03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ONUR YAZARI yıllarda genel bir üniversite sınavı yoktu. Hangi fakülteye girmek istiyorsanız, onun sınavından geçmeniz gerekiyordu. Ankara’da siyasal bilgiler okumak istiyordum. Fakat babamın bir vasiyeti hayatımı etkilemiştir; “devlet memuru olma.” Babam bir devlet memuruydu. Devlet Demiryolları’ndaki kariyerine müfettiş olarak başladı, müfettiş olarak emekli oldu ve kısa süre sonra da vefat etti. Diplomat olmak istediğimi söylediğimde de “diplomasi her açıdan çok daha iyi bir meslek ama ne de olsa memurluk. Doktor, mühendis, mimar ol ya da işadamı ol ama memur olma” demişti. Onu dinledim ve kendime en yakın gördüğüm mimarlığı seçtim. Çünkü yazı çizide hep çok iyi olagelmiştim. Devlet Güzel Sanatlar Akademisi (Mimar Sinan Üniversitesi) Yüksek Mimarlık Bölümü’ne girdiğimde yıl 1957’ydi. Okul beş yıldı ve sonrasında bir yıl Paris’te okumuştum. 1957’de girdiğim okuldan 1964’te çıktığımda ise fiilen yedi yıl okudum ve nitekim de hemen İstanbul Belediyesi’nde ve İmar ve Planlama Müdürlüğü’nde iki buçuk yıl şehirci mimar olarak çalıştım. Onun da İstanbul ilgime ve sevgime büyük bir katkısı oldu. Tüm bunlar olurken sinemaya verilen bir ara yok. Asla, aklım fikrim sinemadaydı. Rüyalarıma bile giriyordu. Sinema defterlerimi genişleterek tutmaya da devam ediyordum. “İLK YAZILARIM CUMHURİYET’TE YAYIMLANDI” Hayatınızın Cumhuriyet gazetesi sayfasını açtınız derken. Mezun olduktan iki yıl kadar sonrasına denk gelir. Cumhuriyet’te o yıllarda bir arkadaşım, Ural Birand, (Mehmet Ali Birand’ın da yeğeni) yazıyordu. Bizim eve de hep Cumhuriyet gazetesi girerdi. Fakat bir ara o dönemdeki deyişle eylül ayında sezon başladığında birkaç ay süreyle yazıları çıkmamaya başladı. Sordum soruşturdum, bir burs kazanmış ve Brüksel’e gitmiş. Bunu bir fırsat saydım. O hafta hiç unutmam bir İsveç yapımı “Bir Aşk Gecesi” ve bir de Sean Connery ile Gina Lollobrigida’nın başrolde oynadıkları “Esrarengiz Dilber” adlı filmleri izledim. O yıllarda aldığım daktilomda bu iki film üzerine yazdım ve Cumhuriyet gazetesine gittim. Önce Ecvet Güresin’in yanına çıktım, o beni Yazıişleri Müdürü Erol Dallı’ya yolladı. Erol Dallı, dosyamı inceledi ve herhalde beğendi ki “Biz bunları sanırım kullanırız, size de haber veririz” dedi. Bana haber verilmedi ama cumartesi günü Cumhuriyet’i aldığımda yazılarım tek bir düzeltmenin dışında olduğu gibi yayımlandığı gördüm. Yazı diliniz kabul görüyor daha ilk kertede. Hiç sahte bir tevazuya kapılmadan söyleyebilirim ki, gazeteciliğe başladığı anda dile en hâkim olanlardan biri de herhalde bendim. Çok okumuştum çünkü. Kimleri ve hangi yapıtları okudunuz daha çok? Küçük yaştan beri ömrüm okuS A Y F A 6 n 6 sının Amerikalı şefleri Jimmy Dorsey, Tommy Dorsey’den geliyordu. Yani bana “Sen Türk değil Amerikalısın” diyorlardı. Aşırı milliyetçi değilim ama Türkiye’yi ve Türk olan her şeyi, İstanbul’u, Anadolu’su, doğusu, batısı, dili, türküsü, edebiyatı, sanatıyla her zaman çok sevdim. Dışarıda yaşama fırsatlarım oldu ama hep bu kente ve bu ülkeye dönmeyi yeğledim. Neymiş? Türk filmleri yazmıyormuşum! Ve iyi yanıltınız onları. Sanıyorum (gülerek). “NADİR NADİ İLE YILMAZ GÜNEY’İ İZLEDİK!” Yılmaz Güney’in filmiyle başlıyorsunuz Türk filmlerini yazmaya. Onu anlatır mısınız? 