05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

bir yol gösterici gibi de okunuyor. Kuşlar boğuk çığlıklar atabilir, sevindiklerini görebiliriz yakından bakınca... Bence, kuşların da isyanı vardır, yaklaşamadığımız... Denizatlarının, kedilerin, kaplumbağaların arzuları da var. İnsanlara gelince, iç dünyalarının o derin denizi, masmavi ışıkları olan, canlı mı canlı, devasa bir dünyayla, kentlerle, bütünlenebilir. Eğilip bükülen, parçalanan, sıkışmış dünyalar bu çağın yakın insan resimleri. Yakından bakarsanız o ışıklar kör eder, kaçarsınız. Sanılanın tersine; sıkıcı, durağan bir resim değil, lirik, coşkulu, bazen de sevinçli. Dalgalara kapılıp başka denizlere ulaşmak ister. Şarkılar söyler, yeniden başlamalarla, elvedalar birbirine karışır, ölüm tasavvuru bile bir yeniden doğuşa, ben kimim sorusuna kapıyı aralar... Parçalanma süreci sıkıcı değil, aksine ışıklı ve hareketli ve hızlı. Haz ve hız ilkesi edebiyatı bile kuşatır, canlı renklere boğar. Kimse pekiştirdiği mikro iktidarı sorgulamaz, başka iktidarlara kafa tutar. Parçalandıkça parlar dünya, esas soru, siz bu gerçekliğin neresindesiniz? “ÖZGÜRLÜĞÜ, O UÇARI ÖZLEMİ ÇOKTAN UNUTTUK” Özgürlük ve değişim, yalnızlık ve onun zehrini alan arkadaşlık duygusu... Öykülerinize sarınan önemli izlekler. Özgürlük kavramını aşağılayan bir dünya var karşımızda, o uçarı özlemi çoktan unuttuk galiba, özgürlüğün yerine başka istekleri; tükettiğimizi sevme, herkesçe kabul edileni benimseyip yüceltme, kolay duyguların hızıyla kendinden memnun olma hallerini benimsedik, çoktandır. Özgürlük bir yanılsama olmanın ötesine geçemiyor bir türlü. Oysa insanoğlu bu sözcüğü bulmak, savunabilmek uğruna binlerce yıllık değişimlerden geçti. Arkadaşlıklara gelince; insan olmanın belki de salına salına yaşamanın yoldaşlığıdır, bir mercana dönüşecek denizatıyla arkadaşlık yapabilirsiniz, kumla, kediyle, insanla, kum tanelerinin çağrısına uyabilirsiniz, birdenbire alınan soluk, yaşamak olur arkadaşla. Diğer boyutlara geçmek istemiyorum şimdi... En derin hayal kırıklıklarını da arkadaşlıklarda yaşarsınız. Çocukların, çocuklukların hayatla yalın, hesapsız buluşmalarını da okuyoruz öykülerinizde. Bu bağlamda kitabınızın büyümüş ve büyümemiş çocuklarını anlatır mısınız? Büyümemiş çocuğun da biz onu küçük görürken azar azar büyüdüğünü, çok şey görüp anladığını ve yetişkinlerin sandığı kadar yalın olmadığını sanıyorum. Çocukluk bir altın çağ sayılabilir gene de... Yetişkinlere rağmen! Öykülerimdeki çocuklar da yalnız çocuklar genellikle büyüklerin anlamadığı kocaman bir dünyaları var, kendilerine sunulanlarla yetinmeyen, ev içlerindeki olmamışlıkları hisseden, pencereden dışarıya bakan gözleri var, adaletsizliklerin, büyüklerin bencilliklerinin, kof kurallarının farkındalar çoğu kez. Zarif veya hükümet gibi hisli ve güçlü kadınlar, öykülerinizin çocukları kadar önemliler... Hepsi birbirine yoldaş kılınmış, değil mi? C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I Evet, yanılmıyorsunuz, en güçsüz kadın bile iç dünyasında direnip değişmeyi, kayıplarını gururla taşımayı biliyor, bilmeyenler de sezgisel olarak karşı duruyor hayatın kısıtlarına. Burada bir cins güzellemesi yapıp kadınları idealize ettiğimi düşünmüyorum. İnsan, gücünü “zor”da öğrenir, tanır. Zoru dayatıyor bu dünya kadınlara, onlar da şu ya da bu şekilde geliştirdiği yöntemlerle baş ediyor, yaşadıklarına direniyor. Bu yöntemlerin her zaman doğru ya da geçerli Ayvaz, kendimize yazdığımız, hayatlarımıza yakıştırdığımız, sonra da ömür dediğimiz hikâyelerin zamanından yola çıktığını söylüyor. olduğunu söylemek zor, hem gerçeğe denk düşen hem de karşı çıkan yanları önemsenmeli. Başka türlü tutunamayacakları bir dünya var önlerinde; kötü, adaletsiz, haksız bir dünya! “DUVARLAR, DUVARLARIN ARDINDAKİLER HEP VAR” Yaşamı yok eden totalitere, cuntaya direniş... Son olarak duvarlar ve duvarların ardıyla düş birliğini anlatır mısınız kitabınızın? Duvarlar, duvarların ardındakiler hep var. 1980’lerde; 12 Eylül’de “içeridekiler” derdik onlara ama dışarıdakiler, içeride bırakmak zorunda olduklarının bilincindeydi. Hapishanede olanların varlığıyla aslında kendilerinin de içeride yaşadığının bilincindeydi. İçerisi ve dışarısı bir aradaydıs kısacası. Evet o günlerin öykülerini de yazdım. Hapishanede olma gerçeği, içeridekinin izini kaybetme acıları, ironik aramabulamama durumları da var kitapta. O günlerin duygularıyla oluştu bazı öykülerin gövdeleri ama sadece 12 Eylül dönemini anlattıklarını sanmıyorum. Umudunu yitirmek zorunda kalan bir toplumun “Mutlu Mağazası” levhası gibi rüzgârda başıboş sallanışı ve bugünü de var... Yoksa o alacalı, mucizevi barbunya tanesini fırlatmazdım çocuğun avuçlarına. O çocuk büyümüştür belki, o günlerin acılarını yaşayan bir kuşağın çocukları büyümüştür çoktan. Onların anne babaları ne denli susmak zorunda kalırsa kalsın, bir barbunya tanesini sıkıştırmıştır çocuklarının avuçlarına, çok şiir dizesi, öyküler saklanmıştır o avuçlarda, bugüne, geleceğe kalan! Buna inanıyorum. İnanmak istiyorum belki de... Yoksa... n [email protected] Küllenmiş Bir Kuşu Yakalamak/ Sezer Ateş Ayvaz/ Aylak Adam Yayınları/ 160 s. 1318 2 1 M A Y I S 2 0 1 5 n S A Y F A 1 5
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle