Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Ne olursa olsun savaşın içinde yer alan insana, eyleme ve insan yazgısına bir övgüdür savaş romanları, insanın yaşam ve ölümle söylensel (mitik) bağını yeniden dokur. Satır aralarında ise savaşın ideolojilerini, mantığını, söylem retoriğini taşır. Değişen dönemlerle birlikte alımlama edimine her zaman açık duran anlam katmanlarıyla gerçekçi edebiyatın ayrıcalıklı bir türüdür. Ernst Jünger’den Jean Giono’ya, Rudyard Kipling’den Kate Mansfield’e, Sigfried Sassoon’dan Ernest Hemingway’e nice yazarın kaleminden çıkmış savaş anlatılarını yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinde bir daha okumak, edebiyatın yaşama her an farklı bir şeyler katabildiğini anımsamak için de yeterli bir fırsat olabilir. r Prof. Nedret ÖZTOKAT* Birinci Dünya Savaşı’nın 100. yılı Eski dünyaya veda 914 Ağustos’unun yalnızca Avrupa ülkelerini değil, dünyayı derinden etkileyecek büyük bir travmanın, felsefeci yazar Alain’in “mekanik katliam” diye adlandırdığı korkunç bir kıyım ve ardından gelen değişimin sert adımlarının kendini duyurduğu sıcak bir yaz olarak tarih sayfalarına yerleşmesinin yüzüncü yılında Avrupa bir dizi etkinlikle bizi savaşı yeniden okumaya çağırıyor. Bugünlerde Paris’e yolu düşenleri, FrançoisMitterrand Milli Kütüphanesi’nde ağırlayan önemli serginin “Yaz 14 Eski Dünyanın Son Günleri” başlığını taşıması, Avrupa’nın siyasal ve insanlık tarihini kökten etkileyecek Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıç aşamasının siyasal, toplumsal ve öznel bilinçlerde nasıl algılandığını sunması bakımından derin bir anlam taşıyor. Ardından savaşın sivil ve asker dünyasında kalan izlerinin tanıklığına çağırıyor izleyenleri. 2 Ağustos 1914’te Berlin, Viyana ve Paris’te başlatılan seferberliklerin, ilkin basit bir siyasal çatışmayı çözecek gibi duran, ancak çok geçmeden, yirminci yüzyıla damgasını vuracak bir Dünya Savaşı’nın ilk adımları olduğunu kavrayan Avrupa’nın başına gelen bu tarihsel ve insansal depremin ilk günlerini, 28 Haziran 1914’te Avusturya Macaristan S A Y F A 1 8 n 2 3 1 tahtının veliahtı FrançoisFerdinand’ın Sırp kökenli genç milliyetçi Gavrilo Princip tarafından Saraybosna’da öldürülmesiyle başlayan gerginliğin 23 Temmuz’da Avusturya’nın Sırbistan’a verdiği ültimatomun ardından Avrupa devletlerinin birer birer aktör olarak sahneye çıkışıyla gelişen tüm siyasal çalkantılarıyla 1914 yazını, yalnızca resmi kayıtlarla değil, bu büyük kırılmaya kurban gitmiş nice insanın erken tamamlanmış kişisel tarihlerinden süzülen tanıklıklarla anlatan sergi ve bu dönemi anlatan onlarca yayın bir süredir, bizlere insanlığın değişmez yazgısı savaşın bireylerde yaşamış yüzünü hatırlatmakta. Yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinde, giderek önlenemez biçimde belki de önlenmesi arzulanmayan biçimde bilenen öfke ve gelişen savaş teknolojileriyle kurban verme ve alma biçimlerini sürekli sorguladığımız savaş ve savaşın galipleri konusunu bir kez daha düşünmemizi istiyor yüz yıl öncesinden gelen bu tanıklıklar. Bir kez daha, savaş yıkımlarından bıkmayışımızı, trajedileri bir türlü bitiremeyişimizi düşündürüyor. 1914 YAZI’NDAN KALANLAR Paris Milli Kütüphane’de sergilenen en etkileyici belgeler, cephelerden ailelere ulaşmış ve ulaşamamış gencecik el yazılarıyla dehşetin kıskacında, ölümün gözlerinin içine bakarak askerlerin E K İ M 2 0 1 4 yüreklerinden geleni anlatan mektuplar; evlatları cephelerde yiten ailelere devletin yolladığı resmi yazılar; ülkenin her bölgesinden göreve çağrılan gençler kadar, at ve katırların da seferberliğe alınacağını bildiren resmi duyurular; aydınların “Guerre à la Guerre” /Savaşa Karşı Savaş” başlıklı barış bildirgeleri ve son olarak birebir tanıklık ettikleri karanlık günlerde, duygu ve gözlemlerini defterlerine aktarmış yazarların, bilim adamlarının notları. 1914’te 47 yaşında bir doktor olan Marie Curie çocuklarıyla yaz tatiline gitmek üzereyken tren garından hastaneye geri dönme kararı alıyor örneğin, gidişattan endişe duyarak hastanede kendisine ihtiyaç duyulabileceği düşüncesiyle. 1914’te 35 yaşında olan Albert Einstein “Ya savaşa karşısınız ya da savaşın yanında, diye yazmış, ben savaşta yer almayacağım bu görüşümü de beni tanıyan herkesle sonuna kadar paylaşacağım” diyor kararlılıkla. Savaş patladığında İsviçre’de bulunan 48 yaşındaki yazar Romain Rolland Avrupa’nın hararetli bir biçimde cepheleşmesinden duyduğu umutsuzluğu “Almanya Lüksemburg’u istila etti, Belçika’ya ültimatom verdi. İtalya tarafsızlığını ilan ediyor. Hicap duyuyorum. Ölsem daha iyi. Bu aklını yitirmiş insanlığın ortasında yaşamak ve uygarlığın iflas edişini izlemek korkunç. Avrupa’daki bu savaş yüzyıllardır tarihin gördüğü en büyük felaket, kardeşçe insanlığa duyduğumuz inancın çökmesi. En kötüsü de, ilerleme diye bir şeyin olmadığını ve geriye gidişi hissetmek” diye yazıyor 34 Ağustos tarihli Cenevre gazetesinde . 33 yaşındaki Stefan Zweig ise Ostende yakınlarında tatildeyken Avusturya’nın Sırbistan’a savaş ilan etmesinin ardından Viyana’ya dönmeye karar verir. Belçika’dan son trenle ayrılırken sınırın savaş cephesine dönüşmüş olduğunu gözlemler: “Gar asker kaynıyor, bekleme salonlarına kimseyi sokmuyorlar… Hiç kuşku yok, korkunç bir şey harekete geçmiş, insan haklarını ilgilendiren tüm ilkeleri Belçika istila ediyor. Ürpertiyle trene bindim ve Avusturya’ya doğru yola çıktım. Artık en ufak kuşkum yoktu, ben de savaşın içindeydim” diye yazar sonradan Dünün Dünyası’nda yayımlanacağı üzere. John Ronald Tolkien 24 yaşındadır savaş başladığında, Joseph Conrad 57 yaşında, Thomas Mann 39. Her biri kendi açısından yaşananları kaleme alır. Avrupa’ya egemen olan bu yoğun hareketten esinlenen Mann’ın coşkulu selamını da unutmamak gerekir. 19 yaşında gönüllü olarak askere katılan, daha sonra komutanlık yapan Ernst Jünger ise Savaş Günlüğü’nde “Askerler savaşa gidiyor, çocuklar soruyor, nedir savaş?” diye yazar. Yine sergilenen belgeler arasında, el yazısından savaşa ilişkin düşüncelerini okuduğumuz Fransız şiirinin ustalarından Charles Peguy cepheden karısına yazdığı bir mektupta “Belki öleceğim, K İ T A P S A Y I 1288 C U M H U R İ Y E T