Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
O kuduğum Kitaplar METİN CELÂL Ölü Reşat Aslı Tohumcu’nun “Ölü Reşat”ının (Eylül 2014, Doğan Kitap) anahtar cümlesi “Birilerinin sırasını çalmış ayol bu! İflah olmaz hiç”. Romanın çocukluğuna yoğunlaşarak yaşamöyküsü anlatılan kahramanı Adnan doğum sırasında Reşat’ın sırasını çalmıştır. “Sırası çalınan ve ne bu dünyaya ne de diğer dünyaya ait olan sadece istediği gözlere görünen Reşat, daha ilk günden başlayarak Adnan’ı ortadan kaldırmak için akla hayale gelmeyecek kazalar tertip eder. Elbette Azrail Efendimizden de fikir ve yardım alarak.” Bazı okurlar bu sayfanın adına uygun olarak okuduğum kitaplardan söz ederken kitapların konularını anlatmamdan hoşlanmıyor, hatta kızıyor ve bu kızgınlıklarını da sözle ya da mesajlarla bana da bildiriyorlar. Hatta sevgili dostum Bahadır Baruter yazılarımdan dolayı beni kutlar gibi yaparken o müthiş espri gücü ile sözlerine en ağır eleştiriyi de gizlemiş, yazılarımı okumayı çok sevdiğini çünkü sadece kitap hakkındaki nihai yargımı belirttiğim son iki – üç cümleyi okumasının yettiğini söylemişti. “Ölü Reşat”ın arka kapağında romanın konusunun neredeyse tamamının özetlendiğini görünce aklıma bu eleştiriler geldi. Evet, bazı romanlar, öyküler sadece konusu için okunabilir. Ama anlatı geleneğinin binlerce yıldır sürdüğünü ve anlatılabilecek konuların 40’tan fazla olmadığını düşünürsek bu bakış açısıyla “yeni” hiçbir kitabı okumamamız gerekir. Zira anlatılabilecek her şey efsanelerde, masallarda ve tabii mitolojide zaten anlatılmıştır. Onlarla yetinebiliriz. Oysa o bildik konunun nasıl anlatıldığına bakar ve yeni anlatımların, anlatıcıların izini sürersek o kırk konunun binlerce farklı biçimde anlatılabildiğini görüp edebiyatın gücüne hayran kalırız. Aslı Tohumcu “Ölü Reşat”ta babasının yaşam öyküsünü anlatıyor. Hem de açık açık yer, zaman ve mekân bildirerek. Bursa’nın Kiremitçi Mahallesi’nde mütedeyyin bir ailenin çocuğu olarak doğmuş, büyüye, nazara inanan, yaşadıklarını işe cinleri perileri katarak yorumlayan bir ailenin çocuğu Adnan. Sıradan bir esnaf ya da Varlık ve Piçlik Hakan Akdoğan “Varlık ve Piçlik”te kendini yok etmeye adamış bir adamın ikizlerinin doğduğu gün nezarethanede başlayıp intihara varan öyküsünü anlatıyor. Aslı Tohumcu ise “Ölü Reşat”ta babasının yaşam hikâyesine değiniyor. Hem de açık açık yer, zaman ve mekân bildirerek. erman kendi derdine derman olamayacak bir ruh haliyle yaşayan, bu ruh halini kendini “doğuştan piç” olarak tanımlayarak ve bir piç gibi davranmaya çalışarak aşmaya çalışan bir adam. “Piç” sözlük anlamıyla “Anası ve babası arasında evlilik bağı olmadan dünyaya gelen çocuk” olarak tanımlansa da ikinci anlamı “terbiyesiz, arsız çocuk”tur (bkz. TDK Türkçe Sözlük, 7. Baskı). Derman sözlükteki bu ikinci anlama uygun bir karakter çizmeye çalışıyor. Ama takındığı “piç” karakterinin arkasında birinci anlamın da etkisi büyük. Onu “piç” gibi davranmaya çocuklukta yaşadıkları, özellikle babasıyla ilişkisinin travmatik sonuçları nedeniyle oluşan ve bir türlü derman bulamadığı yaralar yöneltmiş. Derman’ın ömrü hayal mi gerçek mi olduğunu bilemediğimiz sevgilisi Peri’yi evde beklemekle ve kendisi gibi insanlarla buluştuğu Kaplan Bar arasında geçiyor. Arada da gece yarısı radyo programları yapıp başka dertlilere derman oluyor. Hakan Akdoğan, romanına mekân olarak İstanbul’u seçmiş ama net İstanbul manzarası oluşturmamış. Bildiğimiz caddelerde, sokaklarda dolaşmıyor kahramanı. Derman bana nedense Bursa’da yaşıyormuş gibi geldi. İstanbul’a göre daha dar, olasılıkların daha az olduğunu, Derman’ın kendini daha kıstırılmış hissedeceğini düşündüğümden olsa gerek. Romanın adı doğrudan JeanPaul Sartre’ın başyapıtı sayılan Varoluşçuluğun temel metinlerinden “Varlık ve Hiçlik”e gönderme yapıyor. Sartre “Varlık ve Hiçlik”te insanın özgür olmaya “mahkum” edildiğini anlatır. Derman da kitabın arka kapağında belirtildiği gibi “Kayıtsız bir yabancılaşmadan mustarip”tir. Ama o hiç’liği piç’likle örtüp “ruhsal tükenmişliği” aşmaya çalışır. Çünkü o Camus’nün “Yabancı”sı değil, günümüz toplumunda kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan bir kaybeden’dir. Romanın adında böylesine doğrudan bir gönderme olmasına rağmen adı anılan tüketim malzemelerinin ilk dikkati çekeni Jean Paul Gaultier parfümüdür. Derman bu kokuyu iyi tanıdığı için çocuklarının doğduğu gece düştüğü nezarette zamanını bu bilgi sayesinde rahat ve keyifli geçirir. Bu nezarethane bölümünden Derman’ın istese yaptığı piçliklerle yaşamını sıkıntı çekmeden geS A Y F A 12 n 23 D çirebileceğini görürüz. Ne de olsa yaşadığı topraklar böyle piçlikleri hoş görmek bir yana taktirle de karşılar. Ama bunu başarabilmesi için Derman’ın çocukluktan gelen ve gittikçe büyüyüp derinleşen yaralarını iyileştirmesi gerekir, aksine o yaralarını deşip derinleştirmiştir. Hakan Akdoğan sadece kitabın adında edebi felsefi eserlere gönderme yapmakla kalmıyor, romanda doğrudan ya da dolaylı olarak birçok gönderme var. Bunların en dikkati çekeni Derman’ın sürekli gittiği Kaplan Bar’ın ve sahibinin William Blake’i ve ünlü şiiri “Kaplan! Kaplan!”ı anımsatması. Ama benim en hoşuma giden gönderme (ya da selamlama) eline boş bir tepsi alıp müziğe tempo tutan Turhan Ağabey ve en iyi arkadaşı Deniz Ağabey’e yaptığı (s. 106). Romanlar yalan söyler deyip Turhan Ağabey’e uzun bir ömür diliyorum. Hakan Akdoğan’ın “Varlık ve Piçlik”i (Ekim 2014, Aylak Adam Yay.) kısa, çok kısa bölümlerle gelişen akıcı bir roman. Yüzeysel okuma ile bir kaybeden romanı daha diye değerlendirebilirsiniz ama Derman’ın satır aralarına gizlenen acısına ve yapılan göndermelere dikkat ederseniz tüketim toplumunun bizi kendini tüketme toplumu olmaya yönelttiği bir çağda günümüz insanın varoluşunun sorgulandığı bir roman okuduğunuzu da fark edebilirsiniz. EKİM 2014 ailenin büyükleri gibi hafız olabilecekken bu zeki ve eşek şakası yapmayı çok seven çocuk bin bir badireye ve başına gelen talihsizliğe rağmen okuyor, inşaat mühendisi oluyor, dünyanın çeşitli ülkelerinde mesleğini sürdürüyor. Biri romanı kaleme alan olmak üzere iyi evlatlar yetiştiriyor. Aslı Tohumcu yeni romanında babasının yaşamöyküsünü anlatacağını söylese belki de yayıncısına hiç ilginç gelmezdi. Ama romanın metnini yollayıp editörlerce okunduktan sonra yayıncısı ile görüşse karşılaşacağı heyecanı abartılı bile bulabilirdi. Elbette bir anlatıda konu çok önemlidir ama onu biçimle desteklemezseniz, daha doğrusu bütünlemezseniz eksik kalır. Hemen her gün onlarca anlatının yayımlandığı günümüz edebiyat dünyasında kaybolup gider. “Ölü Reşat” yine romanın arka kapağında belirtildiği gibi “yer yer fantastik öğelerle yüklü, mizahi yönü ağır basan” bir roman. Aslı Tohumcu kitaba adını veren “Ölü Reşat”ın Adnan’ın canını almak için yarattığı olaylarla romana önemli bir merak unsuru katmış. Hemen her sayfayı bakalım bu kez Adnan canını nasıl kurtaracak diye okuyorsunuz. Fantastik yan da mizah da zaten bu Adnan’la Azrail’i arasındaki kovalamacada öne çıkıyor. Anlatımın masalsılığı da bu havaya büyük katkıda bulunuyor. Bir türe sokmak istersek “fantastik gerçekçi” ya da “büyülü gerçekçi” diyebiliriz Aslı Tohumcu’nun anlatımına. Aslı Tohumcu büyülü gerçekçiliğin büyük ustaları gibi masalın tadını bozmadan anlatının içine acı gerçeği yerleştirmiş. 40’lı yıllardan başlayarak Adnan’ın yaşadıkları ve Bursa özelinde Türkiye’nin geçirdiği değişimi anlatmış. Bir mütedeyyin nasıl modernleşir onu da izliyoruz roman boyunca. İyi bir arşiv çalışması yapmış. Nasıl ayrıntılara inerek arşivi araştırdığını da Adnan’ın kupür koleksiyonundan örnekler vererek okura da göstermeden edememiş. Bence bunu yapmasa daha iyi olurmuş. Tabii bazı cümlelerin özne ile fiil arasına giren onlarca sözcükle çetrefilleştiğini, ilk okumada bu cümleleri anlamanın mümkün olmadığını belirtmeliyim. Baruter gibi yazılarımın son cümlelerini okuyanlar için de söyle söyleyeyim; “Ölü Reşat” konusuyla, anlatımıyla, akıcı diliyle, temposuyla keyifle, merakla okunan, edebiyat tadı alınan bir roman. n Fotoğraf: Kerem ERYAVUZ C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1288