1970’te Yılmaz Güney’in o harika “Umut” filmini hep beraber izledik. Sinematek’in o yıllarda Mis Sokak’ta bulunan küçük gösteri salonunda filmin özel bir gösterimi yapıldı. Cumhuriyet’ten simalar da geldi, Nadir Nadi bile vardı. Nadir Bey’le “Umut”u izliyoruz, düşünebilir musun? Gösterimin sonunda yazıişleri müdürü ne derse desin “ben bu filmi yazacağım” dedim ve güzel bir eleştiri yazdım. Alıp hemen yazıişlerine götürdüm daha doğrusu sayfa sorumlularına teslim ettim ve benim “Umut” filmi eleştirimi çarşaf gibi yayımladılar. O tarihten itibaren Türk filmlerini de yazmaya başladım. Başlayış o başlayış... Filmleri ve yönetmenleriyle biraz daha magazin yanıyla Türk sinemasına adeta daldım. 70’lerde yazdığınız kitaplar “Umut” filmine de atıfla “Sinemamızın Umut Yılları” olarak kitaplaşmıştı. Evet, 80’ler “12 Eylül Yılları ve Sinemamız”, 90’dan 2015’e kadar orada bir rötar oldu “Sinemamızda Çöküş ve Rönesans” adıyla kitaplaştı. 20052010 arası da “Sinemamızda Değişim Rüzgarları” adıyla kitaplaştırdım. Ayrıca 20102015 arasını da ayrı bir kitap yapmayı planlıyorum. Cumhuriyet’te 27 yıl yazdınız. Evet, sürekli. Söyleşi için ziyaret ettiğimiz Ulus’taki evinin her köşesi başta sinema olmak üzere aldığı ödüller, yazdığı ve okuduğu kitaplar, hatırı sayılır bir arşive ulaşmış CD ve DVD’leri ve aralıksız aldığı çalışma notlarıyla dolu olan yazar, bir Atilla Dorsay Müzesi kurmak gibi bir projesi olduğunu da söyledi. makla geçti. Her türde roman okudum. Daha gençken Abdullah Ziya Kozanoğlu’nun tarihi romanlarını, Arsen Lüpen’in Fransızcadan Selami İzzet Sedes’in çevirdiği polisiye romanlarını, yine Fransız edebiyatının Fantoma’lar serisini okumuştum. Sonraki yıllarda bütün Agatha Christie külliyatını okudum ki Fransızcasından üstelik, hâlâ durur o kitaplarım. Le Marsk E La Plüm diye bir seri vardı, Paris’te yaşadığım bir buçuk yıl zarfında onları edinmiştim, Agatha Christie’nin işte tüm Miss Marple ve Hercule Poirot serüvenleri... Ufak ufak bizim edebiyatımıza da giriyor, yazarlarımızı takip ediyordum. Reşat Nuri Güntekin çok genç yaşta okuduğum yazarlardan biriydi. Ahmet Hamdi Tanpınar, Halide Edip Adıvar, Refik Halit Karay başta olmak üzere ciddi edebiyat okumalarına başladım. Karay’ın o olağanüstü Türkçesiyle kaleme aldığı “Nilgün” adlı romanı evimize giren gazetelerden Hürriyet’te de tefrika olarak çıkmıştı. Biz aylar, yıllar boyu Türk Prensesi Nilgün’ün Türkiye’deki ve Hindistan’daki serüvenlerini okuduk. “TÜRK FİLMLERİ YAZMADIĞIM İÇİN BANA ‘DORSEY’ DEDİLER” Cumhuriyet’e yazılar nasıl devam etti? İlgiyle karşılandı yazılarım. Fakat ilk yıllarda şöyle bir ayrım vardı: Gerçekten bir ağabey gibi çok sevdiğim, mesleğe benden çok daha önce başlamış, sinema yazarı, arşivcisi, belgecisi Turhan Gürkan, Türk filmlerini, ben de yabancı filmleri yazıyordum. Zımni bir anlaşma vardı aramızda. Pratikte öyle başladı, öyle gitti. Yazılarım ilgiyle okunuyordu ama Türk filmlerine değinmiyordum. Tabii 1960’ların sonları da Türk sinemasının gayet iyi bir dönemiydi ve yerli sinemacılar bana kızdılar bu yüzden. “Dorsey” olayı değil mi? Size “Atilla Dorsey” denilmesi... Beni çok üzmüştür. Dorsey, savaş yıllarında ünlü olan iki caz orkestra “Küçük yaştan beri ömrüm okumakla geçti. Her türde roman okudum. Daha gençken Abdullah Ziya Kozanoğlu’nun tarihi romanlarını, Arsen Lüpen’in Fransızcadan Selami İzzet Sedes’in çevirdiği polisiye romanlarını, yine Fransız edebiyatının Fantomalar serisini okumuştum. Sonraki yıllarda bütün Agatha Christie külliyatını okudum ki Fransızcasından üstelik, hâlâ durur o kitaplarım. ” 2 0 1 4 C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1290 K A S I M
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle