23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

VİTRİNDEKİLER ¥ Son Oyun/ Ahmet Altan/ Everest Yayınları/ 408 s. “Daha orada, o anda onun en tehlikeli yanının, istediği anda şefkat uyandırabilmesi olduğunu anlamıştım. Tanrı, hep aynı emri verdi, ‘Şehvetten sakının’ bu emre uyamadık, çelişkilerden hoşlanan Tanrı kendi emriyle bile çatışacak kadar güçlü bir şehvet duygusu vermişti hepimize, bu zavallı kullarından o görkemli yaratıcılığının ürünü olan şehvetle dövüşmesini istemişti, kim Tanrı’nın yarattıklarıyla baş edebilir ki, hiçbirimiz edemedik, en masumlarımız bile rüyalarında günaha bulaştı, emre uyamadık ama şehvete karşı dikkatli olmayı, şehvetle boğuşmayı, onu bastırmak için uğraşmayı, ondan kaçmaya çalışmayı öğrendik, yenilsek de zayıf bir kalkanımız, ince bir zırhımız oldu. Şefkat öyle değildi. Tanrı şehvetin yolunu kapatırken şefkatin yolunu sonuna kadar açmıştı, kimse şefkatin yolunda yürürken tedirgin olmaz, kuşku duymaz, kaçması gerektiğini düşünmezdi. Yüzündeki gizli gülümsemesinden anlaşıldığı gibi o bunu içgüdüleriyle sezmiş, Tanrı’nın yasakladığı topraklara girmek için Tanrı’nın şefkatini bir ‘Truva Atı’ gibi kullanmayı öğrenmişti, her erkek kapılarını açıp o atı gönül rahatlığıyla içeri alıyordu. Tanrı’nın söylemeye vakit bulamadığını söylemek bana düşecekti, ‘Güzel kadınların uyandırdığı şefkatten korkun.” Ahmet Altan Son Oyun’la kitapseverlerin karşısında. Yargıtatör/ Mustafa Balbay/ Cumhuriyet Kitapları/ 128 s. Mustafa Balbay, Silivri zindanında yazdığı yedinci kitap olan Yargıtatör’le yeniden okurla buluşuyor. Balbay, Silivri hukukundan esinlenerek kaleme aldığı bu tiyatro için şöyle diyor: “Gerek benim tanık olduğum Ergenekon davasında, gerekse Balyoz, Odatv, KCK başta olmak üzere benzer kurguya sahip davalarda yaşananlardan esinlenerek bir oyun yazmaya soyundum. Bu yargılamalardaki hukuksuzluklar alt alta yazıldığında liste dört haneli rakamlara ulaşıyordu. Bütün bunları iki perdelik bir oyunun boyutlarına sığdırmak elbette olanaksızdı. Üstelik hukuksuzluğun pek çok boyutu vardı. Her şeyi anlatmaya girişmek zaten karmaşık görünen konuyu daha dağınık hale getirebilirdi. Oyunu okuyan, izleyen tüm sağduyulu kesimlerin üzerinde birleşeceğini umduğum bir anafikir etrafında gerçek olaylardan esinlenerek bu işe giriştim. Oyunda yer alan sahne, onlarca benzerinden harmanlanarak kaleme alındı. Oyun, toplumun hukuksuzlukları görmesinde, adalet arayışına katılmasında küçük de olsa bir rol alırsa kendimi özgür hissedeceğim.” Radetzky Marşı/ Joseph Roth/ Çeviren: Ahmet Arpad/ Can Yayınları/ 410 s. Radetzky Marşı, AvusturyaMacaristan İmparatorluğu’nun çöküşünü öyküler. 1859 Solferino Meydan Savaşı’nda Slovenyalı genç bir teğmen, İmparator I. Franz Joseph’in hayatını kurtarır. Köylü atalarının geleneklerine veda ederek büyük Tuna monarşisinin ayrıcalıklılar sınıfına katılan Trotta ailesinin öyküsü de işte böyle başlar. XIX. yüzyılın sonu, Habsburg hanedanının tarihte son defa parladığı dönemdir: İmparator güçlü, bünyesinde çok sayıda halkı barındıran imparatorluk büyüktür. Oysa bu görkemli tablonun ardında bir yalanlar silsilesi gizlidir ve son çok yakındır. Joseph SAYFA 36 ? 18 NİSAN 2013 Roth, tıpkı Zweig gibi yirminci yüzyıl girerken yıldızı sönen ve sonsuza dek yok olan bir medeniyeti, bir coğrafi ve siyasi kimliği temsil eder. 1932’de tamamladığı Radetzky Marşı, yalnızca yazarının değil, Avrupa edebiyatının da başyapıtlarından biridir. Kader çizgileri Radetzky Marşı’nda birleşen Trottaların ve Habsburg monarşisinin bu öyküsü, eski Avrupa’ya ve değerlerine hüzünlü bir vedadır her şeyden önce. Şantiyede Olay Var/ Firuzan Baytop/ YEM Yayın/ 104 s. Firuzan Baytop, elli yılı aşkın bir süreye yayılan uluslararası şantiye deneyimlerinden süzülen ders alınacak sıra dışı öyküleri okuyucuya aktarmayı hedefliyor. Bir şantiyede çalışmaya başladıkları andan itibaren mimarların, mühendislerin, teknisyenlerin başlarına neler gelir? Ne gibi sorunlarla, olaylarla karşılaşabilirler? Bunları önceden kestirmenin elbette olanağı yok. Ancak kitap, öğretici ve akılda kalıcı kimi deneyimleri aktardığından, bu yönüyle, şantiyede çalışmaya başlayan kişiler için vazgeçilmez bir rehber olma niteliği taşıyor. Bin Yüz Bir Giz/ M. Sadık Aslankara/ Can Yayınları/ 204 s. Bin Yüz Bir Giz, Salihli’nin idealist belediye başkanı Zarif Bey’in sanata yönelik bir düşüyle başlıyor; Zarif Bey, göreve gelir gelmez, Salihli’ye bir tiyatro kazandırmak istediğini açıklıyor. Amacı, çağdaş ve sanatla iç içe bir Salihli yaratmak; Anadolu’da da çağdaş tiyatro yapılabileceğini göstermek, halkın sanatla, sanatçıyla buluşmasını sağlamak... Gelin görün ki, idealler her zaman aynı iyi niyetlerle karşılanmıyor bu toplumda... Nitekim en başta kendi partilileri müstehzi bakıyor ona. Bin Yüz Bir Giz, bir kasaba parodisi; belediye görevlileri, küçük esnaf, devlet kurumlarına yerleşmiş ufuksuz fakat hırslı kişiler, sanattan alabildiğine uzak kasaba halkı, gençler, ev hanımları... Aslankara, tüm bu kalabalığı gözlemlediği romanıyla zaman zaman güldüren ama sonunda okuru ciddi sorularla ve tabii hüzünle baş başa bırakan bir oyun koyuyor sahneye. Yalos/ Semra Aktunç/ Yapı Kredi Yayınları/ 86 s. Başkalarının Fotoğrafı ve Öyküler Unutmaz ile adını duyuran Semra Aktunç, yeni öykülerini Yalos’ta bir araya getiriyor. “Yalos” (driftwood), akarsularla denizlere ulaşıp dalgalarla kıyılara vuran odun parçalarına deniyor... Aktunç’un, doğanın ve zamanın yarattığı bu ağaçtan heykellerin adını kitabına koyması boşuna değil: Kaybolmaya yüz tutmuş incelikler Yalos’ta öyküleşiyor. Adaları Seven Adam/ D.H. Lawrence/ Çeviren: Ayşe Nihal Akbulut, Celâl Üster/ Notos Kitap/ 126 s. Joseph Conrad’ın Zafer adlı romanının kahramanı Axel Heyst, “Bu adalara vurgunum ben!” der. D.H. Lawrence’ın Adaları Seven Adam adlı uzun öyküsü de “Adaları seven bir adam vardı” diye bir masal gibi başlar. Çevresine yabancılaşmış modern insanın, mutluluğu kaçışta aramasını dile getiren Lawrence, Axel Heyst’i başka bir düzeyde yeniden anlatır sanki. “Hiç kimsenin bir ada olmadığını“, bir kaçış ütopyasının çağdaş yaşamın insan bilincinde yarattığı bunalımlara çözüm getiremeyeceğini bir daha gösterir Lawrence. Bu bakımdan amacı, eninde sonunda Conrad’ınkiyle birleşir. Lawrence’ın kahramanı da herkesten uzaklaşmak, bir adaya, yalnız kendisinin olacak bir adaya, kendi dünyasına kapanmak ister. Bu özlemi gerçekleşir. Asi Şehirler/ David Harvey/ Çeviren: Ayşe Deniz Temiz/ Metis Yayınları/ 234 s. ABD’de 2001’den beri şişirilmekte olan gayrimenkul ve ona bağlı finans sektöründe 2008’de iktisadi bir kriz patlak verdi ve kısa sürede tüm Avrupa’yı girdabına aldı. Krizin nedenlerini çözmeye çalıştığımız sırada, spekülatif sermayenin sözcüleri kendi içine kapalı bir jargonu tedavüle sokuyor, meselenin bizlere izah edilemeyecek kadar karmaşık olduğunu göstermeye çalışıyorlardı. Sorunun ne olduğu açıklığa kavuşmasa da, maddiyatın çarpmasını doğrudan yaşamlarında hisseden kitlelerin, oturduğu eve haciz konan, işinden çıkarılan, kemer sıkma politikaları ve özelleştirmeler sonucunda kamu hizmetlerinden mahrum edilen kitlelerin sokağa inmesi uzun sürmedi. Asi Şehirler, neoliberal iktisat tarafından kurgulanan kriz anlatısı ile krizin kendi üzerlerinden telafi edildiği kitlelerin konumu arasındaki makasın giderek açıldığı bu zaman kesitini tahlil ediyor. Daha Bilmediğiniz Neler Var!/ Doğan Yurdakul/ Kırmızı Kedi Yayınları/ 264 s. “Biz tutuklandığımızda, ‘Onlar gazeteci değil, terörist. Henüz açıklayamayacağımız, daha sizin bilmediğiniz neler var’ dediler. Bu sözlere sarılan iktidar medyası bizi yargısız infazla linç etti. Kendisine ‘özgür’ diyen medya ise ‘Bekleyelim bakalım, bilmediğimiz neler varmış’ deyip sustu, aleyhimizde kamuoyu oluşmasına katkı sundu... Sonra iddianame ve ekleri yazıldı. ‘Teröristliğimize’ delil olarak çıka çıka kitap, haber, röportaj, yorum ve makaleden başka hiçbir şey çıkmadı.” Daha Bilmediğiniz Neler Var! Doğan Yurdakul’un Odatv Davası’nda delil olarak kullanılan ve zamana tanıklık eden yazılarını topluca gözler önüne seriyor. Tuhaf Alan/ Burcu Canar/ Ayrıntı Yayınları/ 266 s. Tuhaf Alan, bir sahneleme denemesidir. Sessizlikle yola çıkan bu yazı, bilinmeyen kılıklara bürünürken yazı üzerinde yavaş yavaş sessizliği yitirmenin yolunu da gösterecektir. Karşınızda Bakhtin olmayan bir karnaval, kelimeyi oyuna getiren bir yazım ve aktörler yerine filozoflar var. Sahneleme; yazının üzerinde Nietzsche’yi dipsiz kuyulara çıkaracak, Artaud ile metni yarıda kesecek; Deleuze’ü es geçecek, Heidegger’i elinde kitaplarıyla ortada bırakacak; Derrida’ya varmayı sürekli olarak erteleyecek ve Blanchot’yu her an uzaklaşmak üzere ziyaret edecektir. Böylesi bir yazımın buluşma yeri Beckett, “Derrida’nın yazılamayan”ı olarak kendini gösterirken Tuhaf Alan yolculuğu bir ileri bir geri giden yazıya yaklaşacaktır. ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1209
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle