23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Duygu Kankaytsın’dan bir ilk kitap: ‘Hayatçağıran’ ‘Şiir beni değiştiriyorsa, başkalarını da değiştirir...’ İlk şiir kitabı Hayatçağıran (1) ile okuru selamlayan Duygu Kankaytsın, şiiri hayatı anlamlı kılmanın yordamı edinerek insanı, insan onurunu korumakla görevlendiriyor şiiri. Okuru, katlanarak gelişen dünya kültürü karşısında hazırlıklı olmaya çağırıyor. Kankaytsın’la şiirini konuştuk. Ë Altay Ömer ERDOĞAN evgili Duygu, ilk şiir kitabı olmanın ötesinde bir toplam olan Hayatçağıran için öncelikle kutluyorum seni. Kıyısız bir şairin kıyıya vurması, sözcükleri de, imgeleri de kıyıya vurduran şiir işçiliğinin ürünü, duygu ile hayat bireşiminde, tenin tarihi ile coğrafyası arasında içtenlikli bir sesleniş olarak okudum ben bu toplamı. “Dikenli bir imge olan ten”den türeyen kadınlığın şiiri olduğunu da söyleyebiliriz bu toplamın; kadın şairlikten / şair kadınlıktan / şairelikten türeyen bir dile vakıf olduğunu da. Her ne kadar bu bir kaygı ya da sorunsal olarak belirmese de şiirinde, şiirinin beslenme havzasını da düşündüğümüzde, kadınlık ile şairlik bağlamında kendini konumlandırdığın alanın olanaklarından ve açmazlarından söz ederek başlayalım istersen… Şiir yazanın, kadın ya da erkek olması pek ilgilendirmiyor beni. Böyle düşününce daha bir özgürleşiyor insan. Şiirin gereksindiği özgürlükle daha kolay buluşuyor. Saptamalarını boşa çıkartmak için değil söyleyeceklerim: Doğru, kadın kokan bir yanı var yazdığım şiirlerin; ama hiçbir zaman şair odaklı (kendimi merkeze koyarak) yazmadım şiirlerimi. En azından işlediğim temalar bakımından kesinlikle böyle bu. Veysel Çolak, kadın şairleri koruma adına, bir yazısında “şairi açıklamadığı sürece, bir şiirdeki öznenin şairin kendisinin olduğunu düşünmemek” gerektiğini söyler. Buna katılıyorum. Zaten, hiçbir zaman bir şair bütünüyle şiirine koyamaz kendini. Benim şiirlerim de, bireyin şiirleri olarak okunsun isterim. Çünkü kendim için olduğu kadar başkaları için de yazıyorum. Ortak paydanın şiirlerini yazıyorum daha doğrusu. Bu anlaşıldığında bir şair kadının, toplumda ve şairler gettosunda bir sorununun, bir açmazının olabileceğini düşünmüyorum. Bunları söylerken kadınların daha bir duyarlı olduğunu da düşünmüyor değilim. Belki de bu nedenle kadınların şiire daha yakın olduklarını düşünürüm. Anımsadığım kadarıyla Gülten Akın da böyle düşünüyor. Bu konu, Türk şiiri açısından tartışılmayı bekliyor. Belki, SAYFA 20 ? 18 NİSAN S burada bunu başlatmış oluruz. Hiç de fena olmaz bu. Elbette şiirin şairinden ayırarak düşünemeyeceğimiz karakteristik özellikleri var. Her şiir, şairinin dil bilinciyle doğrudan ilişkilidir. İmge, biçim, biçem, yapı anlayışıyla da öyle. Aslında bu şiir öğeleri aranmalı bir şairin donanımında. Cemal Süreya 80’lerde “Sevgiliye seslenen kadın şair yok!” demişti. Günümüz şiirinde kadın, aşkın öznesi olarak da bir söz yatağı açtı kendine. Hatta “aşkın özne” diye nitelenebilecek bir konuma taşıdı kendini. Kadının özgürleşmesi ile şiirinin özgünleşmesi arasındaki soğuk mesafeyi kapatan bu olgunun senin şiirinde de dikkati çektiğini düşünüyorum. Ne dersin? YENİ BİR DUYARLILIK PEŞİNDE Kadınlar toplumun yüzde ellisini oluşturmuyor mu? Son yıllarda yapılan sayımlarda kadınlar yüzde elli beş gibi bir çoğunluğa ulaşmış durumdalar. Bu noktada düşünülsün isterim: Toplumun yarısı sanatla, şiirle ilgilenmiyor. Eğer böyleyse, o toplum kültürel açıdan özürlü değil midir? Kadın ya da erkek, her toplumsal öznenin eşit oranda önemli olduğunu kim yadsıyabilir? Önemli olan şairbireyin yeni bir duyarlılık, yeni bir şiir beğenisi getirmesidir. Kadından da, erkekten de beklenen budur. Böyle düşünerek boğuşuyor ve buluşuyorum şiirle. Her şeyden önce yeni bir duyarlılık getirmenin peşindeyim. Kadın oluşu da içeren bir duyarlılık bu. Doğal olarak şiirlerime yansıyor. Buna en çok şair erkekler sevinmeli. Çünkü şair kadının getirdiği duyarlılık, onların şiirini de besleyecektir. Böylece tamamlanacaktır Türk şiiri. Daha yetkinleşecektir. Cioran’ın “Hüzün: hiçbir mutsuzluğun doyuramadığı bir iştah” sözüyle başlatıyorsun serüvenini. Birazcık ipucu veriyorsun şiirinin felsefi yönsemesinden, birazcık da alacağın yola dair bir işaret bu sözle. “Kumaşını acıdan çalan” giysiler giydiriyorsun sözcüklere, öte yandan makus talihe umut biçen bir terzi gibi kullanıyorsun sözcükleri. Burkulmuş! Sözcüğün tam anlamıyla burkulmuş bir duygu yoğunluğuyla bize uzak olan yakın tarihimizi adımlıyorsun. Bu iştahın senin için 2013 anlamından ve yan anlamlarından türeyen senin bireysel yakın tarihinden söz edelim biraz da. Duyarlılığını biçimleyen okumalardan, seni kışkırtan toplumsal olaylardan ve olgulardan… Hiçbir sanat yapıtının diğerlerinden bağımsız olabileceğini düşünemiyorum. Günümüzde şiir, besleyip geliştirdiği sanat disiplinlerine verdiklerini geri almak zorunda diye düşünüyorum. Tiyatroya, sinemaya, karikatüre verdiklerini geri aldığında, şiirin ciddi bir sıçrama göstereceği kanısındayım. Böyle düşündüğüm için söz konusu sanat disiplinlerinin peşindeyim. Onlarda şiir için gerekli ne varsa bulup yağmalamak istiyorum. Şiirlerimde bu tutumumu ele veren uçların görüleceğini umuyorum. Bunlarla yetinmediğimi belirtmeliyim. Yani bir yandan da durmadan okuyorum. Şiir için gerekli olan donanımı sağlamak isterken karşıma çıkan, elbette insanı gözeten etik, estetik, politik, poetik değerleri de şiirlerimde içkin kılmanın peşindeyim. Örneğin Cioran bu nedenle giriyor kitabıma. Bu yüzden Shakespeare’e ilmek atıyorum. İnsanları da uyarıyorum bir bakıma. Katlanarak gelişen dünya kültürü karşısında hazırlıklı olmaya çağırıyorum. Öte yandan hayat da sonuna kadar ilgilendiriyor beni. İnsanı, insan onurunu korumakla görevlendiriyorum şiiri. Emekten yanayım. Barış için savaşmanın gerektiğine de inanıyorum. Bireyi önemsediğim için bu genişlikte bakıyorum soruna. Umarım anlaşılır bu. Adın ile adının sözlük anlamı dizeler boyunca birbirine geçerek kullanılıyor. Adını sözlük anlamına takas eden bir kullanım değeri yaratıyorsun üstelik. Şiirde duygunun yeri ve dozu konusunda (poetik bir yönelimi de kapsadığını varsayarak) düşüncelerin neler? Adımdan yola çıkarak duygulu bir şiir yazdığımı söylüyorsunuz. Hoşuma giden bir analoji olmuş bu. Hiç düşünmemiştim. Soyadımın anlamını da söyleyeyim. Kankaytsın, “kanını geri al” anlamına geliyor. Belki de bende olan başkalarının kanını geri vermek için yazıyorum. Her şair için biraz böyledir diye düşünülebilir. Neyse. Elbette, duyguyu önemsiyorum şiir ve sanat için. Yüreği titreyen insanlar duygulanır çünkü. Hep söylenegeldiği gibi sanatçının esrimesi de bu duygu boyutuyla