobüse binenlerin zaman hanelerindeyiz, kaygan, belirsiz benlerin peşindeyiz, kimliklerimiz hızla eskiyor, ikircikli duygularla geçiyoruz hızla caddelerden. “NASIL YAZARSAN ÖYLE YAŞARSIN HİKÂYENİ” Öykünün anımsayışlarla göbek bağı ve o yakın irtibatı, dili nasıl bir zamana ve duyguya yönlendirir sizce? İnsan kendi öyküsünü yazar ve siler bu çağda, hikâyesini kurarken düştüğü tuzaklar, bazıları için ömür, bazıları için hem de yazı olur. Aşk gibi, tutkulu bir gelecek düşü kurmak gibi, anladığını, bildiğini, iyi yaşayıp yaşamadığını sanmak gibi. “Nasıl yazarsan öyle yaşarsın G hikâyeni” demişim! Küllenmiş Bir Kuşu Yakalamak, evet, bence hem kendisiyle yüzleşemeyen hem de zamana, ölüm pahasına yaşamın sınırlarına direnen insanlarla yazıldı. İlkin belleğimi tetikleyen o kadim kentin geceleriydi, ayışığına inanmış, yıldızlara vurgun, ölüme gururla direnen insanlarıydı. Diğerleri ise yaşadıklarım, yaşadıklarımız ve kayıplarımızdı. Geleceği kurmak için geçmişe gitmek gerekir diye düşünüyorum. Zorlu bir yolculuk olacaksa bu; evet, zordur ve ama gerçek yolculuklar böyle başlar! Geriye bakmayan bir yolculuğun adımlarının yere sağlam basamayacağına inanıyorum. Neden hatırladığımı biliyordum... Yaşarken değil... Yazarken... Şunu da söyledim kendime sık sık: Neden hatırladığımızı bilmezsek zaman unutmayı daha yararlı kılar. Belleğin var olması, hatırlaması da anlamlı, neden unuttuğu da. İnsanların neden unutmayı seçtiğine bakarsak bir tregedya kıvamında sersemletici acılar çıkar ortaya. Bırakılır, hatırlanmak istenmeyen hayat! Unutmak, gerçeğin hoyrat kollarından kurtulmak için bir vazgeçişe bırakabilir yerini, unutuş bir zoraki kurtuluşa dönüşebilir. Öyküye gelince... Bireysel tarihteki “ben”in sen olabilmesi için dilin çok katmanlı ve imgesele açık olması gerektiğini düşünüyorum şimdi. Oysa yazarken duyguların zihniyle ve çağrışımlarla yürüyor edebiyat. Hayatın geliştirdiği bir şey dil, yazma dili; sözcükler, cümleler, kurmaca, sonra bilinçle düzenleniyor. Benim benimsediğim öykü anlayışı gerçekliği dille, ayrıntı ve imgelerle sahici kılmaya çalışan ama arka planı önemseyen, çözülme anlarıyla öykünün yapısını yıkarak, anlamı mümkün olduğunca derinleştirmek isteyen bir öykülemeyi yeğliyor. “ESAS SORU, GERÇEKLİĞİN NERESİNDESİNİZ?” İç dünyanın derin denizlerinde eğilmiş, bükülmüş, çarpılmış, sıkışmış duygular ve isyan... Küllenmiş Bir Kuşu Yakalamak’taki öyküleriniz bunlar için Sezer Ateş Ayvaz, yeni öykü kitabı “Küllenmiş Bir Kuşu Yakalamak”la kolay unutan bir ülkenin belleği olmayı sürdürüyor. Kuşak çatışmaları, kadınerkek ilişkilerindeki yabancılaşma, toplumsal mücadelesinde yenilen ama geleceğe umutla bakabilen bir halk, aile kurumunun baskıcılığı, yeni öykülerinin ortak temalarından sadece bazıları. Ayvaz’la “Küllenmiş Bir Kuşu Yakalamak” kitabı ve öykücülüğüne dair bir söyleşi gerçekleştirdik. S A Y F A 1 4 n 2 1 “ŞİMDİ ZİK ZAK GÜNLERİNDEYİZ” Sizin için öykü yazmak zaman ve bellek arası nasıl bir yolculuk? Kendimize yazdığımız, hayatlarımıza yakıştırdığımız, sonra da ömür dediğimiz hikâyelerin zamanından yola çıktım bu kez. İlk bakışta ayrı gibi görünen, birbiriyle tamamlanacakken yıkılan günlerden. Evet, bellek ve şimdiki zaman gerçekleştirdi bu yolculuğu, kimi kez geriye, kimi kez ileriye koştu. Öykü kişileri “Ben kimim?” sorusunu yanıtlamaya çalışıyordu. Sağlam bir soruydu sordukları ama yanıtları değişkendi, çok değişkendi hem de. Rüzgâra göre dizilmiş evlerden başlayarak ritüelistik imgelerin ardında bıraktığı sırlarla modern toplumun caddelerine, bir türlü istediğince “özgürleşemeyen” kişilerin açmazlarına gelip dayandı. Yarasa yavrusu ve eroin içerek ölen kızla birlikte, son otobüse yetişti. Kayıpların zamanı kendi kendisini yazıyordu zaten, ötekininötekilerin kaybını ise bellek tamamladı. Evet, her şey zamandır ve zamana, M A Y I S 2 0 1 5 Fotoğraflar: Kaan SAĞANAK Ayvaz “Kitabımda bir cins güzellemesi yapıp kadınları idealize ettiğimi düşünmüyorum. İnsan, gücünü ‘zor’da öğrenir, tanır. Zoru dayatıyor bu dünya kadınlara, onlar da şu ya da bu şekilde geliştirdiği yöntemlerle baş ediyor, yaşadıklarına direniyor” diyor. C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1 3 1 8
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle