Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ama gebermeyeceğim”, diye yazar. 5 Eylül 1914’te Villeroy yakınlarında alnına gelen kurşunla yaşamını yitirir. Asker Peguy’nin ardından en etkileyici yazıyı cephede yolu kesişen bir başka yazar Maurice Barres’in kaleminden okuruz. On dört ciltlik Birinci Dünya Savaşı Güncesi (Chronique de la Grande Guerre 19201924) başlığıyla savaş yazılarını yayımladığı yapıtında yayımlanan “Charles Peguy Onur Cephesinde Öldü” başlıklı yazı savaş şehidi değerli bir ozanı selamlamaktadır. REFAHTAN SAVAŞA Geçmek bilmeyen, süre uzadıkça yayılan ve derinleşen bir çatışma ortamıdır 1914’ün yaz ayları. Oysa Avrupa eşi benzeri görülmemiş bir refah, atılım, ilerleme dönemine henüz girmiştir. La Belle Epoque diye de anılan bu “Güzel Çağ”, ticaretin, mali piyasaların, endüstri sektörlerinin gelişmesiyle canlanan Avrupa toplumsal yaşamında o zamana değin yaşanmamış bir bolluk ve rahatlık dönemidir. Bu ivmenin etkilediği kültürel devinimi de unutmamak gerekir: Evrensel Sergiler (expositions universelles), Nobel Ödülü, Olimpiyatlar bu ilerleme coşkusunun uzantısıdır. Bununla birlikte 191213 Balkan Savaşları, Afrika ve Avrupa’da sürmekte olan bazı savaşlarla eski Avrupa imparatorluklarının iktidar mücadeleleri bu refah ortamının gerisinde bir gerilim alanı yaratmayı sürdürüyordu. 1914 savaşı öncesinde Fransa ve İngiltere gibi eski ulus devletlerin yanına yeni devletler katıldı, Almanya ve İtalya gibi. Öte yandan, Rusya, Avusturya Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları da bu büyük kıtanın merkez ve doğusunda ağırlıklarını koruyordu. Çatışma ve gerilimin sürekli tehdidi altındaki bu coğrafya 1914 Ağustos’undan başlayarak o döneme değin yaşanmış en kanlı kıyımın sahnesi oldu. Aslında herkes şiddetli bir savaş bekliyordu ancak süresinin bu denli uzayacağı kimsenin aklına gelmediği gibi, daha ilk mücadelelerle başlayan sertlik her türlü öngörüyü geçersiz kıldı. Gerçekten de “Eski Dünya” Ağustos 1914’ten başlayarak tarih olacaktı. Fransa’da genel seferberlik 12 Mart 1914’te ilan edildi. 22 Ağustos gecesi 27.000 askerini kaybeder Fransa, o zamana değin yaşanan en büyük şoktur. Kurbanlara “Fransa için öldüler” diyen bir unvan verilir. Geriye yaslı aileler kalır. EDEBİYAT VE SAVAŞ Edebiyat cephesinde, insanın insan olarak algıladıkları ve bunlar üzerine kurduğu söylemler, bizlere sunulan aritmetiği, sayıları, tarihleri, resmi C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I belgeleri ve daha nice kayıt öğesini bir yana iterek, insan gerçeğini anlatmayı sürdürdükçe dönüp dönüp okuyacağımız savaş anlatılarının her biri, her okumada bilincimizden can acıtan sorular yükseltecek; çünkü ne sayılar, ne adlar, ne tarihler, yüreğe değmedikçe hiçbir oluş anlam taşımıyor. 1913 yılında Guillaume Apollinaire’in Alcools, Blaise Cendrars’ın La Prose du Transsibérien, Proust’un Swann’ların Tarafı’ı, Thomas Mann’ın Venedik’te Ölüm, James Joyce’un Dublinliler gibi modern yapıtlarıyla yeni bir çağı selamlayan edebiyat dünyasının dolu dizgin gidişi Ağustos 1914’te ilan edilen seferberlikle durdu. Yeni yazınsal arayışların sarhoşluğunda çoğu yazar yaz tatillerini bırakıp kente, ailelerinin yanına döndü, kimi askere alındı, kimi gönüllü olarak cephelere katıldı. Savaş sırasında umudu, umutsuzluğu, barışa özlemi, savaş kıyımlarına isyanı anlatacak yeni bir edebiyat bu tarihsel dönemeçte ortaya çıktı. Bireyin savaşa ilişkin deneyimleri merkezdeydi artık. O dönemin en çok satan romanı 250.000 tirajla Henri Barbusse’ün Le Feu/Ateş adlı romanıdır. Goncourt ödülüne layık görülen yazarın 1916 Aralık ayında yayımlanan ve otobiyografik nitelikli bu yapıtı Birinci Dünya Savaşı’nı anlatan ilk romanlardan biridir. Türün klasikleri arasında savaş sırasında cephede görev alan yazar Maurice Genevoix’nın “AğustosEkim 1914” alt başlığını taşıyan ve Dünya Savaşının en kanlı cephelerinden olan Verdun’de tanıklık ettiklerini kaleme aldığı Sous Verdun/ Verdun’de ile Femina ödülüne layık görülen yine savaş deneyimlerini kaleme alan Roland Dorgeles’in Croix de Bois/Tahta Haçlar’ını da anmak gerekir. Romain Rolland’ın Audessus de la Mêlée/Karmaşanın Üzerinde’si 1915 Nobel Edebiyat Ödülünü’ne layık görülmesinde önemli bir rol oynayacaktır. Carnets/Defterler’inde André Gide 15 Kasım 1914’te “Bu savaşın bir benzeri yok, olmayacak da, ufukta doğmak isteyen bir gelecek var, kocaman bir gelecek ve ayakları kanlar içinde” diye yazar. Savaşın başlıca türlerinden olan günce, günlük, anılar yazarların öncelikli olarak cephede, ardından savaş sırasında bulundukları yerde yaşadıkları gerçekleri anlatır. Saldırılar, bombalar arasında, siyasal gelişmeler ve savaş üzerine düşüncelerle örülmüş metinler çağın tanıklığını sunar. Bu yazılara, katlanılması güç bir deneyimle başa çıkma çabası eşlik etmiştir çoğunlukla. Ernst Jünger’in, Henri Barbusse’ün, Roland Dorgeles’in defterleri böyle bir çabayı örnekler. 1288 2 3 E K İ M 2 0 1 4 n S A Y F A 1 9