ilgilidir. Duyguyoğun ve duyarlı olanların vicdanı hep işlerliktedir. Ancak bu karakteristik özelliğe sahip insanlar hayata sahip çıkar böylesi insanlar esinlenerek şiirle, sanatla buluşur. Bazıları katılmasa da lirizme gitmenin biricik olanağı bu değil mi? Kendisini duyarlı kılan insanlar, toplumda eylemli olur. Hayattan yana tavır alırlar. Anlam üretmenin önemini kavrarlar. Yoksa, şimdilerde olduğu gibi insanımız Makyavelist olur çıkar, amaç için her yolu dener. İnsani duyarlılık bunu daha baştan reddediyor. Bunun bilinciyle yazıyorum şiirlerimi. Elbette teslimiyetçi, gözü yaşlı bir duyarlılık kabul edilemez, edilmemeli de. Tiyatro ile içli dışlı bir şiir yazıyorsun. Tiyatro yazınından beslendiğin, esinlendiğin, çıkış olarak önüne koyduğun, çağrışımsal değerleri yüksek motiflere rastlıyoruz dizelerinin arasında. Tabi şiirin anlam yüküne eklenen bu motiflerin şiirsel yükü hafifletebileceğinden, şiiri donuklaştırabileceğinden kaygı duymuyor musun? Türler arası geçişlilik kuşkusuz türü zenginleştiren bir şey, ama folklorun, mitolojinin şiire katkılarını aşan bir kullanım karşılığı yarattığını düşünürsek ve kaldı ki tiyatro yazınına ait motifleri hoyratça harcamak gibi bir amacın olmadığını da peşinen hesaba katarsak tiyatro yazını şiirine neler kattı? ŞİİR BÜTÜN SANATLARDAN YARARLANIR Çağımızda sanatsal türler arasındaki buluşmalar kaçınılmaz gibi görünüyor. Örneğin beş yüz yıl önce yazılmış bir metin yeniden düzenlenip metinlerarasılık bağlamında yeniden üretilebiliyor. Şimdilerde bu anlaşılabilir bir durum, ama ben buna çok yakın değilim çünkü hayat durmadan yeniliyor kendini. Yepyeni olay ve olgular giriyor insanın yaşamına. Bu da hep yazılabilecek yeni konuların olduğunu gösteriyor. Bunları içerik bağlamında söylüyorum. Sizin saptamanız ise daha çok teknikle ilgili. Şiir, kendi karakteristik özelliklerini zedelemeden bütün sanatlardan yararlanır diye düşünüyorum. Birçok şairin yaptığı gibi öykülerden, romanlardan şiir cümleleri alabilir. Bu türlere verdiği gibi… Tiyatro tekstlerinden de yararlanabilir. Sinemadan, resimden, karikatürden ve diğerlerinden. Tiyatro türü sözün önemini kavrattı bana. Söyleme genişliği kazandırdı. Teknik olarak da besledi yazdığım şiiri. Daha ne olsun? Peki teatral şiiri de deneyecek misin ileriki yıllarda? İstemesem de bunu yapmakla görevlendirilmiş sayıyorum kendimi. Şiir ve tiyatro birbirlerine en yakın türler bana kalırsa. On sekizinci yüzyılın ikinci yarısına kadar tüm tiyatro yapıtları şiir biçiminde yazılmadı mı? Bugün neden yapılmasın bu. Şiir ve tiyatro ayrılmaz iki tutkum benim. Kesinlikle bu iki türü birleştiren yapıtlar yazacağım. Gelelim şiir geleneğiyle kendini anlamlandırdığın, belki de ölçtüğün referanslarına. Felsefeden ve tiyatrodan olanları saymıyorum. Nâzım Hikmet, Oktay Rifat, Gülten Akın, Ataol Behramoğlu ve geliştirdiğin sözcük ile imge kullanım düzeneği bağlamında İkinci Yeni. Örneğin Zonklayan ve Burkulmuş adlı şiirlerinin İkinci Yeni Şiiri’nin tipik özelliklerini taşıdığı söylenebilir. Öte yandan sen; gelenekçi olmadan gelenekten yararlandığın gibi anlama gitmeyi tasarlamadan oluşturduğun bir anlam birimiyle, birimleriyle şiirini bir toplama ulaştırıyorsun. Bir ilk ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 1209
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle